Musul-Kerkük, Suriye, Doğu Türkistan, Balkanlar, Kıbrıs, Kırım ve daha nice Türk illerinde bulunan mazlûm, mâsûm, boynu bükük, ezilen, sömürülen, katledilen, tecâvüz mârûz kalan Müslüman Türk’e gözyaşı akıtmayanların, Filistinlilere, Somalililere, Afganistanlılara… akıttıkları gözyaşlarının sahici olduğuna inanmıyorum!
MUSUL-KERKÜK VE SURİYE TÜRKMENLERİ…
Yirmi birinci asrın bu gününde, Türk Dünyâsı, hâlâ kendine dönebilmiş, kendini idrâk edebilmiş, mes’elelerine çözüm aramak şöyle dursun, bunların neler olduğunu sağlıklı bir biçimde tespit edebilmiş değildir.
Bugüne kadar hüküm sürdüğü her coğrafyada bıraktığı medeniyet izlerinin peşinden bile gitmeyi ihmâl etmiş, zaman zaman gidenleri horlamış ve horlanmalarına kayıtsız kalmış, böylece, muhakeme imkânına dahi fırsat bulamadan yeni yeni çıkmazlara sürüklenerek / sürüklendirilerek onlarla boğuşmak zorunda bırakılmıştır.
İkide bir, yaşadığımız coğrafyanın dinî, kavmî ve kültürel hususiyetleri öne sürülerek mâzeretlere sığınılmış ve maalesef , ‘Türk Dünyası gerçeği ‘ hep ikinci – üçüncü sıralara itilerek ihmâl edilmiştir.
Ve yine, ikide bir İslâmiyet’i öne sürerek ” Türk” kelimesini söylemekten kaçınanlar şunu iyi bilmeli ve idrâk etmelidir ki, Türk Milleti, Ashâb-ı Kirâm’dan sonra İslâmiyet’e en çok hizmet eden ve edecek olan millettir.
Fakat; yine iyi bilinmelidir ki, Türk kelimesini söylemekten kaçınan bu söz cambazları, akıllarınca “azlık ırkçılığı” yaptıklarını kimsenin sezmediğini ve bilmediğini sanmaktadırlar.
Akıllarınca; Türk’ü gözden kaçırarak, Türk’ü gözden düşürerek ve ırak tutarak, sinsi emellerini sürdürmek istemektedirler.
İşte; zihni açık, gönlü berrak ve samimî olarak İslâm ateşinin gönüllerini yakan Türk Ocağı mensupları, dünyâ Türklüğü’nün çile yumağı hâline getirilen ve maalesef, tıpkı Balkan Türkleri, Doğu Türkistan Türkleri, Kıbrıs, Kırım, İran Türkleri…gibi destekten, yeterince değil, hemen hemen hiçbir hisse alamayan Musul-Kerkük ve Suriye Türkleri hakkında, mes’elenin ehli iki değerli ilim adamı tarafından verilen bir konferansla insanlarımızın gerçekleri görmelerini sağlamışlardır.
Hemen ifade etmeliyim ki, bu konferans, Türkiye’nin değil, Türk Dünyâsı’nın bütün üniversite gençliğine sunulmalıdır. Musul’da, Kerkük’te ve Suriye’deki Türk unsurlarının çektiği çileler, onlara yapılan zulüm ve işkenceler, katliamlar , bütün açıklığıyla kendi insanımıza olduğu kadar dünyâya da duyurulmalıdır.
Fakat görünen odur ki; bugün, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun ne Doğu Türkistan’dan, ne Karabağ’dan, ne Balkan Türkleri’nden, ne Kerkük ve ne de Suriye Türkleri’nden haberleri vardır. Durum, maalesef budur!..
Hiçbir dâvânın susarak kazanıldığı görülmemiştir. Hiçbir dâvâ, mensupları tarafından sahiplenmedikçe başarıya ulaşamamıştır.
Konferans; Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz ve Türk Ocağı Samsun Şubesi Başkanı Prof. Dr. Tuncer Çağlayan’ın açış konuşmasıyla başladı. Onlardan sonra; ilk sözü, “Suriye Oğuzboyları Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği” kurucularından Av. Ali Öztürkmen aldı.
Av. Ali Öztürkmen; Türkler’in, Suriye’ye 868’den îtibaren gelmeye başladığını ve Mısır’da Abbasî halifesine bağlı olarak Ahmed bin Tolun tarafından ilk Müslüman Türk devletinin kurulduğunu, bunun daha sonraları Suriye’yi ele geçirdiğini , böylece Orta Doğu bölgesine hâkim ilk Türk Devleti’nin Suriye coğrafyasında bulunduğunu belirterek, bu coğrafyaların başkalarına ait olduğunu iddia etmenin mantıksızlığına dikkat çekti.
Av. Öztürkmen’in sözlerini şu başlıklarla özetlememiz mümkündür: Suriye’de üçbuçuk milyon Türk yaşamaktadır. Bunların bir kısmına, Türkçe “unutturulmuş”tur. Çünkü; Suriye’de, Türk düşmanlığı en hat safhadadır. Düğünlerde bile Türkçe türkü söylemek yasaktı. Bizi, sâdece Esedler’in zulmü öldürmedi; bizi asıl öldüren, Türk Dünyası’nın ilgisizliğidir.
Suriye Türkleri, her dönemde zulüm gördü. Hâlâ da görüyor. Hama ve Humus’ta koyun gibi boğazlandık. Katliamlarda binlerce Türk öldürüldü, kimseden yardım gelmedi. Türk mülteciler, tam sekiz ay Türkiye sınırında bekletildi. Bugün; Suriye Türkleri sahipsizdir. Fakat buna rağmen, Türkler, ne Araplaştırılabildi ne Kürtleştirilebildiler. Türkler’in oturduğu bölgeler yakılıp yıkılıyor, yağma ediliyor. Şu anda, bâzı- çıkar amaçlı – Türkmen cephesi adıyla kuruluşlar kuruluyor. Dış baskılar çok olduğu için, bunlar tesir altında kalabiliyorlar. Suriye, âdeta Afganistan’laştı.
Av. Ali Öztürkmen, kendisine tevcih ettiğim bir soru üzerine de şunları söyledi: “Ne yazık ki; bugün, Türkiye’de yaklaşık iki milyon Suriyeli var. Bunların hangi kavimden olduğu belli değildir. Çünkü; Türkiye Suriye sınırı-maalesef- yol geçen hanına dönmüştür.
Bir Türkmen asla dilenmez. O, şerefli bir hayat kadar şerefli bir ölümü tercih eder. Türkiye’de Suriyelilerin dolaşımı belli bir ölçüde olsun diye yetkililere bildirdiğim raporumda da yazdım. Bu insanların birçoğu hapishânelerden çıkarak ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye geldiler. Türkiye, bu bakımdan, yâni sosyal güvenlik bakımından tehlikededir. Gelenlerin kaçı Arap’tır, kaçı Esedçidir, kaçı Kürttür, kaçı kapkaççıdır, kaçı hangi maksatla Türkiye’ye gelmiştir belli değildir. Bu durum, vahimdir.
Şu da bilinmelidir ki, Türkmen kampı sâdece Osmaniye’dedir. ”
İkinci konuşmacı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kudret Kevseroğlu‘ydu. Prof. Dr. Kevseroğlu, yirmi yedi senedir, ata yurdu olan Kerkük’e huzurla gidemediğini ifade ederek, şunları söyledi.
“Ali Öztürkmen, SuriyeTürkleri’nin çektikleri sıkıntıları anlatırken, sandım ki, Kerkük’ü anlatıyor.”
Prof. Kevseroğlu’nun sözlerini özet olarak nakletmek istiyorum: Kerkük’te, en az on-onbeş arkadaşım şehit edildi. 1959’dan beri Kerkük’te verdiğimiz bunca şehidimize rağmen, maalesef Türk Dünyası’na ve dünyaya sesimizi duyuramadık. Bilir misiniz ki, annemin vefât haberini bile seneler sonra öğrenebildim. Yüzde seksen Türk nüfusu olan Erbil, şu anda eriyor. Kerkük başta olmak üzere, Türkler’in bulunduğu bütün coğrafyalar tehdit altındadır, tehlike içindedirler.
1959 yılında, Kerkük katliamında dokuz yaşındaydım. O zaman Saddam’ın yaptığını şimdi başkaları yapıyor. O zamanlar, ellerinde, insanları boğmak için iple saldırıyorlardı. Şimdi başka âletlerle!..Çocuk p(i)sikolojim, o yapılan zulümlerle hâlâ allak-bullaktır!..Şu anda; Barzani’nin emriyle, hamile kadınları getirip Kerkük’te doğum yaptırıyorlar. Bunun maksadı ve hedefi iyi anlaşılmalıdır! Devlet olarak da, millet olarak da uyanık olmamız gerekir! Fakat, maalesef, değiliz!..
Sâdece 1963- 1966 arası Abdüsselâm Ârif zamanında biraz nefes alabildik. Orada, hiçbir Türk, askerî okula giremez ve devlet işinde çalışamaz. Şu anda, uçakla veya arabayla gidip gelebiliyorum. Fakat, bu, durumun vahametini azaltmaz. Korkunç bir zulüm var orada!..Irak’ta yaşayan dört milyona yakın Türk’ün hakkını korumamız, onlara sahip çıkmamız lâzımdır.
Kerkük’te, Musul’da , Telafer’de, Erbil’de yaşananlar, Suriye’de yaşananlarla birebir örtüşüyor. Bundan ibret almamız gerekmez mi?
Prof. Dr. Kevseroğlu da tıpkı Av. Ali Öztürkmen gibi endişeliydi. Fakat, hepsinin ve hepimizin müşterek kanaati şu idi ki, bize ümitsizlik değil, ümit ve çalışmak emredilmiştir.
İbret alarak, gaflete düşmeden çalışmak!..
Zîrâ; Türk Milleti olarak sıkıntılara karşı azim ve kararlılıkla direnmek gibi bir mizacımız vardır. Bize; Allahü teâlâya sığınıp, O’nda güç alıp gayret yakışır, değil mi?
Bundan birkaç ay evvel de,( 8 Mart 2014), yine Samsun Türk Ocağı’nda Doç. Dr. Abdülhamit Avşar tarafından verilen “Zulmün Bitmediği Yer: Doğu Türkistan” konulu konferansta da hemen hemen aynı şeyleri dinlemiş ve hüzünlenmiştik.Çünkü; ne hazindir ki, Doğu Türkistan’da yaşananlar da, bunlardan farklı değildi.
Doç.Dr. Avşar, bizi, milâddan önce beş binli yıllara taşımış ve o zamanki muhteşem Türk kültür ve medeniyetinin incelikleriyle buluşturmuştu. Tabiî, mukayese yaparak bugün geldiğimiz durumun vahametini de anlatmıştı. Zulüm, zulümdü. Bunu, kimin yaptığı önemli midir? Ha Çin olmuş, ha Rus! Ha Amerikan olmuş ha Arap, ha Kürt, ha Yahudi! Ne farkeder?
Musul-Kerkük, Suriye, Doğu Türkistan, Balkanlar, Kıbrıs, Kırım ve daha nice Türk illerinde bulunan mazlûm, mâsûm, boynu bükük, ezilen, sömürülen, katledilen, tecâvüz mârûz kalan Müslüman Türk’e gözyaşı akıtmayanların, Filistinlilere, Somalililere, Afganistanlılara… akıttıkları gözyaşlarının sahici olduğuna inanmıyorum!
Ve son söz Kerkük’ün:
” Ağlaram, ağlar kimin?
Derdim var dağlar kimin?
Yüz yerden yaralıyam,
Gezerem sağlar kimin?”
* OMÜ Em Öğretim Görevlisi, Şâir ve Yazar
M.Halistin Kukul