Türkiye’de, çok görmemezlikten gelinse de, bugün dünyada devâsa bir Türklük, hemen hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Dünya, Sovyetler dağılmadan önce de bunun farkındaydı.
”Şarkiyâtçılk” denen “Oryantalizm”in de, bu şekilde doğduğu geçen iki yüzyıl Avrupası’nın önemli gerçeğidir. Hatta bunun da ötesinde “Oryantalistler”deki İslami arayış ve araştırmaları da, bu çember içinde mütalaa etmek zorunluluğu vardır. Bu sebeple hâlâ Avrupa’da İslâmiyet Türklük, Türklük de İslâm içerisinde izah edilmekte ve anlamlandırılmaktadır. Ne yazık ki, Mustafa Kemal’den sonra “Cumhuriyet” hükûmetleri ve devlet anlayışı, bu önemli gerçeğe yeterince kıymet vermedikleri gibi, son on beş yılda bu kanunlaşmış anlayış tamamen sıfırlanmıştır. İşte “Türk Milliyetçiliği”, böyle bir aksaklığı düzeltmek için kendiliğinden Türk Milleti ve aydınlarının bir tefekkür tezahürü olarak böyle anlam kazanmıştır. Bu sebeple bugünkü Türk Milliyetçiliği ile geçmiş milliyet tezahürlerini birbirine karıştırmamak şarttır. Geçmiş yıllarda “Doktriner Türk Milliyetçiliği” dediğimiz zaman; efsane ve tarih kaynak olarak kullanılmakla beraber, tamamen bunların üzerinde, sistemleşmiş bir ideolojiden bahsediyoruz.Elbette “Türklüğe Lider Olmak” dediğimiz zaman, işte bu noktadan hareket ederek kastettiğimiz anlam açıktır.
Bugün “Dünya Türklüğü” yine eski şekli ile “Doğu-Batı” şeklinde ifade edilmektedir. Doğu Türklüğünün bir kısmı 1990’lardan sonra en azından müstemleke olmaktan kurtulmuştur. Fakat büyük bir kısmı en şarkta “Doğu Türkistan” olarak esaret hayatı yaşamaktadır. Doğrusunu isterseniz daha “Proto Türkler”den itibaren kültürümüzün ifade edildiği en önemli merkezler buradadır. Balkanlar, Kırım ve Kazan Türklüğünün, demokrasi asrında, kendilerini yeterince ve serbest bir ortamda ifade edebildiklerini söyleyemeyiz. Yakınımızda ve güya Müslüman ülkelerde bulunan soydaşlarımız da, onlardan katiyetle farklı değildir. Tarih ve kültürümüzde gerçek anlamını bulan “Horasan”, Afganistan adı altında “Köktendinciliğin” pençesinde tam bir “Kerbelâ” hayatı yaşamaktadır.
Milletleri ayakta tutan kültür ve medeniyetlerin, onların yaşadıkları bölgeler ve bu bölgelerde oluşturdukları merkezlerle elbette çok ilgisi vardır. Bu merkezlerin hakkıyla görevlerini yapabilmeleri, ancak hür bir düşünce ortamı ile mümkün olur. Doğudan batıya doğru Türk Dünyası’nda bu merkezler Kaşgâr-Fergana-Semerkant-Buhara-Harezm-Merv-Taşkend-Horasan-Meşhed-Tebriz-Bağdat-Kazan-Kırım-Bakü-Halep-Şam-Kahire-Hicaz-Mağrip-Dıyarbakır-Kerkük-Konya-İstanbul-Avrupa coğrafyası veya önemli merkezler olarak, aynı zamanda bir tarih ve kültür hattıdır. Bugün için bu merkezlerden Türkiye içinde kalanlar hâriç, hiç birinde Türk Milliyetçiliğini ifade etmek imkânı yoktur. Türkistan Türk Cumhuriyetleri böyle imkânı yakalamışsa da, henüz tam anlamı ile böyle bir ifadenin tezahürü pek görünmez durumda da olsa, bunun en önemli sebebi şüphesiz son 70 yıllık müstemleke kültürü olduğu kadar, yeri geldiğinde “Müstakil Son Türk Devleti” diye övündüğümüz Türkiye ve Türk insanının da eksiklikleri gözden uzak tutulamaz. Bunları kesinlikle bilmemiz ve kısa sürede fert ölçeğinde de olsa gidermemiz şarttır.
Türkiye’de “Türklüğün” tam anlamıyla kavrandığı da söylenemez. Büyük ölçüde hamasetle şekillenmiş, realize olması mümkün olmayan “Slogan Türkçülüğü” aşılamamış, ipini kopararak gitmektedir. ”Milliyetçilik mi, Türkçülük mü” diye takılı kalmışız. Din arayışında olanlar var: İslâmiyet mi Şamanizm mi? İslâm dedin mi okuyanı az; ”Şamanizm” yazdın mı sayfa kilitleniyor. ”Turancılık mı” dediniz, asri anlamı nedir, ne olması lâzımdır, Türk Milliyetçiliği’nin kendisi mi, merhalesi mi neyin nesi? Maalesef bunların hep içi boştur! Hamasetle doldurulması katiyetle mümkün değildir! Öyle ki, mafya babası da “Turancı” işi bilen ve bu hususu bir kültür, bir özlem, bir “ideâ” olarak gören de! Böyle şey olur mu?
Bugünkü dünyada şartlar ne olursa olsun Tük Milliyetçiliği’nin vatanı “Türkiye”, başkenti de “İstanbul”dur. Çünkü en azından bu fikirler serbestçe bu topraklarda ifade edilmektedir. Bu sebeple iyi bir Türk olmak, bu ülkede kültürden siyasete kadar bütün sosyal gerçeklerin tam olarak kavranmasından geçmektedir. İşte bu tespit ve kavrama olayı da “Siyaset”ten geçmektedir. Dağınık ve afaki görüşler durumu ne olursa olsun mevcut siyasete adapte olamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu siyaset etrafında birleşip, önce fikir sonra zikri olgunlaştırmak varken Türk Milliyetçiliğini hayalî şubelere ayırmak abesle iştigalden başka anlama gelmez. Hep ahkâm kesen değil, ahkâm dinleyen şerefli birey olmak meseleyi kökünden çözer. Elbette herkes akıllıdır; lâkin bu kadar aklın aynı anda izharı, akıl karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Sosyoloji, en akıllı adamı “Akıl Veren” değil aklının yolunda gidenler olarak tarif etmektedir. Felsefeciler de aynı kanaattedir. Türk Milliyetçiliğini temsil eden siyasi otoritenin eksikliklerini ortaya koymak yerine, önce kendimize çeki düzen vermeliyiz. Elbette katkı yapmak önemli bir meseledir ama her öğretmenin ve fikir adamının lider olacağı diye bir kanun veya teamül de yoktur. Aksine en çok yanılanlar fikir adamlarıdır; ama onlardan her şeyden evvel toplum olarak vazgeçmemiz mümkün müdür? Tarih ve kültürümüzde çok büyük iz bırakan, hatta çağ değiştiren büyük devlet adamlarının hiç birinin fikir adamı olduğunu söylemezsiniz. Bir Türk Birliği gerçekleştirmiş olan Cengiz Han’ın doğru dürüst okuma ve yazma bilmediği de gerçektir. İlk Selçuklu Sultanları da böyledir. Demek ki “Lider“ olmak için “Âlim” olmaya gerek olmadığı gibi, “Âlim” olup da liderliğe heves etmek de, çok anlamlı değildir.
İşin bir ilginç tarafı da şudur: Âlemin adamı ortaokul mezunudur, onu kabulleniriz de kendimize gelince kırk dereden su getiririz! Böyle bir tenakuz veya ikilemin izahı olur mu? Adamın hasbelkader bir gece okulunu bitirip bitirmediği kendi aralarında bile konuşulurken bizler “Büyük Hatip” diye hayranlık duyarız. Hâlbuki “Hatiplik” ile “Demagoji-Yalan-Abartı” birbirinden çok farklı şeylerdir. Bir zamanlar “Beraber Yürüdükleri Bu Yollarda” birlikte olduğu insanların “Ahlâkı”na kadar eleştirdiği, şahsiyeti tartışılan bir kişiden “Hatip-Lider-Başbakan-Cumhurbaşkanı” elbette olamaz. Bunların bir kısmı olmuşsa elbette kusur Türk Milliyetçilerinin kendini yeterince ifade edememeleri, ”Fatih’in İstanbul’u Fethettiği Yaş”ın şuurunu kavrayamamalarındandır.
O zaman, çok geniş çerçevede “Türklüğün Lideri Nasıl Olmalıdır?”. Bugünkü Türk Milliyetçiliğinin liderinin her şeyden evvel modern ölçülerde “Milliyetçilik”i iyi kavraması şarttır. Milliyetçilerin, kendinden önceki liderler gibi kendilerine “Allah”ın emaneti olduğu huşusunu müdrik olmalıdır. ”Biz Ülkücüleri Sokakta Bulmadık” zihniyetini şuurla kavramak, her ortamda ifade etmek vazgeçilmez şarttır. ”Doktriner” hatta “Aksiyoner” Türk Milliyetçiliğinin lideri, Türk Dünyası fikir ve kültür gelişmelerinden geniş perspektif olarak faydalanmalı, her ortamda onları koruyucu ve kurtarıcı beyanlarda bulunmalıdır. Türk Dünyası’nı sık- sık ziyaret etmeli, onların devlet adamları ile görüşmeli ve Milliyetçiliğin çemberini mutlaka bu coğrafyaya empoze etmelidir. Bu hususta Mustafa Kemal ve Alparslan Türkeş gibi liderleri kendine rehber olarak seçmelidir. Tıpkı onlar gibi gündelik hayatta bu fikirleri serdetmeli ve Milliyetçiliği hayatında bir nefes misali teneffüs etmelidir. Tıpkı bunların çevresi gibi bir çevre oluşturmalı, herkesi dinlemeli, şahıslar ve kurumlar ile sağlam dostluklar kurmalı, fakat kararı yine kendisi vermelidir. Lider çevresinden aldıkları ile yine kendi çevresini şekillendirmeli ve ondan sonra siyasi tezahürlerini, bir tartışma ortamı yaratmak için değil, bir kabul olarak topluma onaylatmalıdır.
Lider, temiz ahlâk sahibi olmalı ve buna bağlı olarak hiç yalan söylememelidir. Elbette, doğru veya yanlış “Şaibe” yememiş olmalıdır; hatta istismara kesinlikle müsaade etmemelidir. Bu tip şeylerin hafifletici sebepleri mazeret olarak dahi ortaya sürülememelidir. Liderin çevresi de, kendisi gibi düzgün ve faziletli kişilerden oluşmalıdır. Bunların dışında her boşluğun telâfisi mümkündür. Hiçbir şekilde Türk Milliyetçiliğine lider olan şahsiyetin “Âlim” olmasına gerek yoktur. Çünkü günden güne böyle gerçek “Âlimler”in sayıları da maalesef azalmaktadır.
Bu yazı okunduktan sonra, bazı aklı evveller hemen bir yerlerin işaret edildiği gibi saçma-sapan bir tenkide başlayacaklardır. Hâlbuki bu görüşler, faal siyasete hiç ilgi duymayan dümdüz bir “Türk Milliyetçisi”ne aittir. Sanılan muhatabı tanımak şöyle dursun, herhangi bir bağı da olmamıştır. Tabiî kimse asker değildir ve serbest olarak fikrini ifade edecektir. Lütfen yazıyı böyle değerlendirin.
Esen kalın.