Ali BADEMCİ
Biliyor musunuz, belki birçoğunuz bazı şeylere fazla baktığımızı düşünebilirsiniz, lâkin öyle değildir. Bu sütunlardaki yazılarımız, belli ilmî çalışmaların içinden çıkarılmış anekdot mahiyetindedir. Elbette bunları kitap olarak daha derli toplu görme ve tetkik etme imkânımız olacaktır. İnsanoğlunun içinde bulunduğu şartlar, yaşadığı toplumun meseleleri, her zaman ideologyanın ana kaynağı olan tarih sosyolojisinden etkilenmemesi ve dışına çıkması kesinlikle mümkün değildir. İşte bu bakımdan ben olsam son on yazımızı bir daha okur ve mutlaka düşünürüm. Anadolu insanı olarak birçok şeyi artık kaybettiğimizin farkına varmalıyız. Siyaset cenderesi, her şeyi ve her kutsalı değirmen gibi öğütüyor. Artık milletlerarası düşünceler sıcak savaş ortamından siyaset sosyolojisi sahasına taşınmıştır. Hızla ilerleyen iletişim teknolojileri de, düşünce ve idealleri maalesef küresel ortamda anlamsız kılmaktadır. Dolayısıyla artık milli olması gereken her düşünce beynelmilel siyaset tarafından ortadan kaldırılmaktadır.
İzaha nereden başlamak gereklidir, inanın ki kestirmek mümkün değildir. Milli olması gereken ahlâk, son elli yılda evvelâ musiki ve sinema filmleri, sonradan da televizyonlar aracılığı ile hemen hemen sıfırlanmıştır. Uydudan ve internetten yayınlar, milletlerarası sosyal ve kültürel engelleri kaldırdığı gibi, fiilen devletlerin siyasi hudutları da tehlikeye girmiştir. Tahrip olan ahlâkın yerine şimdi hudutlarda sıcak savaş provaları yapılmaktadır. Kültür tarihçilerinin her milletin ayrı ve kutsal bir ahlâk telâkkisi olduğu görüşleri artık çok eskimiştir. Kültür sosyolojisi merceği altında dünya milletleri iki kutupludur: Kültür ve inancında ısrar edenler ve böyle kutsalları tanımayan küresel anlayışlar. Gerçekten bizim gibi manevi ve kültür hayatının birleştirdiği İslâm çemberi içindeki milletler sür’atle çözülmeye doğru giderken, tam aksi bir yol izleyen küresel Hristiyanlık, tek kültürlü bir dünya peşindedir. Ne yazık ki, bu dönüşümün kansız olması mümkün değildir ve bir anda yaşadığınız toplumu alevler içinde görebiliyorsunuz. İşte eskiden tahayyül edilen “Uzay Savaşları”, gerçekte günümüzde böyle yaşanmakta tarih devri daim olmaya devam etmektedir. Uzay savaşlarının silâhları kurgu bilim araçları değil, uydular ve internettir. Böylece ya bu imkânı doğru kullanacak donanımlı insanlar yetiştireceksin veya kül olup gideceksin. Elbette bu işin baş aktörünü de batıda değil Amerika’da göreceksin. Avrupalıların hali bizden iyi değildir ve onların da, bize benzer milli ülküleri ağır bir tehdit altındadır. Elbette bizim da bir parçası olduğumuz batının uzun yıllarda oluşturduğu millet esasına dayanan bir toplum yapısı için alt yapısı vardır; fakat bu alt yapının ağır küresel saldırılara ne kadar dayanacağı belli değildir. Gerçekte Avrupa’yı sarsan son olayları mutlaka böyle düşünmek gerekiyor. Küresel proje, dünyayı millet esasına göre devletler halinde görmekten ziyade, federalizmi andıran ve amaçları olmayan klanlar şeklinde, “Kantonlar” olarak görmek istiyor, işte esas amaç budur.
Türklerin millet olarak yapısı, bu dağılma ve belki de birleşmelere çok uygundur. Lâkin soy esasına dayalı bir fiili birleşme, her şeyden evvel coğrafi engeller sebebiyle böyle düşüncelere müsait değildir. Çünkü parçalı olan diğer Türk soylular da, aynı saldırının altındadır. O zaman herkes mevcudunu muhafaza etmenin ve kendini korumanın yollarını bulmalıdırlar. Türk dünyasının yarısının son yüz yılda olduğu gibi sırtını Rus emperyalizmine dayayıp bu işi diktatörlüklerle çözmesi mümkün görülmüyor. Çünkü değişik metotlarla, köktendincilik onların da altını oymaktadır. Belki yeni bir rüzgâr çıkmasa ancak İran kendini koruyabiliyor.
Anadolu’nun sallandığını görmemek artık mümkün değildir. Avrupa bile bu hususu gördüğü için bangır bangır bağırıyor. Fakat Türkiye’de devleti yönetenler, bu işi gündelik polemiklerle atlatmaya çalışıyor. Ülkemiz, bal gibi küresel yönlendirici Amerika’nın peşindedir. Siyasal İslâm tecrübelerinin “Paralel Yapı” hadisesinde olduğu gibi kendi içinde bile tartışmaya tahammülü yoktur. Ülkemizde işi kavrayan ve karşı düşünce üretecek bir muhalefetten de söz etmek mümkün değildir. Muhalefet partilerinin lider profillerinin, parti profillerinin çok gerisinde seyrettiği saha çalışmaları ile belirgin olarak ortaya konmuştur. Hiç kimse CHP’de Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın, MHP’de ise Alparslan Türkeş’in yerinin doldurulabildiğini söyleyemez. Bu husus, parti profili ve partileri temsil eden kadrolar için de geçerlidir.
İşte şartlar, yeterli önder olmayınca milletin kendi başının çaresine yine kendinin bakmasını gerektiriyor. Bunun için öncelikli husus herkesin mensup olduğu parti saflarını katiyen terk etmemesi ve saflarını sıklaştırmasıdır. Mesele öyle gündelik söylemlerle izah edilecek kadar basit değildir ve siyaset müessesinden yakınarak problem çözülemez. Siyasetten dertlenmek şahısların beceriksizliği ve ufuksuzluğudur; çünkü her zaman siyaset müessesenin açıklarını ve boşluklarını toplum doldurmak zorundadır. Nasıl dolduracak derseniz tabii ki donanımlı olarak..
Türkiye’de siyasi İslâm rüzgârı, en evvel azgınlaşan Kürleri vuracaktır. Sırada onlara kanan Aleviler vardır. Her zaman az olanlar ve arkası olmayanlar kaybeder. Bu gerçek, mahalle ölçeğinde bile doğrudur. Kürtlerin de Alevilerin de arkası yoktur; dışarıda tabansız ve güçsüzdürler. Türkiye Kürtleri’ni, Siyasal İslâm’dan peşmerge kurtaramaz; Alevilerin ise Caferiler gibi bir güvencesi olduğu artık söylenemez. Ama Türk ırkı, her zaman yeni deliler, yeni yiğitler çıkarmaya muktedirdir. Hiç de devir değişmiş değildir, işte Cengiz – Timur – Kara Yusuf – Yavuz – Şah İsmail! Var mı ötesi?
Muhabbetle.