1231 yılında Baba İlyas’ın Anadolu’ya gelişini başlangıç olarak alırsak demek ki, Türkiye Aleviliği 783 yaşındadır. Bu bakımdan Türk kültür ve inanç ideolojisin bugünkü durumunu elbette bilmek isteriz. Millet anlamında, Anadolu Aleviliğini halkın kendi arasında tartışıldığı ender olaylar vardır ki, bu Madımak olayında olduğu gibi belki bir veya birkaç provokatif eylemden ibarettir. Ortaya çıktığı Selçuklu dönemi ile Osmanlı asırlarında bu tip olaylar genellikle meydana gelmemiştir. Anadolu’nun müsamahakâr ruhu, birçok inanç gibi bu inanç ve türevlerine gerçek anlamda bir baba ocağı olmuştur. Bunu hiç kimsenin inkâr etmesi mümkün değildir. Esasında her konuda didişmeyi seven Türk genetiği inkâr edilemez ki, inanç hususunda hiçbir milletin kültüründe olmadığı şekilde, hem yaratıcı hem de taşıyıcı olmayı tereddütsüz başarmıştır.
Bu bakımdan Anadolu Aleviliğinin bugünkü durumu sadece kendileri Alevi olan insanımızı değil Sünni Türkleri de pekâlâ ilgilendirmektedir. Bu konuda bencil ve tutucu olan Alevi toplumu, her ne kadar bunun tersi kanaatlere sahip değilse de, onlarda daimi ayakta olan isyan duyguları tarih boyunca doğru düşünmelerini daima engellemiştir. Aslına bakarsanız Hz. Ali gibi bir temel unsur ile tamamen “Türkmen” kültürünün, Türkistan bozkırlarından taşıdığı Hacı Bektaş Veli’nin paylaşılamamasının gerçek sebebi, zikredilen halk muhabbetinden başka anlam taşımamaktadır. Sohbetlerde sık sık bu görüşlerin ifade edilmesi ile karşılaşırız. Yabancıların belki de tespit edemediği en önemli ve en basit gerçek budur. Bu bakımdan her zaman bu toplumları birbirine rakip gibi göstererek karşı karşıya getirmek istediklerini birçok örnekleri ile anlatabiliriz. Hatta dış basın haberleri ve yorumlarında bu kabil görüşlere sıkça rastlarız.
Şurasını ehemmiyetle kaydetmemiz gereklidir ki, daha başlangıçta Anadolu’da meşru Türk devlet otoritesine Baba İlyas’ın “Babailer İsyanı” adıyla bilinen ve 1240 yılında idamı ile sonuçlanan olaylarda gördüğümüz gibi Anadolu Aleviliği, devlete karşı bir ideoloji veya inanç sistemidir. Baba Resul de denilen İlyas Horasanî, Selçuklu Devleti’nin Kayseri kadısıydı. Türkistan’dan taşıdığı, o güne kadar Anadolu’da alışılmamış aykırı görüşlerin, kendisi bir Vefai Şeyhi olan Suriyeli ve Rum asıllı Sivas kadısı Baba İshak’ın düşünceleri ile birleşince bir kat daha sertleşmiş, çıkan isyanda İshak Kefersudi de hayatını kaybetmiştir. Bazı kaynaklarda uzun açıklama ve çalışmalardan anlıyoruz ki, Baba İlyas Horasani, Türkistan’da iken daha mutedil olan Yesevî düşünceleri ile yüklüydü. Sanıyoruz ki, aşırı “Şiî” motifler ona İshak’tan geçmiştir. Çünkü Yesevî ideolojisinde böyle aşırılıklar olduğu pek ifade edilmiyor. Zaten Baba İlyas’ın Halifesi olan Hacı Bektaş Veli öğretisinde de, böyle bir eğilim kesinlikle yoktur.
İşte ilk Anadolu Aleviliğinde bu isyankârlık Safevi Haydar, hatta Şeyh Cüneyd zamanında bütün Türkmenleri içine almış, Şah İsmail devrinde ise doruk noktaya çıkmıştır. Osmanlı devri Beyazıt döneminde bu sebeple isyanlar, Babai hareketini de katlamıştır. Fakat Safevi II. İsmail’den sonra İran gibi Anadolu’nun da durulduğunu fakat Alevi tefekkürün ocaklar vasıtasıyla devam ettiğini ve çok isabetli bir şekilde Balkanlar Aleviliğinin, Osmanlı’nın Avrupa ileri karakolları ve ilham kaynağı olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Bu dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kısmen İran coğrafyasına tabi Anadolu topraklarında da huzur vardır. Osmanlı’nın huzur yıllarında galibiyetle biten savaşlarda, Türkmen Alevilerini en önde unsurlar ve Anadolu’nun zengin Tımar sahibi Sipahileri olarak görmekteyiz. Çaldıran’da bile ordudaki Alevilerin etkinliği hemen hemen bütün modern çalışmalarda yer almaktadır. Yeniçeri Ocağı’nda zaman zaman görülen huzursuzlukları, Aleviler ile ilişkilendirmek çok doğru değildir. Çünkü en kalabalık oldukları Fatih Mehmet devrinde bunların sayılarının 40.000 olduğu ifade ediliyor. Onlar devasa Osmanlı ordusunda bütün abartmalara karşılık bir nokta hükmündedir. Esas orduyu oluşturan, omuz omuza cansiperane mücadele eden Sünnî ve Alevî Türkmen Tımarlı Sipahileridir.
Anadolu Alevilerinin Milli Mücadele’deki hizmetlerini de inkâr etmek mümkün değildir. Ama 1924’de Hilafet’in ilgası ile 1925’de tekke ve zaviyelerin kapatılması, Anadolu Alevilerini tam bir karamsarlık içine sürüklemiştir. Gerçekte telâş edecek hiçbir şey yoktu; çünkü yeni Türk Devleti “Laik” temellere oturuyordu. Fakat Sünniler için bir inanç dairesi teşkil edilmesine karşılık, kendilerine yer verilmediği şeklinde bir düşünce, o günkü ve daha sonra şiddetlenen soğuk savaş ortamında Alevilerin yeniden devlete karşı olmaları ile sonuçlanmış; 1960’tan sonra biraz daha ivme kazanarak bugüne kadar gelinmiştir. Özellikle 70’li yıllarda sol ideolojiler içerisinde Aleviliğin genetiğinde bulunan isyan duyguları biraz daha bilenmiş,1980 İhtilâlinde çoğunluğu Sünni Türkmen olan Ülkücülerle birlikte sol örgüt üyesi olarak Alevi gençler bir hayli ezilmişlerdir. Zamanımız “Ilımlı İslâm” iktidarında da pek rahat oldukları söylenemez.
Bugün Anadolu Alevileri yekpare bir halk olma özelliğini kaybetmiştir. Tamamen İran Şiiliği uyduluğunun da üzerinden 600 yıl geçtikten sonra artık böyle bir şey söz konusu değildir. Üstelik Anadolu Alevilerinden ziyade “İslâmcılar”a örnek teşkil eden İran Mollalar rejimi, onlar nezdinde dost olmayan bir kutuptur. Balkan Alevileri ise daha Osmanlıların Rumeli’ne geçişinden itibaren, devlet düşüncesi ile entegrasyona girmişler. Esasen bunlar, “Halk Aleviliği” özelliğini kaybetmiştir. Modern ve Avrupai düşüncelerin oluşturduğu “Şehir Aleviliği” yani modern “Bektaşi” şuuru içeresindedirler ve devlet dairesinin büyük ölçüde içerisindedirler. Haklı isteklerini tam demokrasi içerisinde ifade eder durumdadırlar.
Doğu ve Güneydoğu’da “Halk Aleviliği”, Tunceli örneğinde olduğu gibi, kısmen Kürtçüler tarafımdan kullanılsa da, gerçek anlamı ile “Türkmenlik”in şuurundadırlar ve bu yönleri ile Kürt Alevileri de arkalarından sürüklemektedirler. Bu unsurların muhayyel Kürt düşüncelerine kapılmaları zordur. Kafalarında da, geçmişte olduğu gibi başka bir devletin özlemi de yoktur. Kürt guruplarla daha ziyade “isyankârlık ve ihmal edilmişlik” gibi sol destekli ve Marksizm kaynaklı düşüncelerde birleşmektedirler. Bu pencereden bakıldığı zaman Orta Anadolu Alevileri de şiddetli derecede olmasa bile Aleviliği Marksist görüşlerle izah etmeye devam ediyorlar. Bunlardan 12 Eylül Cunta işkencelerinde militan guruplarla temaslarımız olmuştur. İçlerinden benim “Kızılbaş Rıza” gibi araştırıcılar da çıkmaktadır. Onunla zaman zaman yaptığım görüşmeler ve bir ocaklı sıfatıyla Sivas’ta yaptığı gözlemlerden öğrendiğime göre bilgi noksanlıkları azaldıkça artık cazibesini kaybetmiş olan sol ideolojilerden de uzaklaşmaktadırlar.
Bütün bunlardan sonra Anadolu Alevi cemaatinin huzuru, iktidarın 33 etnik unsur içinde yer almak da değildir. Zaten böyle bir şeyi hiçbiri kabul etmemekte ve kendilerini azınlık olarak görmemektedirler. Doğru olanı da bu idi. Anadolu Aleviliğinin aralarında her türlü hizipleri bir kenara bırakarak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi Türkmenliğe dönmeleri gereklidir. Kaldı ki, Anadolu Aleviliğinin kendisi bir ideologya örgüsü olduğundan, yeni ve bilimsel olmayan ideolojilere da zerre kadar ihtiyacı yoktur. Çağımız, Alevi ve Sünni ayırt etmeden Türkmenlerin bu şuura intikali devridir. Böyle bir birliktelik, Anadolu insanının gerçek refahı ve huzurunu sağlayacaktır. Belki 8 asır süren ayrılık, Anadolu Türkmen Alevi ve Sünni kültür dairesinde en büyük halk ihtilali olacaktır. Bölgemiz ve Dünya şartları ile gelişen Türk Dünyası sisteminde, böyle yer almamız gerekiyor. O zaman biz de, Türkistan Sünnilerine bu birliktelik ve ulu duyguları daha kolay anlatabileceğiz. İnanıyorum ki, Türkistan Türklüğü, Anadolu Alevilerini daha çabuk kabullenecek ve geçmişte onlarla da oluşan buzlar eriyecektir. Aleviler’in Türkmenliğine ancak bu yakışır.
Sağlıcakla kalın.