İslâmcılık, İslamiyet’in Hz. Muhammed tarafından tebliğinden itibaren vardır. Hz. Ebubekir’in ilk Halife seçilmesinden sonra başlayan İslami tartışmalar, Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra daha da artarak, aynı menfur olayın Hz. Ali’nin de başına gelmesi, Muaviye Hilâfetinde, evvelâ İmamı Âzam’dan başlayarak mezhepleri ortaya çıkarmıştır. Abbasiler devrinde sayısı çoktan 73’ü aşan, adı ne olursa olsun, hiçbir mezhep mensubunun “İslâmcı” olmadığını söyleyemeyiz. Tasavvuf devrinde ortaya çıkan tarikat mensupları için de, değişik düşünmemiz mümkün değildir.
Peki, İslamcılık nedir? Tabii olarak her şeyden evvel İslamiyet’i ve Müslümanları sevmek. Bundan sonra sıra bu dini, kurum ve kuralları ile benimsemek, kısaca “İman” etmeye geliyor. İslâmiyet’in beş şartını kabullendikten sonra, artık herkese ve bütün Müslümanlara eşit bir mensup durumuna geliriz. Bu işin başka bir teferruatı olmadığı için Müslüman olmak çok kolaydır. Mezhepler, Tanrı kelâmı ile Peygamber hadislerinin değişik yorumlamalarından ve sonradan çıkmıştır. Lâkin fert veya millet olarak üzerinde mutabakat sağlanmış bir mezhebe mensup olmak, lüzumsuz bir tercih değildir. Fakat bir tarikata mensup olmak, mutlaka istenen bir şart değildir. Çünkü bunlar tamamen teferruattır. Derinlik ve teferruatla uğraşmak istiyorsanız, bunlarla da ilgilenebilirsiniz. Ancak bir mezhebe veya tarikata bağlı olmak, o Müslümana hiçbir imtiyaz da sağlamaz.
Dinin siyasi amaç ve hedefleri yoktur. Tamamen ilahi mesaj ve düsturları kapsar. İslamiyet’i hayatınızda yaşamak, sosyal hayatı bunun kaidelerine göre düzenlemek gibi bir zorunluluk vardır. Arap düşünce tarihi İslamiyet’i, sadece kendilerine gönderilmiş bir din olarak gördüğü ve Hz. Muhammed’i ilk siyasi lider, Halifeleri de onun devamı olarak nitelemek istediği için doğru dürüst bir devlet anlayışına sahip olmadığı gibi toplumu dağıtmaktan ve güçsüz duruma düşürmekten başka işe yaramamıştır. Sırf bu sebeplerden ötürü özellikle İslâmiyet’in tek milletli dönemi kat’l olaylarından ibarettir. Milleti mahvolduktan sonra bir can simidi olarak İslamiyet’in en kanlı doktrini “Şiilik”e sarılan Farslar da, bu bakımdan Arapları taklit ettikleri için aynı duruma düşmüşlerdir. Bugün bu tespitlerin canlı tezahürlerini görmekteyiz.
İslâm tarihinde, Allah kelâmını güçsüz duruma düşüren bu siyasî arayışlara, üçüncü millet Türk Irkı daima engel olmaya çalışmıştır. Bu sebeple Hülagü, Abbasi Hilâfetine son verdiği gibi, militan İslâmcılığın kalesi olan Hasan Sabbah’ın Alamud’unu yerle bir etmiştir. Bir Türk Ulusuna komutan olan Türkistanlı Zengiler’in evlâdı olarak yetiştirilmiş Selâhattin Eyyubi, Mısır Fatımi Halifeliği’ne bu sebeple son vermiş, yerine getirdiği Abbasi Halifeliği ise Osmanlı Yavuz Sultan Selim tarafından, bu amaçla uhdesine alınarak İslâm’da huzur sağlanmaya çalışılmıştır. Yavuz’dan önce, daha Bağdat Abbasi Halifeliği zamanında, tamamen siyasileşen bu müesseseyi Harezmşah Muhammed ve Emir Timur da sırf bu sebeplerle Türkistan’a taşımak istemişlerdi.
Bugün Arap İslâm Dünyası’nda Suudi destekli siyasî İslâm, ancak bir takım hizipler tarafından yürütülmektedir. Bu sebeple kargaşalığın önüne geçilememektedir. İran’ı da İslâm’ın ikinci milleti olarak bu şekilde değerlendirme zorunluluğu vardır. Bu sebeplerden ötürü, zamanımızda İslâm zayıf düşürülmüş ve “Süper Güç”ün emrine girmiştir. Ne yazık ki, doğru düşünceler bu gücü engellemek bir tarafa, siyasetsiz İslâm gibi doğru ve haklı bir anlayışı şuur altında da olsa, çıkar yol olarak gören samimi “İslâmcılık”ı güçsüz bırakmıştır.
Türkiye’de son 200 yıllık İslâm arayışları ve İslâmcılık, mutlaka bu çerçevede değerlendirilmelidir. Öyle ki; İslam’ın kurtuluşunu Yahudilerin bedbahtlığına bağlayan ve bunu militarizm ile ileri safhalara taşımanın adına “İslâmcılık” denmiştir. Buna benzer bir düşünce şekli olarak milliyetçilik asrında bu düşüncenin haram kılındığı şeklindeki mesnetsiz iddialar da ilahi düşünceyi yeni nesiller nezdinde sevimsiz hâle getirdiği gibi, bir avuç cami göstericilerinin oyuncağı olmaktan ileriye gidilememiştir. Bugün için “Siyasi İslâmcılık”ın içini doldurabilecek ne vardır? Üstelik böyle düşünmeyen insanları “İslâmcı” saymamak ne derece doğrudur? Şunun adını doğru koyup bugün için taraftarı kalmamış İslam’ın başlangıç yıllarına ait “Haricilik” diyelim, işi biraz daha sertleştirip katılaştıralım da iş bitsin! İslâm’da siyasi arayışlar, bu kadar tecrübelerden sonra çoktan beri anlamını kaybettiği için yanlış temayüllerdir. Doğruyu bulmak istersek çok kolaydır ve “Kelimetullah”ı iyi anlamak yeterlidir.
Türkiye’de son zamanlarda Türkçülük de aynı handikaba girmiştir. Bir tarafta yanlış İslamcıların, İmparatorluğu Türklerin arayışlarının dağıttığı şeklindeki doğru olmayan görüşlerinden ürkenler, bir taraftan da “Önce Türk Sonra Müslümanım” diyen ve kötü bir sloganda ısrar edenler. Böyle bir görüş de, “Türkçülük” değildir. Türkçülüğün en güzel ve basit tarifi Türklüğü sevmek, ona gönülden bağlanmak, Türk kültürüne âdeta âşık olmak demektir. Böyle düşüncelerin amacı ve kabullenme şekli tamamen farklı olan kazanımlarla karşılaştırılması her şeyden evvel sosyal ve düşünce bilimlerine aykırıdır. Ancak aynı cinsten olan düşünceler birbiri ile kıyaslanabilir. Rahmetli Necdet Sançar’dan duymuştum ki, acı ile tatlıyı karşılaştıramazsınız. Çünkü varoluşları çok farklıdır.
Türkçülüğün siyasi hedefleri vardır ki; bunun ilki devlete sahip olmak ve aynı kültürden gelen diğer Türk devletlerine hâkim kılmaktır. Milliyetçilik mi, Türkçülük mü şeklinde dar bir çerçeveye sıkışıp kalmak ve sürekli olarak bu takıntıları mesele etmek “Slogancılık”tan başka anlama gelmez. 50 yıldan beri bu teferruatı tartışıyoruz da elimize ne geçmiştir? Bunları birbirinden farklı gibi göstermek, Türk insanını içinden çıkılmaz bunalımlara sürükler. Her şeyden evvel tarif etmek gibi bir zorlukla karşı-karşıyayız. Maşallah, zaten bilgi ve kültürden dolup taşıyoruz da, şimdi bir bu konu kalmıştır! Siyaset “Milliyetçiyiz” diyor, hemen karşı çıkmak ve uç gibi görünmek sevdamız depreşmiştir! Hiçbir Türk insanı diğerinden ne fazla Türkçüdür, ne de daha fazla Milliyetçidir! Çoğu kasıtlı olarak ortaya bu sun’i söylemlerden mutlaka imtina etmek gereklidir. Bunun yerine bol-bol okumak ve Türk tefekkür sistemini iyice kavrayarak gündelik çalışmaları mutlaka olgunlaştırmalıyız!
Türk düşüncesinde mefhumların öncelik sırası yoktur. Hatta tarih boyunca hep imparatorluk olarak yaşadığımız için dünyaya cihangir olan devlet başkanlarımız gerçek düşüncelerinin adını bile anmadığı dönemler olmuştur. İşte bu dönemler Türklük ve Türkçülüğün yükselme ve azamet devirleri, kavramlara takılmak ise ayrışma alâmetleridir.
Siyasi Türkçülük siyasetin emrinde olan Türkçülük değildir. Aksine siyasetin amaçladığı bir düşüncedir. Siyasette realize olmamış fikirler bir kavram olarak kalmaktan öteye geçmez. Bu sebeple siyasetin ayak seslerine kulak vermek ve onunla paralel bir yol haritası çizmek, başarılı olmak isteyenler için tek hedeftir. Çağın dışında kalmış efsaneler ancak bize heyecan verebilir, duygu yükleyebilir. Hiç kimsenin “Moğolizm” hayranlığı yapmaya hakkı yoktur. Eğer böyle düşünmezsek Türk Düşüncesi’nin yerinde sayması gerektiğini kabullenmiş oluruz. Nasıl temiz ve modern yaşamayı hepimiz seviyorsak “Türkçülük”ün tarih boyunca kat ettiği mesafeyi nazara alarak, tamamen asrımıza uygun modern milliyetçiliği yakalamak zorundayız. Bu da siyasete sürekli olarak akıl vererek değil siyasetle bir tesanüt içerisinde çalışmakla ancak mümkündür. Masa başında hayatında siyasete müdahil olmamış ve sürekli tenkitlerle kendilerini teselli edenlerin gayret ve emeklerine yazıktır. Çünkü Türkçülüğün siyasete taşınması için en az yüz yıldan beri sistemli ve doğru bir yol takip edilmektedir. Bunu sekteye uğratmaya âlet olmak çağımızın modern insanının işi değildir.
Peki, siyasetin takip ettiği yol doğru mudur? Bunu tartışmak şahısların işi değildir. Çünkü siyaset bir kurum işidir. Katkı bu kurum veya kurumlara yapılmalıdır. Dünyada hiçbir münferit hareketin başarıya ulaştığı söylenemez. Aksini iddia etmek bilimi de, sosyolojiyi de kabul etmemek anlamına gelir. İşte bu sebeplerden dolayı, doğru Türkçülük bütün mensuplarının aynı hedefe kilitlenmesiyle ancak mümkündür.
Kalın sağlıcakla.