Dün Türk Ocakları Kurultayı ile ilgili bir yazı yazdım. Yayına girdiği saatten beri “Sosyal Medya”da kızılca kıyamet kopuyor. Vay sen misin bu yazıyı yazan! “Ablamın Ordusu” saldırıya geçmiş. ”Tanıyamamışız demek” diye başlıyorlar ve döktükçe döktürüyorlar. Hâlbuki ne ortada bir zafer ne de mağlubiyet yoktu. Böyle bir görüntü de mevcut değildi. Ama şimdi anlatılanlara ve verilen cevaplara bakılırsa Cumartesi günü biz tam bir savaşa katılmışız! Onun için benim “Şölen” benzetmeme bile ablam “Kör Bıçağı” ile birkaç darbe sallamış. ”Kör Bıçak” diyorum çünkü ben silâhsız teçhizatsız olduğum gibi onun bıçağı beni kesmeye yetmez de onun için. Keşke kesebilse de bu kadar patırtı-gürültü olmasa. Kıyamaz öldürücü darbeyi sallayamaz. Ona yazdım, ”Çok dolusun hocam, gel ele-âleme rezil olmayalım. Gerginsin de, canın da sıkılıyor olabilir. Telefonla veya özel mesajdan beni iyice bir haşla da rahat et. ”lakin bu yolu denemeyip deştikçe deşiyor. Onun bu telaşını hiçbir şekilde “Boş verip” de geçemem. Konuşmamız lâzım.
Kimden bahsettiğimi anlıyorsunuz: Sevgi Kafalı. Cumartesi günü Kurultaydan sonra beraberdik. Sağ olsun akşam yemeğimizi de yedirdi, uçağa kadar da gönderdi. O saate kadar bol bol sohbet de ettik hiçbir şey yok. Tam cephenin içine düşmüştük, ama hiç de esir değil misafir muamelesi ettiklerini bilhassa söylemeliyim. Komutan Mete Han da, Güntülü Pusat da oradaydı. İtiraf edeyim yeni tanıdım ama komutanları da çok sevdim. Ama özellikle Güntülü’nün tasvirlerine hiç de uygun bir adam olmadığımı “Büyük Usta” bilir. Yani öyle ondan bundan görünmek gibi bir huyum ve zamaneye benzer anlayışım hiçbir zaman olmadı ve olamaz. Benim bir “Kafalı Büyük Ailesi” mensubu olduğumu herkes bilir. Güntülü çocukken ben yine öyleydim. Ömrümde ilk defa böyle bir toplantıya iştirak ettim. Her ortamda da fikirlerimi, önce de sonra da söyledim. Eşimle birlikte salonda fikir beyan edecek bir konumum yoktu. Sadece bir seyirci ve sıradan bir insandım. Ne laf aldım, ne de laf götürdüm. O ortamda “Taraflar” bulunduğuna inanmadığım için de taraftarlığı bile hoş bulmadım. Çünkü bunlar yanlış işlerdi. Yapan yapar bu ayrı mesele. Bir kere Cumartesi gününe kadar benim mevcut yönetimden Sayın Orhan Kavuncu dışında şahsen tanıdığım kimse yoktu. Köylüm olan bir delege de, daha görür görmez “Kafalı Hocam’a vereceğim” dediği gibi beni tanıyanların birçoğu aynı şeyi ifade etti. Zahmet edip bir sorun kimden yana hangi harekette bulunmuşuz. Şimdi günah biletini bana kesiyorsunuz da, ordu işaret almışçasına kurşun sıkıyor. Ama olsun, onlar benim küçüklerim, haşlayan da “Büyüğüm”.. Varsın olsun. Yüzümüzde gül bitecek gençlik ve güzellik kalmadı. Yani hiç mi böyle dayak yemedik!
Anlıyorum ki bütün gürültü yazıdan çıkıyor. Dün sabah daha yazı yayınlanır yayınlanmaz bombardımana; çakaralmaz tüfekle, ”Yukarıdaki yazıyı ben yazdım. Altına tekrar imza atarım. İkna edilmedikten sonra hiçbir yazımdaki görüşlerimi geri almam. Elbet insanoğlu hata yapar. Bizim de böyle hatalarımız mutlaka olmuştur. Netice itibariyle beşeriz ve mutlaka şaşarız. Şahsen Muhterem Kafalıların bi-zatihi öğrencileri olmadıysam da, Türkülük çizgimde hiç yanılmadım ve onların hep “Çömezi” oldum. Bununla da iftihar ederim. Özellikle Ablam Kafalı ile siyaset çizgisinde ayrı fikirlerimiz ve düşüncelerimiz oldu. Fakat “Büyük Kafalı” ile asla böyle bir izahı bile terbiyesizlik addeder yüzlerine bile duramam, durmam. Şimdi bir ömür boyu aramızda hiçbir mesafe olmamış Muhterem Sevgi Kafalı için aynı şeyleri söyleyemem. Çünkü her meselemi şu fani dünyada paylaştığım iki kişi olmuştur: Ayhan Aksu (Hak’ın rahmetine kavuştu) ve Sevgi Kafalı. Hatta ben ona “Hanım Şeyhim” de demişimdir. Şimdi bütün bunları unutarak biraz da, Adanalı olmanın merhametsizliği ile beni haşlıyor. Varsın haşlasın. ”Gazeteci olarak doğruları yazsaydın” buyuruyorlar. Fakat unutuyorlar ki ben gazeteci olmadan önce Türkçü’yüm. Ülkücü bir şahıs olarak bu hareketin aleyhinde kullanılacak bir şey yazamam. Yazım da ‘aile içi’ demişim. Bu mesafeyi daima korumaya gayret ederim. Elbette ‘Kol Kırılır Yen İçinde’.. Sayın Öz’ün mesleğinin “öğretmen” olduğunu yazdım; kendi öğretmenim olduğunu ifade etmedim. Yanlış mı? İsterse olsun bunda ne var? Sayın Öz, başka mahfiller de mi yetişti? Hiçbir şekilde ve hiç laf beni bu konuda tahrik edemez. İsterdim ki günde kaç defa görüşürüz, bunları ‘Özel’den yazaydı. Hatta beni haşlasa, hakaret bile etseydi.. Belki biraz boşalır, bunu başkalarına da yapmazdı. Telefonum da açık mesaj kutularım da! Abla Allah aşkına bana biraz söv sana! Başkalarına yapmanı istemiyorum. Hiç üzerinizde bizim de bir evlât olarak hakkımız yok mu yani! Belki 65 yaşına geldik ama ben hâlâ çömezliğiniz ile övünüyor, hatta başımda taşıyorum.. Lütfen canımı sıkıp bu görüşleri camiaya ve en önemlisi ‘Hocaların Hocası’na taşımayın. Bir sakinleşin de Adana’da konuşalım. Benim karşıma suflörsüz gelin ki azaldı sandığın ‘Biatımı’ yenileyeyim. Tabii ki bu son sözler sadece şahsınızadır. Hocam bu işlerin kesinlikle üzerindedir. Size derin saygımı ve sevgimi tekrarlamaktan başka bir şey yazamıyorum”müdahil olmuştum.
Şu “Armağan Meselesi” cidden çok çirkin. Buna söyleyecek bir şey bulamıyorum; çünkü hikâyesini daha benden evvel kendileri gayet iyi biliyorlar. Fakat istediğin kadar kız, şunu mutlaka söyleyeceğim: Her şeyin iyi güzel de hiç de iyi bir komutan değilsin.
Sağlıcakla kalın.