Ali Bademci
Zaman zaman, Türkmen Alevi kültürünü, çok daha değişik yönleri sizlere arz ediyorum. Konu üzerinde zaten yıllardır çalışmaktayım. Bizim bu çalışmalarımız, bazen bizi de çok sıkmaya başlar, çünkü hangi konuda uğraş veriyorsak o duygu ve fikirlerle yatar, aynı düşüncelerle uyanırız. Bu sütunlarda son dört yazım olağanüstü okuyucu, paylaşım, beğeni gördü. Bugün biraz size bu açık ve özelden de gelen uyarılardan bahsetmek istiyorum. Çünkü bu muhabbet, bize bambaşka bir şevk verdiği gibi inanın ki ufkumuzu da açıyor. Çoğu zaman arşivlere kapanmak ve kaynaklara inmek insanı bunaltıyor! Çünkü bizim devlet düşüncemizde, Sünni kaynaklar yazılı olduğu halde Alevi kaynakları hep sözle ifâde edilegelmiş ve tarih-tarih sosyolojisi sazlı sözlü dizelerle ortaya konmuştur. Dolayısıyla işin içinde duygular, hamaset, edebiyat ve hatta musiki (türkü-mani-bayati-hoyrat vs.) girince anlatılmak istenen olaylar çok değişik yorumlara sebep olabiliyor. Çalışmalarda sanıyorum birçok arkadaş da aynı handikabı yaşamıştır. Hafızalarda saklanan bu sözlü ifadeler Cumhuriyet İnkılabı ile yazıya geçmeye başlamıştır. Bunları rahmetli Gölpınarlı’nın dışında doğru yorumlayan ve hatta doğru yazan kimse ile de tanışmadım. Birinci husus bu!
Bir de, olaylara olduğu gibi bakmak ve zamana göre değerlendirmek varken siyaseten ve siyasi izahlara kaçmak cidden çok çirkin oluyor. ”Görüş ve çalışmalarınız yanlış” demek ve bunu belgelendirmek yerine ”Alevi misiniz, görüşlerinizde samimisiniz, MHP’li değil misiniz, akademisyen misiniz,” gibi saçma sapan sorularla muhatap olmak, cidden gerçeklerle yüzleşmekten korkmaktan başka anlama gelmiyor. Zaman zaman bu sorulara gerek yazılı olarak bizzat muhataplarına, gerek yazılarımda ve gerekse konferanslarda cevaplar verdim. Bir kere bu işlerle uğraşmak için mutlaka “Alevi” olmak gerekmiyor, aksine eğer bahis mevzuu hissiyat ise, olmamak daha doğrudur. ”Sünni” insan duygusal olamaz mı, elbette olur, lâkin bizler artık bu dönemleri çoktan aştık. Elbette yirmili-otuzlu hatta kırklı yıllarda hissi davranışlarımız ve ifâdelerimiz olmuştur. Bunu o yaşlarda önlemek kesinlikle mümkün değildir. Fakat âcizane yirmili yaşlarda ilk baskısı yapılan kitaplarımızın son baskılarında da bir harf bile değiştirilmemiştir. Bu sebeple, hele bu yaşta, çalışmalarımda katiyen duygusallığı kabul etmem. Samimiyet meselesine gelince, biz kendimizin ve pek muhterem dostlarımızın samimi olduğuna inanıyoruz; kişileri inandırmak gibi bir gayret de ikiyüzlülük olur. Şimdi iktidara yaranmak için birçok gazeteci ve bilim adamı bu yolu seçmişlerdi, ama Tanrı eli kalem tutan hiçbir kişiyi bu duruma düşürüp köpekleştirmesin.
Bugünkü yoğun ve canlı siyasi ortamda elbette herkes, siyasetin bir yanından tutmak zorundadır. Çünkü siyasete dönüşmeyen fikirler kıymet ifâde etmiyor. Bu ölçülerde ben de MHP’liyim, bunda saklanacak ve utanılacak bir taraf yoktur. Hiçbir partinin kapısını bilmem, yakından tanıdığım insanlar da yoktur. MHP’de yanlış olan işleri en sert biçimde eleştiririm, çünkü bu benim hakkımdır, rey veriyorum. Canı sıkılan ve küsenler de çok; bunlar beni zerre kadar düşündürmüyor. Herkes yaratıldığı fıtrat üzere bir yoldan gider, ben de öyle! Netice itibariyle bu sütunlarda yazdıklarımız, siyasi yazılardır; kitaplarda ve konferanslarda böyle şeyler bulamazsınız. Zaten kurumlar, faydalı cemiyetler ve üniversitelerin dışında hiçbir konuşma davetine de icabet etmem. Fakat görüşme için partim çağırdığında emir telâkki eder ve giderim ki, şimdiye kadar da böyle bir şey olmadı.
Alevilik çalışmalarında beni, ilâhiyat ve Arap tarihi hiç ilgilendirmiyor. Elbette bu konularda netice almak için ilâhiyat bilgi ve donanımına ihtiyaç vardır. Fakat bugün okullarımızda İslâm tarihi diye yutturulan ve test sorusu olarak sorulan çalışmalardan da nefret ediyorum. Bakalım şu ilâhiyatçılar nasıl can verecek diye de merak ediyorum! Mezhepler nasıl doğmuş, nerelerden nemalanmış, hangi bedevinin kabilevî duygularını göstermek için ortaya atılmış, Arap şeyhlerinin seks ve şarap edebiyatına dönen tarih fukaralığı da hiç yanına yaklaşılacak, terbiyeli, insana göre bir şey değildir. Arap’ın görüşleri başını yesin; beni milletim, güzel insanım, onun inançları, onun dininin tarihi; mezhep ve tarikatlara nasıl, ne için hangi inançlarla girmiş olduğu ilgilendiriyor! ”ne Arap’ın yüzü ne Şam’ın şekeri! Elbette Müslümanız ve mahşere kadar böyle kalacağız! Ama unutulmamalıdır ki Türklük, Oğuzluk, Türkmenlik de bir dindir ve bizler katiyen bu yoldan sapmayız.
Muhabbetle