Bugünkü kuşaklar kesinlikle hatırlayamazlar: 12.Eylül.1980 İhtilâli böyle basite indirgenecek bir müdahale değildi. Bu dönemde Türkiye’nin sosyal yapısı tamamen değiştirilmiş, ”Devlet” çok gereksiz “Din ve Unsurlar” tartışmasına öncülük etmiş ve “İslâmcılık” akımı ile “Etnik Bölücülük” sosyal hayatın temeline oturtulmuştur. ”Alevî Müslümanlık” gibi inanç da aynı zamanda servis edilmiştir. Elbettte bu görüşlerin tartışılmasına kimsenin bir diyeceği yok. Kültür ve sosyal hayatımız açısından ehemmiyet vermeğe değer yönleri de vardır. Lakin sonraki zamanlarda bunun sonuçlarına katlanmayı da göze aldıklarını sanmıyoruz. İşte 12 Eylül’in en önemli tarafı budur. Marksist Aleviler ile Milliyetçi Ülkücülerin aşırı derecede tazyik görerek eziyete tabi tutulması; darağacına kadar giden sonuçlara muhatap olması “İslâmcılar”ı oldukça şımartmış ve bunların içinden radikal gurupların “Fundamantalist-Köktendinci” anlayışları sahiplenilip, hatta iktidara taşıyarak, en azından ortak olmak gibi bir gerçeğe dönüşmüştür. Bugünün manzarası da budur. Biz bu yazıda sadece “Milliyetçi-Ülkücü” câmiayı inceleyeceğiz.
1970’ler’e yakın tarihlerde Türk sosyal ve kültür hayatına girerek aynı zamanda siyasete taşınan “Ülkücülüğü” oluşturanlar genellikle Anadolu’nun fakir âilelerine mensup “Türkmen-Sünni” kişilerden oluşuyordu. Tabii olarak “Alevi-Türkmenler” ve “Kürt” asıllılardan da bu harekete intisab eden ve hatta en önde mücadele edenler bulunmaktaydı. Fakat şunu artık gizleme ve saklamanın hiç ehemmiyeti yoktur, ki ülkücüler “Sünnî İslâm”ı resmi mezhep olarak derinlerde bulundurmaya kendilerini yükümlü gördükleri “Devlet İdeolojisinin” tam anlamıyle yanında bulunuyorlardı. Gerçekte tarih ve kültür hayatımız boyunca Anadolu’lu Türk insanının kafasında böyle ikilem teşekkül etmemiş, en azından cemaatler arası çatışmalara yol açmamış sağlam bir mistik yapının bulunduğunu söylemek yanlış değildir. O yıllarda devletin ülkücülere bu yönde yapmak istediği aşı tutmadı ve 1980’den sonra dini guruplara yönelmek gibi bir yol da şimdiki durumla sonuçlandı. Dolayısiyle 1980’den sonraki bütün yarışlarda “Ülkücüler” ağır mağlubiyetlere uğradılar. Bu hususların iyice sosyoloji ilmi çerçevesinde rakamlarla incelenmesi şarttır.
1980’den itibaren “Ülkücü Camia”da bir bunalım olduğunu da kabullenmeliz. Çünkü diğer görüşler sür’atle teşkilâtlanırken onlar hâlâ cezaevi kapılarında en az içeridekiler kadar çile çekiyordu. Dile kolay 5000 insanını kör kurşunla kaybetmişlerdi. Bir tarafta evlâtsız veya babasız kalan insanlar, bir tarafta sanki “Devlet”in yanında olmanın cezasını çeken yetişmiş ve eğitimli kıymetler.. Ve dışarıya çıkıp da 24 saat takip edilerek tâciz edilmeler; gözdağı verilmesi, çalışma hürriyetinin elden alınması gibi çağdışı muameleleri de yaşayarak gördük. Herşeye rağmen, o zamanlar “Fikrimiz İktidarda Biz İçerdeyiz” gibi söylemler de çıkmıştı. Çünkü o zaman “Cuntacılar”ın gerçek niyetleri çok bilinmiyordu. Böyle bir ortamda insan bunalmayıp da ne yapsın? Şimdi içinde bulunduğumuz durumu kapayıp da ülkücüleri partilerine karşı tahrik edenler hiç bu duruma düştüler mi? Dini görüşlerinden ötürü “Bediiüzzaman” gibi şahısların izlenmesi, hatta “Din Mazlumları” ifâdeleri bile ülkücülerin çektikleri yanında sönük kalır. Üstelik ülkücüler bazı tarikat bozuntuları gibi 70 yaşındaki deyyusun 20 yaşındaki bir zavallı kıza tecavüzü ve sarkması gibi yüz kızartıcı işlere de tevessül etmemişlerdi. Çünkü onların yetiştikleri genetik kültür hiçbir şekilde bu pisliklere geçit vermez.
İşte o günler ve şimdi de, bu bunalım ortamında aynı rahmetli Galip Erdem gibi, birlikte aynı safı tuttukları arkadaş veya evlâtlarının normal hayata döndürme tavırları pek mukaddes işleri siyasetin önünde gören “Aksakallar” güya hareketin dışındaymış! 90’lı yıllarda ne yazık ki siyette belirgin başarı sağlanamayınca ”Abilerimiz rey vermedi onun için kadük kaldık” gibi sözler de edilmiştir. Daha sonra bir “Eski Ülkücü-Yeni Ülkücü” nitelendirmesi çıktı. Şimdi herkes birbirine soruyor: ”Aksakallılar” neden MHP’de değil? Şahsen o yıllar hayatımızın en şefkatli, en huzurlu, en güzel zamanıydı. İşin içinde ölüm olduğu halde her ülkücü o yıllların muhabbetini arıyor ve özlüyor. ”Nerede” diyen çürük kafaya şunu sormak lâzım: ”Aksakallılar MHP’de değil de nerededir?”. Uzaya giden yok, dâvâsından dönen yok, oy dediğiniz kağıt parçasından mı behsediyorsunuz, canını vermeye hazır olan insanlar şartlar ne olursa olsun reyini mi esirgeyecek! Peki AKP’ye gidenlere ne diyeceksiniz? denilebilir. Bu hususu onları oraya gönderenler düşünsün. Muhasebe yapılırsa bunların da “Aksakallar”la ilgisi olmadığı kolayca anlaşılır.
Dünkü yazım üzerine menuniyetsizliği ne ise ismini saklayan bir arkadaşımız, yazımıza yorum yapan H.Arslanoğlu’na özel mesajdan, ”Bu kişi partiye üye bile değil. Üyeliği düşürülmüş” diye yazmış. Bu kadar inceliği bildiğİne göre demek parti idarecisi. Bakın açık ortamda ne yazdım:
“Özelden yazmış genelden yazmış hiç anlamlı değil. Herkes dilediğini yapar. Ben parti tutkunu olduğumu hiçbir zaman söylemedim. Sempatizan bile diyebilirsiniz. 10 sene evvel Seyhan İlçeden dâvet ettiler gittim kaydoldum ve gerekli yıllık âidatı da peşin ödedim. Sonra bu kaydı düşürmüşlerse bu onları bağlar. Benim bu işte kabahatim yoktur. Keşke kendiler de benim kadar hizmet etseler. Üyelikten düşürülmem düşürenlerin ayıbır. Şimdi de çağrılmadıktan sonra gitmiyorum, önceden de öyle.. Bunlara birşey söylemek istemiyorum. Aleyhte düşünen varsa Allah’a havale ediyorum. Bir beklentim de yok ve olmamıştır. 1970 yılında muhterem ağabeyimiz ve İl Başkanılarımızdan H.Balcılar beni İl Genel Genel Meclisine aday göstermişti de yaşım yetmediği için kabul etmemiştim. Bizi bu partiden kovsalar da, sövseler de, hatta dövseler de biz ülkücüyüz ve partiliyiz. Kaldı ki hiç kimseden böyle şey görmedim. Ülkücü olarak elbette herkesin bir yolu vardır. Değişik şekilde düşünenlerin mutlaka bizi şahsen tanıması lâzım. Gıybetin ne anlamı var, ne de inançlarımıza uygundur. Böyle şeyler peşinde olanlar birgün elbette Ruz-i Mahşerde utanacaklardır. İşte geldik işte gidiyoruz. Kimse korkmasın 65 yaşından sonra bir şey olmaz. Kanaatim budur; Sayın Arslanoğlu. Meyveli ağaç taşlanır. Halbuki o kayıtların silindiği dönemde vekil ve karar mercii olan Recai Yıldırım bile öğrencimdir. Hayattadır; inkâr etsin, bilmeyenler sorsun. Devri iktidarda da talebim olmadı şimdi de öyle. Yönetenler hakkımı inkâr edemezler. Diğer dostlarımız varsın şöyle veya böyle düşünsün. Hiç önemli değildir. Mahalli seçim yazılarımdan bile 11 dâvâm vardır. Kimseden avukat talebinde bulunmadım. Sağolsun CHP’li bir avukatım var. Hiçbirşeye ihtiyacım da yoktur: 1500 lira emekli aylığı alıyorum, ufak tefek telif gelirim de var. Benim gibi adama bu yeter de artar bile. Hiçbir maddi servetim olmadığı birlikte çalışan üç evlâdımın durumundan da bellidir. İçki içmem kumar oynamam. Şehir dışına da son yıllara kadar çıkmadım. Adana’nın dışında hiçir yeri bilmem. Konferans-TV programı gibi etkinliklerde karşı taraf masraflarımı yükleniyor. Para talebim de olmaz. Bu yüzden iki yıldan beri biraz Türkiye gördük. Zaten çok sağlıklı biri de değilim. Öldükten sonra da konuşsunlar. Ben görüşleri olan bir adamım. “Türkçüyüm-Irkçıyım-Turancıyım-İslâmcıyım-ümm etciyim”.. Bunu devlet televizyonundaki programda da söyledim (TRT Avaz). Ama fundamantalist yani köktendinci ve siyasi islâmcı değilim ve olamam. 50 yıldan beri fikirlerim değişmemiştir. Bunu anlamayan ve meseleye düzeysiz particilik penceresinden bakanlara şahsen şaşarım. Kitaplarım ortadadır. Allah islâh eylesin.”
Belki yukarıdaki satırlar “Şahsiyet Yapmak” gibi telâkki edilebilir. İşi fazla kurcalamayıp şahsımda “Aksakallar”ı ifâde etmeye çalıştım. Aman alınan ve kusura bakan olmasın. Öyle tek-tek irdeleyip bazı makamları zan altında bırakmak yerine kendimi “Deneme Tahtası” olarak görüp bazı şeyleri böyle işaret etmek istedim. Yoksa bugün niyetim sizlere baş kısımlarda olduğu gibi tamamen sosyolojik bir ülkücülük incelemesi yapacaktım. Tabii olarak kudretimiz nisbetinde ve bir makale boyutunda. Fakat eğer “Aksakallar” konusunda tatmin olmadıysanız yine birgün devam ederiz. İyisi mi benim bu yıl çıkan küçük kitapçığımı ”12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazeteci’nin Dramını” (Ötüken Yayınevi) okumalısınız. Çünkü o bir “Aksakallı” denemesidir.
Esen kalın.