Ali Bademci
Elbette Kürtler, bu memleketin aslî unsurudur; devlet olarak aradaki problemlerin çözülmesi ve ülke olarak farklıların giderilmesi bir devlet görevi olarak şarttır. Halklar arasında herhangi bir olay, uzun birliktelik dönemlerinde yaşanmamıştır. Yalnız problem çözeceğim derken yeni meselelerin ve yabancı istismarların mutlaka nazara alınarak “Kaş yapayım derken göz çıkarmak” gibi bir yolu seçmek, tamamen ülke meselelerini bilmemek anlamına gelmektedir. Sayın Başbakan’ın son Diyarbakır çıkışlarını bu pencereden görmek gereklidir. Popüler söylemlerle elbette problem çözülmez ve sosyolojik olarak kitleleri zapt edemeyeceğiniz bir sahaya çekersiniz. Kürtlerle bütünleşmeye sanırım bu memlekette hiçbir Allah’ın kulu karşı çıkmaz. ”Cesur adımlar” denen şey, “Ver kurtul” ise zaten herhangi bir çalışmaya ihtiyaç yoktur. Diyarbakır manzaraları sanki böyle bir intibaa veriyor.
Bu ülkede eskiden bir Kürt meselesi yoktu; hatta Lozan’da bile Türkler de, Kürtler de sadece“Müslüman” diye adlandırılmıştır. Uzun süren Osmanlı devirlerinde de, böyle bir husus ortaya çıkmamış, aksine Başbakan’ın sözünü ettiği İdris Bitlisi’li, Yavuz ve Kanuni dönemlerinde Kürtler üzerindeki “Şii” jenosidi, Türk unsurun savaş gibi bir ölüm makinası ile önlenmiştir. Eğer o dönemlerde Kürtlerin Osmanlı gibi bir koruyanı olmasaydı, bugün Türkiye’de Kürt’ten bahsetmek mümkün olmayacaktı. Türkiye’de, adı ve coğrafyası ile İran’da kalan Kürdistan bölgesinde yaşayan Kürt’ün en az beş misli Kürt, sıkıntısız olarak yaşamaktadır. Irak için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Üstelik Türkiye Kürtleri, eğitimli yetişmiş insanlardır; hiçbir şekilde İran ve Irak’ta, hatta Suriye’deki gibi Ortaçağ hayatı yaşamamaktadırlar. İstendiği kadar kabul edilmesin ve iş hor görülme gibi bir ortama çekilsin, doğu ile batı arasındaki farklılıklar tabiattan kaynaklanmaktadır. Ülkede dünya kadar Kürt iş adamı var; devletten beklenenlerin hiç olmazsa bir kısmını bunların yapması gerekmiyor mu? Maalesef bu soruya müspet cevap vermek mümkün değildir; bu sebeple ülke yer yıl bütçesinden doğuya, aldığından katbekat yüksek değerde yatırımlar yapıyor. Herhalde bugünkü Diyarbakır’ı bu hale Kürt feodalizmi değil Türk Devleti getirmiştir.
Orta Doğu coğrafyasında eskiden beri Kürtler çok dağınık yaşamaktadır; eski Osmanlı topraklarının her köşesinde Kürt olduğu gibi Afganistan-Belucistan-Horasan da bile yerleşikler bulunmaktadır. Bu bakımdan Türk yerleşmesine bir paralellik oluşturmaktadırlar. Fakat maalesef bir devlet kurmaları mümkün olmamıştır. Elbette buna Türkler engel olmamışlardır. Şerefname’ye göre, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 24 civarında Kürt Beylik vardır. Çoğu zaman bunların dilleri bile birbirinden farklı olduğu gibi, kültürel ayrılıklar da az değildir. Bugün Zaza ile Kurmanç’ın rahat anlaştığı söylenemez. Bu değişiklikler şüphesiz ki, ne kültür emperyalizmi sonucu, ne de sosyal dejenerasyondur. Kesiklikle ana sebep milletleşememektir; bu ise çok kolay bir değildir ve bugünkü dünyada kültür ve dilleri yaşadıkları devletten farklı olan bir sürü topluluk vardır.
Elbette son yüz yıldan beri, Türkiye içinde ve dışında Kürtlerin milletleşmesi için uluslararası muazzam bir çalışma vardır. İran, Irak ve Suriye’de Kürtlere Türkmenleri, Türkiye’de Türkmen Alevileri yapıştırma gayretleri ayan beyan görülmektedir. Maalesef, Türkiye’de terör kartı ile artık dünyada bile terkedilmiş şovenliğin lokomotif olarak kullanıldığı bir gerçektir. Ne yazık ki birçok Türk aydını da, ya uluslararası maşa veya ideolojik olarak bu lokmayı yutmaktadır. Kürt meselesi askeri, militarist (önceki kelime ile aynı şey değil), ve ideolojik yollarla halledilemez. Halklar arasında bir mesele olmadığına göre temsil eden siyaset adamlarının kendi halkları gibi düşünmesi gerekiyor. Öyle bugünkü eğilimlerde görüldüğü gibi kimse seni devletine; siyasette, kültürde, idari yapıda, ekonomide ortak yapmaz. Eğer devlette ekonomi gibi bir paylaşım var ise ancak hissen ve hakkın kadar alırsın. Hakkından ötesi zora girer ki, dünyada hiçbir devlet yapısının buna tahammülü yoktur.
Bizim hükümetin, “Çözüm Süreci” adı altında ne yaptığı veya ne yapacağı kesinlikle açıklanmış değildir. Fakat Kürt siyasetinin istedikleri bellidir ve bunların tamamı dayatmalardan ve şantajlardan ibarettir. ”Barajı aşamazsam bölge parlamentosu kurarım-Elektrik parası ve vergi ödemem-kamu düzenine itaat etmem-Kendi kamu düzenimi kendim kurarım.” vs… Allah aşkına bu söylemlerin şantaj ve dayatmadan başka ne anlamı var; isyan ve başkaldırı kokmuyor mu? Sayın Cumhurbaşkanı Diyarbakır’da Barzani ile beraber el kaldırdı; şimdi Başbakan “Kürtçe” öğrenmek istediğini beyan ediyor. Bütün bunlar yukarıdaki itirazları izole edebilecek mi? Edecekse mesele yok; fakat vaziyet hiç de böyle görülmüyor ve tam olarak “maslahat” görüntüleri intibaını veriyor!
Bugün Kürt meselesinin geldiği nokta, kesinlikle Kürt milliyetçiliğidir; talepler ve açıklamalar ile başkaldırılar hep bununla ilgilidir? O zaman meselenin halline kesinlikle milliyeti nazara almayan ve tamamen geçen asırdaki “Anasır” görüşleri ile izah eden bir iktidar yerine, Türk milliyetçiliği veya diğer gurupların kendi sıfatları ile Türk ulusalcılarının da taraf olması veya masada bulunması gerekiyor. Siyasi deyimle ifâde etmek gerekirse, kesinlikle CHP ve MHP, hatta TİP’in de taraf olması gerekiyor. Peki, Hükümet ve muhatapları bunu istemiyor ve iki partili bir sistemle çözmek yolunu izliyorsa netice alınabilir mi? derseniz bu mümkün değildir ve hükümet katiyen verdiği sözlerin arkasında duramaz. Bu sebeple Türk muhalefet partilerinin buralara girmemesi için olanca gücü ile tahriklerde bulunacağına, onların da sahada olmasına müsaade etmelidir. Atatürk Cumhuriyeti adına karar verilirken Atatürkçülerin ihmal edilmesi ve görmemezlikten gelinmesi, İslâmcılar’ı çok büyük riske sokar ve afakî milletle değil, Türk Milleti ile karşı karşıya getirir. Çünkü sarıkla, serpuşla, mendille, külahla, Rabia ile ne devlet kurtarılır ne de istiklâl mücadelesi verilir.
Muhabbetle.