Ali BADEMCİ
Türkler’in millet ve medeniyet olarak, ilk İslâmi yıllardan beri yüzlerinin batıya dönüklüğünde her hangi bir hatâ veyâ yanlışlık yoktur. Böyle bir sentez veya entegrasyona, Osmanlı ve öncesinde olduğu gibi, boşluk tanımayan devlet anlayışımızın düşünce adamlarından da sağlam bir reddiye gelmemiştir. “Hangi batı?” diye arayışlar da zemin bulmamış ve Sovyet Bloku’nun çökmesinden sonra aydın yönelişleri ile sol yelpazede dalgalanmalar iyice anlamını kaybetmiştir. Batılı olmak, çağdaş Türk medeniyetine İslâm millet-milletleri içinde “Çağdaş olmak” gibi her şeyden evvel sosyal hayatta birçok kazanımlar sağlamıştır. Bunların başında “Demokrasi” gelmektedir. Ayrıca batıda gelişen “Oryantalizm” ve bu gelişmeye yeni anlamlar kazandıran “Modern sosyoloji” ve “Sosyal tarih” anlayışları Türk Milleti’nin tarifini doğru yapmış, İslâmi Türk yıllarında birçok kavgalara ve bunalımlara sebeb olan, çarpık ve gerici “Siyâsi İslâm” münakaşaları da son on yıllara gelene kadar kültür hayatımızdan silinmiştir. Hoca Ahmed Yesevî’nin olması gereken “Türk Müslümanlığı” da gerçek anlamını, şu saldırılara maruz kalan “Cumhuriyet” yıllarında bulmuştur.
Türk batılılaşma hareketi “Milli Mücâdele”nin “Sivas” başkaldırı hareketinin daha ilk gününde gazeteci Browne’ninAmerikan empozesi ile karşılaştı. Batının işgâli altında bulunan ve o zamana kadar milliyetperverliği ile önde görülen birçok aydın zaten “Amerikan Mandası” görüşlerine yatkındı. Hilâfetçi ve İstanbul Hükümeti yanlısı olan İslâmcılar ise İngiliz görüşleri egemenliğinde idi. Bugün ihânet cephesi o zamanı münakaşa ededursun Milli Mücâdele’nin sonuçları hiç de “Nutuk”un tartışılmasına izin vermeyen tam istiklâl görüşü hakimiyet sağlayarak bizleri bugünlere getirdi. Siz son yıllarda yakın tarihi, gözleri ve aklı ile değil kıçı ile inceleyen ve Cumhuriyet ile hesaplaşması olan kahbe zihniyete çok aldırmayın ve onları kat’iyyetle dinlemeyin. Bizde Amerikan yanlısı görüşlerin II.Dünya Savaşı’ndan sonra muhakkak bir mecbûriyet cemiyete ve devlet hayatına yerleştiğini unutmayalalım. Gerek Mustafa Kemal ve gerekse sonrası tek partili dönemde, Türkiye, kendi parçaları üzerinde ve bilhassa Irak’da ABD siyasetine katiyyen itibar etmemiş, fakat demokrasi devrinde yeni küresel gücü tanımamazlık da edememiştir; bunun mücbir sebebleri de bellidir. Daha sonraki dönem pekâla münakaşa edilebilir ve konuşulabilir, esas önemli olan ve bugüne uzantılı olan meseleler de bu dönemdedir.
27 Mayıs İhtilâli ile oluşan yeni Türkiye, Osmanlı Askerî bürokrasisinin yeni kuşağa devir-teslim töreni gibi olduğu görüşleri artık doğrulanmıştır. Şartlar ne olursa olsun DP iktidarını böyle değerlendirmek, aradan geçen elli beş yılda daha güzel ortaya çıkmıştır. ABD’nin, meselesi olmadığı ifâde edilen DP iktidarını alaşağı edip eşkıyaya teslim ettiği, milletin ma’şeri vicdanında yaptığı bir tesbit olarak elbette çok önemlidir. Çünkü bölgede aynı zamanda meydana gelen ihtilâlleri düşünürseniz hepsinde kuvvetli Amerikan parmağı olduğunu açıkça göreceksiniz. Bu sebeble 12 Mart ve 12 Eylül müdahalelerini 27 Mayıs’tan ayrı düşünemezsiniz! Bu müdahalelerin kadrolarının bile Amerika’da hazırlandığını ve CİA tarafından finanse edildiğini bizler yaşayarak gördük.
1960’dan sonra küresel bir güç olarak ABD’nin dünya idaresini batılı “Güneş Batmayan İmparatorluk” dan devraldığını tarihi bir süreç olarak yaşadık ve gördük. Türkiye’de 1980 İhtilâlini 1990’larda Sovyetler’in çöküşü izledi ve gerçekten dünya tek kutuplu oldu. Elbette, Amerika elli yıldan beri üzerinde çalıştığı batının “Milli Devlet” modelini temelinden revize ederek İslâm ülkeleri için “Dini Devlet” modelini ortaya koydu ve bu işe Sovyetler’in çekildiği Afganistan’dan başladı. Öyle “Efganistan” deyip geçmeyin, buranın gerçek adı “Horasan”dır; şimdi bizim kültürümüzdeki “Erenler” ideolojisini hatırlayarak meseleyi anlayabildik mi? ABD’nin ikinci durağı Irak, üçüncü durağı ise Suriye oldu. Libya ve Mısır ve Suriye çıkarmasının alt yapısını oluşturdu. Orta Asya’dan batıya doğru İslâm düsturu ile Türk medeniyetinin hareketine bakın! Türk düşüncesi buralara herhangi bir medeniyet ve inanç çatışmasına mahal olmadan girdi ve bu çağlar İslâm’ın yükseliş devirleri oldu. Şimdi daima Hıristiyan patenti taşıyan Amerikan emelleri de Türkler gibi bu coğrafyada İslâm adıyle fakat kendi inançlarında demirlemeye çalışmaktadırlar. Türk devlet düşüncesi ne kadar bu işin farkındadır elbette bilmiyoruz; lâkin son on yılda Türkiye siyasetinin kimler tarafından yönetildiğine bakılırsa neticeler karşısında bizlere sadece kara-kara düşünmek kalıyor!
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme yılları İran’ın dağılma ve kararsızlık dönemidir. Bizim akıllıların “Savaşa girmeseydik İmparatorluk dağılmayacaktı.” herzelerini ciddiye almayın, çünkü I. Dünya Savaş’na katılmadığı halde İran emperyalizm tarafından taksime uğramıştır. Yani İran küçük bir ülke midir; yüz yıllarca Türkmen unsurun ayakta tuttuğu devasa bir siyaset ve kültür merkezi olan bu ülkede, şartlar ne olursa olsun; hatta neticeden ne çıkarsa çıksın “Ayetullahlar İhtilâli” ülkeyi sömürge olmaktan kurtarmıştır. Elbette yanlış olan “Pehlevî” saçmalıkları devam ediyor; devlet hayatına da ortak tanımadan sürüyor. Bizim yarım aydınların İran’dan neden hoşlanmadığının izahı yoktur ve bu durumda tam bir “Amerikancı” görüş hâkimiyeti vardır. İstediği kadar İran Anayasası’nda devletin şekli “İslâm” yazsın, bu devlet “Fundamantalist” yani “Köktendinci” ve öyle bize yutturulduğu gibi “Siyasi İslâm” ihraç eden bir rejim değildir. Belki “Milli” fakat dinî bir rejimdir ki, bu husussun da geniş çalışması gereklidir.
İran devlet adamlarına göre Türkiye ABD düşüncesinin ve siyasetinin istilâsına uğramıştır; şahsen bu görüşlerin doğruluğuna inanıyorum; fakat kendileri ne dereceye kadar bu çemberin dışındadır? İran’da hâkim Fars devlet adamları elbette “Türkmen” varlığından rahatsızdır; bu onların devlet oluşlarından kaynaklanıyor ve kendilerine göre makul sebebleri vardır. Fakat “Türkmenlik” tarihinin hiçbir devrinde bu ülkenin başına belâ olmamıştır ve bugün dahi islâhla disipline edilebilir bir durumdadır; görüldüğü kadarı ile ister Şiî ve Sünnî Azerbaycan, ister sadece Sünnî “Sahra” Türkmenleri ABD oyuncağı olmamakta direnmektedir. İşte İran’ın en kuvvetli tarafı budur.
Türk Devleti olmasa da; Türk Milleti olarak ABD siyaset istilâsından mutlaka kurtulmalıyız. Boşu boşuna kızmayın; iyi ki VI. Filo defedilmiş, iyi ki Irak tezkeresi Meclis’ten geçmemiştir. İkisi de dirayetli adımlardır ve Türkiye’nın kerhane olmasının önüne geçmiştir. İktidarı bilmem ama Türkiye’nin muhalefeti bu işlerin, duygusallıktan sıyrılarak hesabını yapmak, seçim beyannamesinde bu hususlara yer vermek gibi bir mecburiyet altındadır. Yıllarca 1968’in yasını tutmak ve bu görüşler üzerinden kokuşmuş sol siyasete prim tahsil etmeye kalkmanın veya iktidar tezkereyi geçirmediği halde onun üzerine gitmek yanlışlıklarının hiçbir işe yaramadığı görülmüştür.
İster komünist deyin, ister sosyalist; benim kuşağımın “Bağımsız Türkiye” sloganını, her türlü ideolojik ve popülist düşüncelerden sıyrılarak çok önemsemişimdir. Bunun için zamanında, ”Ne Amerika ne Rusya bağımsız Türkiye” diye bağırmışız da şimdi “Bizim görüşlerimize geldiniz” diyecek olanlar bir kere olsun “Rusya” adını ağzına almamışlardır. Evet şimdi Türkiye’de Rusya yok, İşçi Partimiz’in adı da değişti; herhalde “Maoculuk” da bitiyor! O zaman neden komünist olmayalım!
Bağlantısız değil, elbette ”Bağımsız” ve çağdaş ve Atatürkçü; “Ulusalcı” değil Milliyetçi ve Cumhuriyetçi Türkiye! Kim bu görüşlerde önde ise reyimi onlara vereceğim!
Muhabbetle