Tarihçi değilim. O “Araştırmacı-Gazeteci” nitelemelerinden de çok hoşlanmam. Şu işe dümdüz “Gazeteci” deseler kendime daha yakışık olacağını düşünürüm. Netice itibariyle hayatım böyle geçmiştir. Eğitim günlerinden beri sırtımda bir kitap torbası ile dolaşırım ve her mekânda mutlaka elimde bir kurşun kalem ve kitap olur. Bol bol çizer kenarlara notlar da yazarım. İlgi duyduğum konular üzerinde mümkünse mutlaka bir saha araştırması yapar, bibliyografyanın her ürününe sahip olmak isterim. Aksi şekilde çalışma hiç mi hiç içime sinmez. Kütüphane kitapları üzerinde çalışma yapmayı da çok sevmem. İlle de merak ettiğim veya ilgi duyduğum kitaba sahip olmak isterim. Bulamazsam fotokopi alırım. Birkaç mevzuda birden çalışır, yorulduğum veya usandığım zaman birini bırakır diğerine geçerim. Bunun için birçok kitabımın başlama tarihleri yıllar öncesine dayanır. Fakat bazen de, bugün ulaştığımız yazım ve basım kolaylıklarından ötürü birkaç ayda çok hacimli olmamak kaydı ile sonuçlandırdığım da olmuştur. Yaşlandıkça biraz da akıntı hızlanıyor. Hele çok okuma yapıldığı zaman insan biraz da doluyor ve hafızada bir genişleme oluşuyor.
Özellikle Türkistan konularında bana hep sormuşlardır: Bu kadar ismi ve mefhumu akılda nasıl tutuyorsun! İnanın ki bunu ben de çok iyi anlayabilmiş değilim. Türkistan’a gitmedim, gitmeyi de düşünmüyorum. Basmacı çalışmalarında Fergana-Şarkı Buhara-Kaşka Derya gibi merkezi Türkistan’ın hemen hemen bütün köylerini eski adları ile haritada işaretleyebilirim. Ben bunları okuyarak değil dinleyerek öğrendim. İyi dostlarım olan Basmacı “Bekler”i bunları benim kafama yazmıştır. Adeta Türkistan’ı “Hatm” etmişimdir. Şehit Enver Paşa’nın Türkistan’da akıl hocası olan Türkmen Nafiz Bey (Sarıklı Basmacı) benim hem tarih, hem coğrafya, hem edebiyat ve hem de meskûkât hocamdı. Ne yazık ki ürünlerimi görmeden bu dünyadan göçtü. Basmacılar Başkomutanı Şir Muhammed Bek hadiseleri anlatırken ruhunun derinliklerinden gelen bir heybetle bütün vücudu titreyerek konuşurdu. Başkomutan Yardımcısı Nur Muhammed Bek “Fotür” şapka ile sokakta yürürken kaldırımları sallardı. Yetiştiğim zamanlarda daha hafızası iyiydi. Türkmen Nafiz Bey’inse her zaman bilgileri taptaze vaziyette kâğıda geçmeye hazırdı. Şir ve Nur Muhammed Bek evden çıkınca kendilerinden 20 yaş kadar küçük olup, başlarından nice ölüm vakaları geçmiş Türkistanlılar bile ürkerek pek saygı gösterirlerdi.
İşte bu son anlattıklarım saha çalışmalarıdır. İsimler ve mefhumlar bu çalışmalarla tespit edilmiştir. Basmacılardan birkaç sandık evrak ve belge almıştım. Bunlar üzerinde çalışmak gerçekten yıllar almıştır. Fakat en güzeli Nafiz Bey belgeleri, haritaları ve emirname ile mektuplar üzerinde çalışmaktır. Çünkü gerçekten harikulade bir sıralama yapılmış coğrafya üzerine insanlar adeta gergef gibi örülmüştü. Baymirza, ilk elden çıkardığım “Bekler”in hatıralarını bile harikulade bulmuştu. Hatta “Bunlar bizim telif çalışmalarımızdan daha kıymetlidir” demişti. Zaten vesikalara dayanan çalışmalara söylenecek şey yoktu.
Şimdi aradan 40 yıl gibi bir zaman geçince gerçekten telif çalışmalarının daha kolay olduğu sonucuna vardım. Meskûkât çalışıyorsan mutlaka eski yazın olacak. Değişik Türk boyları konun ise Türkçeye fevkalade derecede hâkim bulunacaksın. Mutlaka ve bol miktarda sözlüğün, hatta tarama sözlüklerin olacak. Yabancı kaynak kullanıyorsan kesinlikle lisanın normalin üzerinde bulunacak. İşte ancak bundan sonra tasarladığın şeyleri birleştirip bir eser ortaya koyabilirsin. Meydana gelen ürünü mutlaka bir okuyan ve özellikle tenkit edenin bulunması da elzemdir. Bundan kaçınmamak ve tenkitlerden alınmamak şarttır. Benim bu durumda 40 yıldan beri bir ağabeyim vardır ki, geçen yıl neşrettiği hatıralarını bana okuttuğu zaman ”Bir de ben görücüye çıkayım” diye not koymuştu. İşin özeti budur mutlaka ortaya çıkan ürün yayına gitmeden birinin görmesi şarttır. Ben çalışmalarımı sunarken not yazarım: ”Aman beni iyi eleştir” diye.. Bu çok değişik bir alışkanlık ve şahsen bana çok huzur veren bir sonuçtur. Hemen hemen ürünün kamuya takdimi kadar önemlidir.
Bu zamanda en zor şey nedir biliyor musunuz? Konuşacak adam bulamıyorsunuz. İlgili olanı yakalayamıyorsunuz. Onun için doldukça doluyorsunuz. Beni dostlarım arıyorlar: ”Epeyce doldum. Gelsem de biraz konuşsak. Şu mevzuu konuşmak için kimse bulamıyorum.” diye. Gerçekten öyle okumaktan yazmaktan uzak, fikir fukaralığımız bu seviyeye kadar inmiştir.
Şimdi “Haydi gençler çalışmaya”! Çalışın da ne çalışırsanız çalışın. Tarih, edebiyat, folklor, din, kültür, sosyoloji, etnoloji, arkeoloji, antropoloji.. Her şey. Böyle yardım isteyen olursa ben varım. İşbaşına bugünden itibaren! Çevrenizi, dostlarınızı, sosyal meseleleri ele alın! Biz de öğrenelim!
Sağlıcakla kalın.