Ali Bademci
Sovyetler dağılıp beş Türk Cumhuriyeti ortaya çıktığından bu yana (1991), müşterek alfabe çalışmaları hız kazanmıştır. Aslında bizde müşterek alfabe ihtiyacı, Gaspralı İsmail Bey’in (1851-1914) çalışmaları ve Türk Dünyası’nı “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” düsturu ile aydınlatmaya başladığı yıllardan beri zaruri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Elbette çok değişik ve devasa bir coğrafyaya yayılan Türk halklarının, içinde bulunduğumuz iletişim ve bilgi çağında kolayca birbirleri anlaşmaları için, hangi siyasi ünite içinde yaşarsa yaşasınlar, insan olarak tabii ve vazgeçilmez haklarıdır. Fakat uluslararası siyasetin başvurduğu kültürel asimilasyon gibi ırkçı politikalar, her zaman buna engel olmuştur. Hele hele İslamiyet’in bir türlü yakasını bırakmayan ve Müslümanları sürekli iptidai toplumlar olarak yerinde saymasını sağlayan diktatörlükler, Türk ırkının kahir ekseriyetinin Müslüman olması sebebiyle onları kültürleri ile oynamak adeta kaderleri ile bütünleşmiştir.
Türkler, tarih boyunca Göktürk, Soğd, Uygur, Mani, Brahmi, Tibet, Süryani, Grek, Ermeni, Arap, Kril ve Latin alfabeleri gibi birden çok alfabe kullanmıştır (M.Ergin,Türkler’de Yazı ve Alfabeler). Aslında bu kadar alfabe kullanmak ve onlara uyum sağlamak, Türk Dili’nin ifade kabiliyeti yüksek çok önemli bir dil olduğunu ortaya koyduğu gibi, alfabenin de tartışılacak derece önemi olmadığı ortaya koyar. Yeter ki iştirak veya kullanımda birliktelik sağlanmış olsun. Çünkü “Dünyadaki bütün dillerde sesler ortaktır. Dilleri birbirinden ayıran sesler değil, seslerin oluşturduğu anlamlı yapılardır. Seslerin yazılardaki karşılıkları olan harfler de farklı dillerde aynı sesleri gösterebilir. Türk lehçelerinde seslerin neredeyse yüzde doksan dokuzu ortak iken bu seslerin bir bölümü için farklı işaretler kullanıldı. Geçen zaman içerisinde Türk halklarının dilleri birbirinden uzaklaşmaya başladı.” (Ş.Halük Akalın,Türk Dünyasında Ortak İletişim Dili Üzerine).
Gaspralı’nın yakın coğrafyasının onun fikir ve düşünce dünyasından etkilenmesinin sonucu olarak 1926’da, Sovyetler tarafından gerçekleştirilen Türkoloji Kurultayı’nda, bu devletin siyasi sınırları içinde Türkçe’nin ifadesi için Latin Alfabesi kullanma kararı alındı. İşte Atatürk Cumhuriyeti de, sırf Türk Dünyası’nın çoğuna uyum sağlamak için 1928’de aynı alfabeyi kabul etti. Fakat ne yazık ki, Rusya Türkleri ve Türkistan için benimsenen alfabe birliği uzun sürmedi. Stalin farkına vararak 1938’den itibaren her Türk kavim-kabile-boy ve ulusu için çok sayıda Kiril esaslı Alfabe ortaya koyarak, 1940’larda bunları zorla Cumhuriyetlere kabul ettirdi. Bakü Türkoloji Kurultayı’nda kabul edilen Latin Alfabesi’ni de, savunanları başta Rus Türkolog Smovloviç olmak üzere ortadan kaldırdı. Dikkatle bakarsanız, Latin Alfabesi’ni isteyen ilim adamlarının ölüm tarihleri 1932-1937 arasıdır. Yeni Kiril Alfabesi, Türkistan Rusya Türklerini sür’atle birbirinden ayırdı. Mecburen Rusça ortak iletişim dili oldu. Elli yıllık bir tecrübe sonunda bu insanlar birbirini anlayamaz hale geldi. Daha evvel yazdım, Avrupa’da Türkçe-Özbek lehçesi öğretim üyesi olan hanım kardeşimizin adı “Olima”dır. Hâlbuki bu isim konuştuğumuz Anadolu Türkçesi’nde “Âlime”, Çağatay lehçesinde ise “Âlıma”dan başka bir şey değildir. Fakat hâkim Rus fonetiği, dillerin esasını isimlerde dahi böyle bir duruma getirdi.
1991’den sonra Latin Alfabesi’ni ilk kabul eden Azerbaycan Cumhuriyeti oldu ve bizden 3 harf fazla, 32 harfli bir alfabe kabul etti. Şimdi rahatlıkla anlaşabiliyoruz. Türkmenistan ve Özbekistan ise aşağı yukarı bizimle aynı alfabeyi kabul etti. Fakat devlet hayatında (bankalar vs.) hala Rusça ve Kiril hâkimiyeti sürmektedir. Çünkü bunlar 1991’den beri Türkiye’nin de katıldığı ve ağabeylik yaptığı ilmi kurultaylara çok ilgi göstermediler. Şimdi Türkiye-Kazakistan-Kırgızistan ilim adamları 34 harfli bir müşterek Latin Alfabesi çalışmalarını sonuçlandırmış durumdadırlar. Mevcut Türkiye Latin alfabesi harflerine ”A â, X x, Q q, N n, W w” gibi 5 harf eklenerek 34 harfli bir Alfabe ortaya çıkmıştır.
Gerçekten dostumuz kazak asıllı bilim adamı Abdulvahap Kara’nın da ifade ettiği gibi, yüz yıllarca Çağatay Türk Lehçesinde kullanılan “Kurultay” kelimesi “Kongre” yerine dilimize lehçemize yerleşmiş ve çok güzel tarzda kullanılmaktadır. Bunun gibi Cengiz ve Timur devirlerinde “Konsey” gibi yabancı bir kelime anlamında kullanılan, ”Keneş” de öyledir. Arap hurufatı ile Çağatay’da “kenges” olarak kullanılan fakat Kaşgarlı çevirisinde Besim Atalay’ın “kengeş” diye çevirdiği kelime, Osmanlı’nın “Şura”, Rusların “Sovyet” deyiminin tam karşılığıdır. Arap asıllı Osmanlı harflerinde “sağır kef” ile karşılanan “ny” sessizi, maalesef bizim Latin’de kaybolmuştur. İşte şimdi 34 harfli yeni Latin, bu ses eksikliklerini mutlaka giderecektir.
On üç yıldan beri Türk Milliyeti ve kültürü üzerine bir kabus gibi çöken ve yeri geldiğinde “Ecdad”dan bahseden şimdiki Hükümet ve Devlet’imizin gündem yaratmak için Osmanlıca tartışmalarına girmesini ve yaratılan siyasi demagojiyi gerçekten anlamak mümkün değildir. Şu işin adını İslam koyup da, Arap kültürüne yönelişi açıkça ortaya koyun da görelim. Tarihimizin hiçbir devrinde böyle bir yönelme ve gaflet görülmemiştir. Bir takım insanların, politize olmuş ideolojik duygularını tatmin için sonunda milletin samimi İslami inançlarını inkâr ettirip, ”IŞİD”e yaklaştırdığınızın farkında mısınız? Yirmi yıldan beri Türki devletlerarası ve Türkiye’nin ağabeyliğinde gerçekleşen ilmi çalışmaları ve akademilerin ortaya koyduğu etkinlikleri neden görmemezlikten geliyorsunuz? Artuklu Üniversitesinde bir takım unsurlara Kürdoloji eğitimi verirken bu milletin “Tek Dil” olarak nitelendirdiğiniz diline neden yüz vermiyorsunuz?