Ne yazık ki, daha başta beri İslâm Dünyası’nda Sünnî-Şiî karşıtlığı, ilk meydana geldiği yıllardaki kadar gündemde ve canlıdır. Konumuz bu iki kutbun benzer ve karşı durumlarını izah etmek değildir. Bu tamamen ilâhiyatçıların meselesi ve yetkisinde olan bir husustur. Şüphesiz her yönden en doğru bilgileri onlardan alabiliriz. Tabiî bilim adamı ilâhiyatçılardan bahsediyoruz; yoksa yarım yamalak bilgilerle ve peşin hükümlerle meseleye bakanlardan değil..
İslâm kültüründe Sünnî-İslâm mezhepleri arasında işi çatışmaya kadar götürecek derin fikir ayrılıkları yoktur. Ancak bu mezhepleri kabullenme hususunda ayrı ayrı milletlerin belli Sünnî mezheplerde toplanmaları söz konusudur. Söz gelimi Türkler ve Hint Müslümanları, çoğunlukla Sünnî-Hanefî, Farslar-Araplar-Kürtler ise genellikle Sünnî-Şafiî, Malikî ve Hanbelî’dir. Tabiî olarak, aynı milletlerden Hanefî olanlar olduğu gibi Türkler ve Hintlilerden de, şüphesiz diğer Sünnî mezheplerden olan insanlar da vardır. Şiilik de bu durumun çok dışında değildir. Yine genel olarak Sünnî-Şiî çatışması genellikle Araplarda yoğundur. Tabii olarak bu düşünceler bir iddia değil tamamen gözlemdir. Şüphesiz ki, ilmî çalışmalar daha doğru ve net bilgiler ortaya koyarlar.
İşin ilginç yanı, ilk Müslümanlar olan Arapların Sünniliği gibi Şiiliği de, kendi aralarında oldukça tartışmalı ve hattâ çatışmalı bir durumdadır. Birçok Sünnî Arap, kendilerinden olmayan Sünnîleri sevmez ve ayrı görürler. Zaten Arap ırkının bu kıskançlığı Arap olmayan Müslümanlara “Acem” demeleri ile başlamış fakat sonradan “Acem” mefhumu “Fars”veya “Sasanî” deyiminin yerini almıştır. Nedense Sünnî de olsa, Şiî de olsa “Acem” milletler arasında mezhep çatışmaları Araplarınki gibi kanlı ve kinli ölçülerde değildir. İşte bu sebeple bırakın Müslümanların bir kanaat altında toplanmasını, mezheplere göre dahi birleştiremezsiniz. Zaten tarihin hiçbir devrinde de böyle bir şey olmamıştır. Ham hayalleri boş verin!
Günümüzde İran’da hâkim devlet düşüncesi dahi “12 İmam Şiası”dır. Hemhudut olması ve daha evvel, yani Türkmen ve Türk idareli tek parçalı olan zamanlarda Irak’ın bugünkü Şiî yapısı, az çok İran’a benzeyebilir. Lâkin Arap Irak’ı ve Arap milliyeti için bu bile söz konusu değildir. Çünkü özellikle Şiiliğin ana vatanı olan Kufe –Necef-Basra –Bağdat 12 İmam Şia’sının yanından bile geçmez. Ancak Musul’un Türkmenlerini bu çember içine koyabiliriz ki, bu zaman da Telâfer’in Bektaşiliği öne çıkmaktadır. Çünkü bunlar tamamen Anadolu Türkmen Aleviliğinin devamıdır. Dolayısıyla, Şiiliğin Iran ve Irak için birleştirici olması mümkün değildir. Evet, inanç Hz. Ali kaynaklıdır ama başka hiçbir hususta birliktelik sağlayamazsınız ve sadece siyaset yaparsınız. Hasan Sabbah’tan ötürü bugünkü İran’ın İsmaililik’le de hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Türkmen Kaçarlar döneminde Ağahanlar adını alan bu düşünce çoktan Hint’e taşınmış ve İran’da İsmali-Nizarilik de son bulmuştur. Bugünkü İran’da, özellikle Türkmenler Şii deyimini bile kullanmazlar. Devletin kurucusu olan Safeviler zaten Sünni-Şafii bir gelenekten gelmektedir. Deylem’in Büveyhoğulları’nın hemen hemen bugünkü İran İslâm Cumhuriyeti’ne hiçbir inanç etkisi olduğu söylenemez. Farslar da, Türkmen Şiası’nın üzerine inşa edilen Şii 12 İmam düşüncesinde Türkmenlerle entegre olmuşlardır. Yine de Türkmenler ve Farslar arasında en az %25 Sünnî vardır. Çünkü Safevileri Sünni Akkoyunlu Türkmenleri ile Şiiliği pek anlaşılmayan ve tezahürleri de görülmeyen Karakoyunlular oluşturmuştur. Özellikle Türkiye’ye yakın olan bölgeler ve Türkmensahra için bu görüşler pek doğrudur. Uzun Osmanlı devirlerinden sonra Safeviler ve hususen Şah İsmail devrindeki Türkiye-İran inanç birliği de, en az üç yüz yıldan beri söz konusu değildir ve bu konuda özellikle Sivas-Amasya-Tokat merkezli Doğu Anadolu çoktan İran’ın etkisinden çıkmıştır. Şu anda Türkiye Alevilerini siyaseten İran’ın yanına koymanız mümkün değildir. Aksine Türkiye Alevilerinin Balkan Bektaşileri gibi yüzü batıya dönüktür.
Suriye’ye gelince, burası apayrı bir İslâm coğrafyasıdır. Emeviler devrinin şiddet politikası, Şiiliği buradan Irak-Kufe ve Necef’e kovmuştur. Irak’a yakın olan doğu kesiminde böyle guruplar bulabilirsiniz ama genel olarak uzun Selçukî dönemlerinden sonra Sünnî bir ülkedir. Fatımiler ve Hasan Sabbah’ın İsmaililiği sırf Türk Moğol’u ve Türkmenler yüzünden Suriye’de tutunamamıştır. Bu sağlam yapıyı Emeviler yerine Türk hâkimiyetinde aramak lâzımdır. Menşeî ve hattâ sahibi Musul Atabeyi Türkmen Zengiler olan Selahiddin Eyyübi’den sonra Mısır da bile Şiilik sükût etmiş ve Kıpçak komutanların Memlûklu Devleti Sünni bir devlet olmuş, Osmanlı’ya da bu konumu ile intikal etmiştir.
İşte Suriye mutlaka bu gözle tetkik edilmelidir. Bu arada çok eski gibi görünse de, sanıldığı gibi Nusayrilik ilk İslami yıllara dayanmamaktadır. Her ne kadar adını Hıra Dağı yakınında bulunan Nusayr Dağı’ından almışsa da, aynı isimle bir dağ da Suriye Lübnan hududunda Ensariye Dağları’nda da vardır. Suriye ile ilgili hiçbir ciddi kaynak ve araştırmada Nusayrilik adı geçmemiştir; bunun doğrusu Arap Aleviliği de değildir; Suriye Aleviliğidir. Etnik aidiyeti de sadece Araplar değil, aksine el-Arabül-Baide yani sonradan Araplaşan Suriyeliler demektir. El-Arbü’il-Aribe denilen asıl Araplarla hiç ilgisi yoktur. Şii menşeli Nusayrilik, bir mezhep değil sıradan bir tarikattır; bu sebeple Suriye ve Akdeniz kıyı şeridi dışında bu tarikatın taraftarlarını hiçbir İslâm ülkesinde bulamazsınız. İsmaililiğin Suriye kolu olan Suriye Nizariliği, Dürzilik ve Suriye’nin eski hâkim dini olan Hristiyanlığın bu tarikat üzerinde ciddî bir düşünce hâkimiyeti mevcuttur. Dürzilik ise Fatımi el-Hakim döneminde eski Kahire, yani Fustat’a hâkim olan Türkler ve bunların Şii kaynaklı düşüncelerinden ayrı izah edemeyiz. Bu bölgenin insanlarının Arapça konuşmasının sebebi ise özellikle Emevi döneminde bütün İslâm ülkelerinde başka lisan ve kitapların yasaklanmasıdır ki, bu kanun da başta Suriye olmak üzere, diğer İslâm memleketlerinde Selçuklular bozmuş ve herkesi dilinde inancında serbest bırakmıştır.
Uzun uzadıya tarihi bilgilerle başınızı ağrıtmak istemiyorum. Esasen bu konuyu Suriye Türkmenleri ve Bayır Bucak adlı eserimizde ciddi biçimde ortaya koyduk. Dolayısıyla, istediği kadar Şiî kaynaklı olsun bugünkü Suriye’de bulunan Alevileri ne Arap ne de Şiî hesap etmemiz mümkün değildir ve kendileri de bunun farkındadır. Bölgedeki oyun tamamen siyaset dahilinde oynanmakta olduğu için, son yıllarda İslâmcıların sanki derin bilgilerinin bir başarısı olarak fikir hayatımıza intikal eden Nusayri’liğin de, deyim olarak dini ve etnik hiçbir anlamı yoktur. Zaten bu sebeple İslam düşüncesini iyi tanımayıp ilmi gibi gösterilen spekülasyon amaçlı çalışmalara kendini teslim eden küresel güçlerin projeleri de yerine oturmamaktadır. Ne yazık ki, devletimizin bu işi hal şeklini bugünkü devlet adamlarımız da bilmemektedir. Anadolu’da devletimizi uzun zaman uğraştıran Batınî hareketlerin, İran’dan nasıl soyutlandığını bilhassa iyi çalışmak gerekiyor. Bu sebeple hükümetimizin de ABD’nin de Suriye-İran-Irak Şiî politikası yanlıştır ve bunalım üzerine bunalım getirecektir. İran’da halkın dinî görüşlerini kullanamayan ABD’nin durumu da ortadadır ve bu bakımdan İran, meseleleri daha iyi okumaktadır. Çünkü devlet adamları geçmişlerini, yani tarihlerini iyi bilmektedir ve politikaları da buna göre dizayn etmektedir. Arap’ın her şeyi sırıtıyor, bizimkiler de onları kopyalamak adına yanlış yolda yürüyorlar ve devletimizi küresel güçler karşısında bilgisizliğe sürüklüyorlar.
Hele şu görsel medya var ya! Allah esirgesin, her önüne geleni uzman ilân ediyor! İzzettin Doğan, ”Bizim mezhep olarak Nusayrilerle farkımız yoktur” gibi saçma sapan beyanlarda bulunabiliyor. Tabii bunlar en bilgili ve ilgili olanları! Çukurova Akdeniz kıyı şeridinde hem Kızılbaş, hem de sözüm ona Nusayri yaşar, neden kız-alış verişleri yoktur? Daha Cemevi işini bile Akdeniz Alevileri yeni anlamışlardır! Bunlarla her bakımdan birlikteliği olan Suriye Alevilerinin neden bir Cemevi yoktur? Baba Esad’dan oğula kadar, kaç zamandır Suriye’yi idare eden Aleviler Şam’da Emevi camisinde Sünniler ile birlikte ibadet ederler! Suriye ve Irak Alevi inancının siyasi Baas hareketinde de birlikteliği olmadığı gibi Baba Esad ile Saddam kanlı-kinli düşmandı! Esadlar Hataylı bir Alevi olan ve Arapça konuşan Baas düşüncesinin kurucusu olan Mişel Eflakî’yi de sevmezler.
İşte görülüyor ki, bilen de bilmeyen de havanda su dövüyor. Bu işin âlimle ilgisi yoktur; meseleyi çok iyi bilen dünya kadar uzman Türkiye’de vardır. Bileni dışarıda aramak ve gerçek bilgiler yerine üretilmiş ilimle uğraşmanın hiçbir anlamı yoktur. ABD en az elli yıldan beri İslâm düşüncesinin ayrılıkçı ve birleştirici hareketleri üzerinde çalışma yapmaktadır. Bu çalışmaların hiç birisi işin gerçek mahiyetine uygun değildir. Fakat bizim akademiler arşivlerimize; bilhassa Mısır ve Halep kaynaklarına yönelmek yerine hazır malzeme ile yani batı materyalleri ile çalıştıklarından yabancı emellere hizmet etmektedirler. Ne yapalım belki büyük konuşuyoruz ama esasında niyetimiz akıl vermek değildir.
Sağlıcakla kalın.