1917’de Çarların devrilmesiyle, Ekim Devrim’inde yıllardan beri Avrupa’da hazır kıta olarak pusuda bekleyen V. Lenin’in, Rusya’ya gelerek yeni ve alışılmamış bir dünya görüşü olarak Bolşevizm iktidarını tesis ettiklerini ihtilâlin bir sonucu olarak detaylı biçimde bilmekteyiz. Hatta daha İhtilali’n ilk günlerinde, tıpkı bizim “İslâmcılar”ın iktidara gedikleri ilk günlerde “İkiz Yasalar” olarak bilinen, gerçekte “Sevr”i ihya etmeleri gibi, onlar da Çarlığın bütün gizli anlaşmalarını açıklamışlar ve Rusya’nın emperyalizm ile yayılmacılık peşinde artık koşmayacağını, meşhur “Milletler” bildirisi ile İkinci Adam, asker menşeli Stalin’in ağzından ilân etmişlerdi. Şimdi İslamcıların “İkiz yasaları” kabulünden cesaretlenen Cumhuriyet’in bir takım asli unsurlarının, umuda kapılmaları gibi son 200 yıl içerisinde Rusların sosyal hayatında oluşan “Türk ve Müslümanlar” meselesi gündeme oturmuştu. Bu konu ile ilgili çok yazılan ve çizilen olmuştur. Lâkin Lenin’den sonra kurulan “Stalinist Komünist Sovyet İdeolojisi” o günün demokrasi ve insan haklarını tanımayan veya görmemezlikten gelen dünya şartları içinde yeni bir sömürücü “Diktatörlük”ün ihdası ile sonuçlanmıştı.
Aslına bakarsanız, bir Batı Avrupa Germen halkı olan Rusların, Doğu Avrupa bozkırlarına taşınarak “Slavlık” adı altında yeni milliyet oluşturmanın daha ilk günlerinde, adı bile Türk olan “Deşt-i Kıpçak’ta ” (Bugünkü Ukrayna) evvelden beri gelen Türk unsurlarla tanışıp kaynaşmanın dikkate değer tarihi bir tezahürünü Cengiz İmparatorluğu ilk öncülerinin 13. asır ilk yarısında, buralardaki Türk yapısının yenilenmesinde de açıkça görüyoruz. Slavlarla işbirliği içerisinde bulunan Kıpçaklara Türk Moğol’u komutanlarının “Siz de Türk’sünüz biz de“ şeklinde açıklama yaparak yanlarına çekmeyi başardıkları da bilinen tarihin birinci ağızdan ifşasıdır.
Evvelce Orhun Abidelerinde de anlamı vurgulan “Demirkapı”dan geçerek Avrupa içlerine giden Hun, Kuman gibi Türk unsurların, o zaman Türklük çemberi içinde bulunan Bulgarlara karışarak yeni bir terkip olarak “Kıpçaklık”ı ihya etmesi, şimdi Türk Moğolları ile gelen “Türk-Tatar” unsurlar ile de yeni bir kaynaşma ve birliktelik oluşturmuştur. Bundan sonra Rus tarihi âdeta bir “Tatar Tarihi” şeklini almış ve “Slav” devlet yapısını kesinlikle Moğolistan’dan taşınan ve Orhun Bölgesi’nin en inat Türk unsuru Tatarların düşünceleri oluşturmuştur. Artık yeni sosyal, idari ve kültürel yapı Türk-Tatar-Kıpçak yenilenmesinden Rus Devleti’nin ilk temelleri atılmıştır.
Bugün özellikle Rus ve Avrupalı “Oryantalist”, bilim adamları “Slav” oluşumu ve yayılmacılık ideolojisini Türk motiflerinden argümanlarla izah etmekten başka çare bulamamıştır. Bu sebeple bu düşünceler bir yakıştırma değil, tarihi bir hakikattir. Hatta “Çar” kelimesinin Türkçe bir unvan olması Boris Gudunov adlı vaftiz edilerek Hristiyanlaştırılmış bir Türk’ün ilk “Çar” ilân edilmesi de, bize bu gerçeği doğrulamaktadır.
İlk Rus yayılmacılığından, son 70 yıllık Sovyet dönemine kadar Rusların kullandığı metotların hiç de Avrupalı bir kavmin değil, tamamen Şarklı bir geleneğin yerleşmesi şeklinde görüldüğü, Türk Sosyal ve hükümranlık düşüncesinin kötü bir kopyasından başka bir şey değildir. Bolşevizm’in Altın Ordu yıllarından etkilenerek “Altın Ordu-Ak Ordu” gibi adlandırmalardan etkilenerek kurduğu “Kızıl Ordu” adında bile, sanırım bu gerçek yatmaktadır. Bugün bile Türk olduğunu bilmekle beraber Hristiyanlaşarak Rus Devlet bürokrasisinde 18. yüzyıl tespitlerine göre 300 Tatar ailesinin varlığından bahsedilmektedir. Bunu Rus Türkolog ve tarihçilerinin son 200 yılda bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştırarak ortaya koydukları ürünlerden rahatlıkla anlayabiliriz. Moskova-Leningrad-Kazan gibi eski Türkoloji merkezleri Başkurdistan ve Taşkent’te de muhtevası ne olursa olsun Sovyet döneminde bile pek canlıdır.
Tabii olarak Rusya’da yaşayan bir Türk olduktan sonra bu durumdan etkilenmemek mümkün değildir. Sovyet döneminde kasıtlı olarak “Türk” kelimesinden uzaklaşılarak “Rusya Müslümanları” adlandırması ise söz konusu unsurların ümidini bozmamıştır. Sultan Galiyev ve Turar Ruskolov gibi iki Tatar ile Neriman Nerimanov gibi ilk Bolşevik önderleri bu cümleden sayabilir, hatta “Merkezi Türkistan” karşılığı icat edilen Özbekistan Cumhurbaşkanı Feyzullah Hoca’nın, Stalin tarafından katledilişine kadar aynı ümidi tedbirli tutumlarına rağmen koruduğunu hâtıralarından anlayabiliyoruz. Şüphesiz ki Galiyev ve Ruskolov’un kafalarında da, Stalin’in ateş çemberinin tedbiri elden bırakmayan şüpheleri bulunmaktadır. Başkurdistan Cumhurbaşkanı A. Zeki Velidi, Tataristan Cumhurbaşkanı Sadri Maksudi, Buhara Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hocaoğlu, belki bu sinyali daha erken almış ve Türkiye’ye sığınarak ömürlerini burada tamamlamış, fakat dışarıya kadar taşınan bazı tartışma konuları hâlâ devam etmektedir.
Rus düşüncesi, istediği kadar Türk-Tatar motifler taşısın, hala eski devri canlandırmak görüşü Rus Milliyetçiliğinin “Şoven” yüzünden başka anlama gelmez. Gerek “Bağımsız” oldukları kabul edilen 5 Türk Cumhuriyeti ve gerekse Kırım-Tatar-Başkurt ve benzeri Özerk Cumhuriyetler nazarını Bolşevizm’in yeniden ihyası olan arka plândaki “Slav Şovenizmi”ne değil demokrasiye çevirmiştir. Ne kadar ürkek davranırsa davransınlar, Dünya menfaatleri için elzem olan bu yapıdan geri dönmek kesinlikle mümkün değildir. Bu konuda son olarak en akıllı örneği de Mustafa Cemiloğlu’nun resmi hüviyeti ile yaptığı açıklamalar tabir yerinde ise tam bir “Memorandum” niteliğindedir. Çeçenler gibi asrımızın asla kabul etmediği ve etmeyeceği “Silâhlı” direnişler yerine geleceğini Ukrayna Devleti ile birliktelik ve batıda araması, diğer Türk Devletlerine de örnek teşkil edebilecek çok akıllı bir davranıştır. Çünkü artık dünyada modası geçmiş stratejik konumlar ile duygulara dayalı kararlar önemini kaybetmiş”, Akıllı Siyâset” kavramı çoktan öne geçmiştir.
Bu bakımdan “Bolşevizm”i kuvvetlendirecek sahte dostluklardan tarihi tecrübeler ışığında vazgeçmek gereklidir. Çünkü Putin’in siyasetinin, geleneksel Rus Şovenizmi’nin tezahürü olan “Rus Milliyetçiliği” çağrışımından başka anlamı yoktur. İki milliyetçilik eski düşüncelerle kesinlikle bir arada tutulamazlar. Ancak “Milliyetçilikler” dediğimiz düşünceler milliyetlerin birbirine karşılıklı saygısı ve müsamaha ortamında yürüyebilir. Bunu da “Şoven” anlayışlar ve aldatmacalar değil serbest-tam demokratik tedbir ancak çözebilir. Bulgaristan Filistin’den bile kötü durumdaydı. Son 20 seneden beri demokrasiye yönelmesi ve Avrupa ile bütünleşmeye çalışması hem milliyet aykırılıklarını gündemden düşürmüş hem de ülkede huzuru sağlamıştır.
Sağlıcakla kalın.