Ali BADEMCİ
Elbet maksadımız Aleviler ile Kürtlerin arasını açmak değil; Kürt siyasetinin Alevileri hedef alması ve kandırmaya çalışmasıdır. Marksizm’in iflâsı, İran’ın devreden çıkması ve İstanbul Alevileri’nin, Balkan Bektaşileri’nin izinde yüzünü batıya çevirmesinden sonra gerçekten Anadolu Alevileri siyaseten boşta kalmışlardır. İşte, küresel güçlerin desteğindeki siyasi Kürt hareketi bu sebeple Alevilere kuyruk sallamaktadır. Hatta Kürtçüler, kendi arzuları için şoven isteklerini slogana dönüştürdükleri zaman ağızlarından “Alevi” deyimini düşürmemektedirler. Gerçi böyle bir şey bugüne kadar %5 bile realize olmuş değildir; çünkü Anadolu Alevileri eskiden beri hangi görüşte olurlarsa olsunlar daima Cumhuriyetten ve Atatürk’ten yana tavır koymuşlardır. İslâmcı destekli o “Dersim” hikâyelerini ve “Açılım”ı da yutmamışlardır. Gerçekten Kürtler, Alevileri ne kadar sever, hiç düşündünüz mü?
Şiî ve Sünnî dünya görüşü üzerinden XVI. asır dünyası, Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in şahsında bir Türk-Türkmen asrıdır. Ne yaparsak yapalım bu çemberin dışına çıkamayız. Yavuz Çaldıran’a giderken Doğu ve Güneydoğu Anadolu dağlarından İran içlerine kadar Kürtler bulunuyor ve o zamanın tespitlerine göre bunlar çok küçük beylikler şeklinde yaşıyordu ve 25 aşiret ağası tarafından temsil ediliyorlardı. Bunlar Şafiî Sünni mezheptendi ve Şah İsmail, onlara Şiî olmaları için çok baskı yaptı. Gerçekten uzun süren Karakoyunlu ve Akkoyunlu mücadelelerinde Doğu ve Güneydoğu tam bir bunalımdaydı. Esasında her iki Türkmen oluşumu da, Kürtlere pek güvenmezdi; Moğollar ve İlhanlılar ile de araları bozuktu. Osmanlı, ancak Çaldıran Savaşı’ndan sonra Kürtlükle yüz yüze geldi. Çünkü o zamana kadar Kürt olup da, Osmanlı teb’ası olan kimse mevcut değildi. Doğu Anadolu Türkmenleri, tamamen İsmail tarafından İran’a çekilince, onların bıraktıkları topraklara Kürtler inmeğe başlamıştı. Fakat toprak Akkoyunlu ve Karakoyunlulardan beri, genel olarak Alevi Türkmen Beyleri’nin elindeydi. Şah İsmail, bunların Beyleri’ne ordusunda kumandanlık verirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu da, Türkmenler yönünden bir hayli kuvvetlendirmiştir. Kürt ağalardan sadece bir tanesi, Halit Ağa, İsmail’e meyilli idi ve onun da Kızılbaş olduğu veya Aleviliği kabul ettiği belli değildir. Geriye kalan 24 aşiret ağası Sünni’dir ve Yavuz’un yanında yer almışlardır. Akkoyunlular devrinde Saray’da görevli olan İdris-i Bitlisi ve babası, bu zamanda Kürtlüğü bir hayli korumuşlardır. Bunlara Kürt denmesine, İdris’in bir Kürt köyünde doğmuş olmasına karşılık ona Arap veya Fars diyenler daha fazladır. Ancak Şafii olmakla beraber koyu Sünni bir âiledir. Rivayet edilir ki, İdris-i Bitlisi Çaldıran öncesinde Kürt Beyleri’nin Yavuz’un yanında yer almasını sağlamıştır. Çaldıran sonrası için bu görüş çok doğru olmasına karşılık, öncesi için böyle kesin deliller yoktur. Çünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu ilhak etmek isteyen Yavuz Selim, bu bölgede onlardan başka kimse olmadığı için mecburen o zümreye dayanmıştır.
Fakat Çaldıran sonrası pek ilginçtir, çünkü İsmail’in yanında bulunan tek Kürt Bey’i, aman dilemesine rağmen Yavuz tarafından öldürülmüştür. Dolayısıyla Alevi Kürt’ten bahsetmek hemen hemen mümkün değildir. İsmail zamanında onun Diyarbakır valisi olan Ustacalu Mehmet, hiçbir Kürt’ü şehre sokmamış ve Türkmenler arasında barındırmamıştır. Fakat yeni dönemde Doğu ve Güneydoğu’nun gerçek hakimi İdris-i Bitlisi’dir. O güne kadar iki aşiretin bir arada yaşamadığı Kürt toplumu, onun tarafından toparlanmış ve aşiret sayısı sadece bir kaça düşürülmüştür. Şeyh, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan bilumum bütün Alevileri katlettirterek herhalde bugünkü tabloyu oluşturmuştur. Elbette İdris-i Bitlisi siyasi Kürtçü değildi ve samimi olarak Sünni-Müslümandı. Hatta onun Sünniliği bile Türk Sofizmi ile izah edilmektedir. Söylenenlerin aksine II. Bayezid tarafından çok sevildiği söylenemez; fakat Yavuz Sultan Selim onu akıl hocası yapacak derecede kendisine inanmış ve Osmanlı Devleti de, 300 yıl bunların elinden kurtularak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tam huzur sağlanmıştır. Kürtler de, tarihin hiçbir devrinde sahip olmadıkları imkânlara kavuşarak kendilerini rahatlıkla ifâde etmişlerdir. Devlet çökene kadar sadakatlarının sürdüğü, fakat XX. yüzyılın başında, başta Sorani ve Barzaniler olmak üzere nankörlüğü had safhaya ulaştırdıkları bir gerçektir. Cumhuriyet dönemi ve bugünkü azgınlıkları söylememize hiç gerek yoktur.
İdris-i Bitlisi hakkında tarih hükmünü vermemiştir; Kürtlere göre Osmanlı köpeği, Alevilere göre katliamların gerçek sorumlusu, Türk düşüncesine göre de, kendisi olmasa bile kurduğu ocak bir nankörler ocağıdır. Bitlisi’nin aksine Yavuz Selim’in Müslümanlığı, bugün Farslar ve Araplar tarafından şiddetle takbih edilmektedir. Çünkü Abbasi halifeliğini ortadan kaldıran bu padişah, Müslüman değil sadece İslâmiyet’i kullanmış, Mısır’a kadar geldiği halde “Hacı” olmamıştır düşünceleri revaçtadır.. Fars Şia’sı ise onun Çaldıran esirlerini öldürmesi ve Şah İsmail’in esir alınmış Kadınefendi’sini bir Bey’e nikâhlamak suretiyle şeriat suçu işlediği kanaatindedir ki, zamanın birçok Osmanlı Sünni âlimi de bu kanaatini beyan etmiştir. Yavuz elbette ırkının genetiğinden gelen “Örfi” hukuka uymuştur.
Bu konuda çok yanlış kanaatlere sahibiz; maalasef “Kürt’ün Alevi’si olmaz” sözü pek doğrudur; çünkü Kürtler bu coğrafyada Alevilere ihanet etmişlerdir.
Sağlıcakla kalın.