Ali Bademci
Eskiden üniversitelerimiz İstanbul ve Ankara’ya münhasırdı; 1970’lerde başlayan ve ekonomi eğitimi veren “Akademiler”in büyük şehirlerimize dağılmasıyla Anadolu’da yüksek eğitimin yaygınlaştırılasına başlanmıştır. Şimdi 123’ü devlet üniversitesi, 73’ü vakıf olmak üzere 196 üniversitemiz bulunmaktadır.
Fakat yine de üniversitelerin üçte biri büyük şehirlerimizde toplanmıştır. Türkiye’de en fazla yüksek eğitim kurumu İstanbul’dadır ve üniversite adedi 28’dir. Bunu 10 üniversite ile Ankara, 7 kurum ile de İzmir izliyor.
Öğrenci sayısına gelince 2008-2009 rakamlarına göre bu okullardaki öğrenci sayısı 1 milyon 274 bin 618’i kız olmak üzere toplam 2 milyon 924 bin 281’e ulaşmıştır. Bunun dışında Polis Akademisi’nde 35 bin 211, Açık öğretimden ise 306 bin 770 böylece toplam 3 milyon 266 bin 262 kişi yükseköğretim görüyor demektir.
Buna karşılık, aynı dönem akademik yılında 100 bin 574 öğretim elamanı vardır. Bu sayının 13 bin 622 Profesör, 18 bin 538 doçent, 34 bin 792 öğretim ve araştırma görevlisi, 3 bin 33 çevirici ve uzman olarak görev yapmaktadır. Böylece akademik personel sayımız 170 bin 539’dur.*
Rakamlar böyle. Acaba bu kadar kaynakla akademik araştırmalarımızın muhteva olarak durumu nedir? İşte en önemli mesele budur. Ön lisans, lisans, mastır çalışmalarını bir yana bırakın. İlim adamlığına ilk adım olarak ihtisaslar, yani doktorların durumu nedir? Yeterli midir? Gerçekten bunlardan faydalanılıyor mu?
Uluslararası ölçeğe taşınanlar var mı? Mahalli istifadeler oluyor mu? Yayımlananlar var mı? Kaynaklandırma durumu nedir? Kaynaklardan alınan bilgilere ne derece katkı sağlanabiliyor?
İşte bütün bu soru ve sorunlar, Türk düşüncesinin yazım ve birikim hayatını oluşturan meseleler olarak karşımızda durmaktadır. Dijital ortamda, çeşitli sitelerde bunların çoğuna her an ulaşmak mümkün. Belli bir emek verildiği ve ortaya iyi bir ürün konulmaya çalışıldığı elbette iyi niyetli bir hareket olarak inkâr edilemez. Ancak bunlardan %1 serbest yayıncılıkta talip bulabildiği düşünülürse çok iyi bir seviyede bulunduğumuz söylenemez. İnternet âdeta bir “doktora tezi” çöplüğü hâline gelmiştir. Eskiden bu tezler bizim gibi serbest çalışanlar için heyecanla beklenirdi. Bu kabil eserlerden yayınlanmayan çok kıymetli çalışmalar bugün ısrarla aranmaktadır. Bir örnek olarak Ş.Tekindağ’ın “Karamanlılar” adlı doktora tezini gösterebiliriz. Bugün hâlâ o konuda bu seviyede bilgi ve donanıma erişebilmiş değiliz. Bu sebeple yeni tezlerden faydalanıldığını kesinlikle söylemek mümkün değildir; usul yerini bulsun diye yapılan çalışmalar olması dolayısıyla sahibinden başkasına faydasının olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bir kere artık doktoralarda hemen hemen lisan ortadan kalktığı için çalışılan sahalarda yabancı kaynakları görmenin zorluğu bir yana, yerli kaynaklara bile sadece isim olarak erişebilinmektedir.
Tezlerde görülen umumi rahatsızlık, beş satırlık bir paragrafta 15 dipnot kullanılmasıdır. Bu durumda yazarın kendi katkısı ve düşünce mahsullerini kesinlikle göremiyorsunuz. Hâlbuki dipnotlar, zikredilen eser ve kişi ile ya aynı görüşün paylaşıldığı yahut da ispatı gereken hususlarda kullanılmaktadır. Dolayısıyla tırnak içinde verilmeyen iktibaslar bile değersizdir. Tezlerde dijital ortamın en büyük nimetlerinden olarak bol bol“kopyala-yapıştır” görmekteyiz. Yazarın amacı nedir, ne yapmak istiyor, neyi anlatmak istiyor bunu tespit imkân haricidir. Hâlbuki geride “Cumhuriyet Devri” uygulamaları gibi dev bir alt yapı durmaktadır. Mutlaka hocanın tasvip edeceği görüşleri taşımak ve uygulamak çok da önem taşımamalıdır. Zaten bizde önemli bir hastalık da, akademisyenlerin birbirini okumamaları ve tanımamalarıdır; bu hususu anlamak mümkün değildir.
Bu kadar üniversite bolluğunda, insanlar ve araştırma yapanlardan daha ciddi ve daha tutarlı çalışmalar beklenmektedir. Bunu sağlamak için sanıyorum daha yeni mevzuata ihtiyaç vardır.
Sağlıcakla kalın.
__________________________
* http://www.on5yirmi5.com/haber/egitim/universiteler/7010/iste-universitelerde-son-durum.html)