Aşağı yukarı bir yıldan beri bu sütunlardayız. Faal bir siyasetçi olmadığımız halde mahalli ve ulusal basın demeden ve hiçbir ayırım yapmadan bir hayli politik yazılar yazdık. Şimdi seçim bitti ve mümkün mertebe siyasi yazılarımı da kestim. Sadece destek olmak için bir Adana gazetesinde yazdığım yazıları da durdurdum. Bu sıralarda genellikle üzerinde çalıştığım konularda genellikle okuyucuyu sıkmayacak bir üslup ile mümkün mertebe yumuşatarak ve genelleştirerek meseleleri aktarmaya çalışıyorum. Her türlü eleştiri ve tamamlayıcı bilgilere de saygılıyım. Böyle yorumlardan da hiçbir şekilde alınmam. Lâkin özelden gelen mesajlara ve facebook tartışmalarının hepsine ulaşamıyorum. İmkân varsa yazı altı yorumlara yer verilirse genellikle benzer olan sorulara daha kolay cevap verme imkânı olur. Özellikle bazı konulara tartışılsın ve okuyucuyu araştırmalara sevk etsin diye yer veriyorum.
Arzettiğim gibi dünya kadar siyasi ve ideolojik yazı yazdım. Lâkin özellikle gençler hâlâ siyasi konulardaki fikrimi çok nâzik bir üslupla soruyorlar. Çok beğendiğim Mustafa Cemiloğlu gibi fikirlerim kendime aittir ve hiçbir özel ve tüzel kişiliği bağlamaz. Şimdi 65 yaşındayım ve çocukluğumdan beri ”Türkçüyüm-Ülkücüyüm-MHP’liyim”. Hâtıra kitabım “İşkence”nin (Ötüken Yayınevi )dışında siyasi kimliğim öne çıkmaz. Çünkü onlar benim çalışmalarım ve mütevazi ürünlerimdir. Gençlik yıllarımda dizlerinin dibinden ayrılmadığım “Büyük Ustalar”ca “Milliyetçi-İslâmcı” diye nitelendirilirken, akranlarım “Irkçı-Turancı-Şaman” derlerdi. Bu üçlemenin birincisinden suçlanarak 7 ay da hapis yattım. ”Şahsiyet yapmak” şeklinde yorumlanmaya müsait olan bu satırlar için affınıza sığınırım; çok soruluyor, iki satır ile bir “İşkence”de bir defa toplam iki ve son defa yazmış oldum.
Tartışmalarına sebeb olduğum iki ülkücünün tam medeni ölçüler içerisinde fikir alışverişlerinden amacımın hasıl olduğunu anladım ve cidden gurur duydum. Alevilikle ilgili yazılarım için sevgili “Dedeler”e doyurucu açıklamalar yaptım ve bir noktada buluştuk. Aldığımız karar şudur: Memleketin birlik ve beraberliğe, hepsinin üstünde müktesabatımız olan kimliğimize halel gelmemesi için “Türkmenlik Ruhunu” her türlü yabancı ideolojilerin üstünde tutmak ve siyasete kullandırmamak. Yetkili olduğumuz yerlerde, Aleviler için, MHP’li Belediyeler’den kültürel etkinlik arzularının mutlaka karşılanması için gayret sarfedeceğiz. MHP’li Tarsus Belediyesi geçen dönem inşaa ettiği “Şah İsmail Parkı”nın bütün MHP’li Belediyelerce emsal alınarak çoğaltılmasını sağlayacağız. ”Allah” inancı ile kendilerini baş-başa bırakıyoruz; lâkin sırf Osmanlı diye tarihimizin büyüklerini küçültmeyecekler. Nasıl biz İsmail’i başta taşıyorsak, onlar da bizi rencide edecek şekilde tarihi kişiliklere karalama yapmayacaklar.
Şamanizm ile ilgili en aydınlatıcı açıklamalar Amerika mahreçli olmak kaydı ile Avustralya’dan bize ulaştırıldı. Sanıyorum konuya çok ilgi duyan ve çalışan bir dostumuz. Gönderdiği 6 dosyayı şöyle kaba-taslak inceledim. Şamanizm’in bir din olduğu konusunda ısrarlı olduklarını gördüm. Aslında fikirlerimiz ve düşüncelerimiz arasında çok farklar yok. Lâkin Amerika’da Türk Tarihi ve Türkoloji çalışmaları Avrupa’ya göre çok yeni. Yeni ve modern çalışmalar öncekilerden kopuk ve temelsiz. Bu hususu en güzel şekilde Türkler’in “Ataerkil” olmadığını ısrarla belirten Peter Golden’de rahatlıkla görürüz. Bu konuları 200 yıldan beri hakkıyle inceleyen Avrupalı ve Rus bilim adamlarının çok ileride bulundukları söylememiz şarttır. Bizde bu tartışma ve çalışmalar Fuat Köprülü ile başlamıştır. Öğrencileri Osman Turan, Abdülkadir Gölpınarlı, Faruk Sümer ile devam etmiştir. Özellikle Gölpınarlı’nın derin ilâhiyat bilgisi öğreticiliğin de üzerinde anahtar nitelikler taşır. Birer tarihçi olarak Osman Turan ve Faruk Sümer de Türk inanç sistemine meskukat ışığında anlam kazandırmışlardır. Aynı yıllarda Eliade ve Melikof ile Roux gibi Avrupalılar Şamanizm başta olmak üzere Türk İnanç dünyasını çok ileri mevkilere taşımışlardır. Bu görüşleri kullanan Türk bilim adamı Yaşar Ocak ise Şamanist materyallerin aynısı ve benzerlerinin diğer Asya dinleri ve Kutsal Kitaplar’da da bulunduğunu ispat etmiştir. Bunların ışığı altında dünkü yazımda ilim dışı hiçbir hususa yer vermeden kaba hatlar çizdim. Elbette bu yazı çerçevesinde bütün bu meseleleri bihakkın ortaya koymak ve tartışma yapan arkadaşlar gibi detaylandırmak mümkün değildir. Yoksa anlatılanları hepimiz bilmekteyiz.
21.Yüzyılda bilgiler çok erken bayatlıyor. Çünkü arkeolojik kazılar sonucu elde edilen materyaller birgün önceki tesbit ve öngörüleri hükümsüz hale getirebiliyor. Meskukat aramaları ve çözümleri de öyle. Bilim adamları boş durmuyor. 1918 yılında Yeseviliği katı Sünni bir görüş olarak keşfeden Köprülüzade Fuat, 1940’larda bu görüşlerden döndüğünü ve Yeseviliğin aynı zamanda “Heteredoks” Sufi bir özellik taşıdığını ortaya koymuştur. Bizim gibi işin çıraklığı ile uğraşanlar da böyle durumlarla karşılaşabiliyor. 29 Nisan günü bu sütunlarda yazdığım “Aleviliğin Bugünkü Durumu” başlıklı yazıda Baba İshak Kefersud’un Sivas Kadısı ve Suriyeli Rum asıllı bir âileden geldiğini belirtmiştim. İrticalen aktardığım bu bilginin hafızama nereden intikal ettiğini hâlâ düşünüyorum. Çünkü dün kısmen yeni yapılmış bir çalışmada bu hususun doğru olmadığını ve Kefersud’un “Türkmen”olduğunu; hatta bunun da ötesinde bu zatın mürşidi ve Vefai Tarikatının kurcusu olan Ebu’l-Vefa Bağdadi’nin de Türk olduğunu öğrendim. Bu durumda mutlaka yeni olan çalışma doğrudur. Herhalde kendimizi düzeltmemiz şarttır.
Zamanımızda yapılan araştırma ve çalışmalarda bilhassa şu hususda dikkatli olunmalıdır ki bilgiler hızla eskiyor. Özellikle öngörüler kısa zamanda değişebiliyor. Kıyas yolu elde edilen bazı bilgileri de mutlaka o şartlar içinde kullanmak doğrudur. İnşaallah Baba İshak ile ilgili mutlaka muteber olan o kaynağı da bulup sizlerle paylaşacağım. Çünkü doğru tekdir. Ama ne yazık ki böyle hatalar her zaman oluyor. Çünkü özellikle etnik bilgiler o zaman için çok geçerli değildi. Düzeyli çalışma ve tartışmalara devam edeceğiz. Kesinlikle doğruluk derecesi olmayan bilgilerle kafamızı doldurmayacağız.
Esen kalın.