Ergun KAFTANCI
CUMHURBAŞKANI, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı dahil tüm AKP’lilere halk şunları soruyor:
-1920 anlaşmasıyla Suriye’de Türkiye toprağı olarak kabul edilen araziyi neden terk ettik, gerçek sebep neydi?
-Yine Suriye’nin Eşme bölgesinde çevrilen ve üzerine bayrağımızı dikerek yeni Türkiye toprağı ilan ettiğimiz tapulu araziyi gasp mı etmiş olduk..
-Yoksa bedelini ödeyecek miyiz?
-Mal sahibi kabul etmezse ne yapacağız?
–Süleyman Şah Türbesi’ni yine bu araziye mi kuracağız?
-Bu ısrarımızı Suriye savaş nedeni sayarsa nasıl bir tavır takınacağız?
–Yarın IŞİD’in buraya da saldırısı söz konusu olursa nereyi vatan toprağı sayacağız?
–Türbeyi yine bir başka yere mi taşıyacağız, IŞİD kovalayacak biz kaçacak mıyız?
Şimdi ben soruyorum:
-Ertuğrul Gazi’nin dedesi Süleyman Şah‘ı, türbesini ve toprağımızı savunmadan terk etmiş olmamız, bir nakısa değil midir?
Osmanlı, savaşmadan toprak verdi mi tam hatırlayamıyorum ama Cumhuriyet döneminde kimseye bir santim toprak vermediğimizi iyi biliyorum.
Bu hariç!
Ülkenin toprakları dahil, hak ve hukukunu savunamaz durumdaki iktidar yüzünden türbenin akıbeti, dördüncü kez taşınmak da olabilir…
……………………. ………
Sabaha karşı türbeyi “Kaptı kaçtı” metoduyla yıkıp içerisindeki tarihi değerleri yükleyerek Türkiye’ye getiren anlayış, pratikte cesaret işi sayılsa bile halkın nazarında onur kırıcı bir eylem olmaktan öteye gitmiyor.
Suç mudur?
Bilemiyorum, suç olup olmadığını saptamak için yasalara, özellikle askeri yasalara bakmak lâzım.
Bilemiyorum, suç olup olmadığını saptamak için yasalara, özellikle askeri yasalara bakmak lâzım.
Ancak ortak akıl “Vatan toprağını savaşmadan elden çıkarmak suçtur” diyor. Bu terk suç sayılmazsa, korkarım başka vatan köşelerini de şu ya da bu bahaneyle elden çıkarmayı düşünebilirler…
Büyük Orta Doğu Projesi’ni ve Pentagon‘da asılı haritayı gözünüzün önüne getirin değerli okurlar; o haritada neden Güneydoğu’daki bir kısım toprağımız kürdistan, Doğu’ daki bir kısım toprağımız da ermenistan diye işaretlenmiş, düşünün…
Türkiye, topraklarını sahiplenmeyi beceremeyen, aciz, güçsüz bir ülke addedildiği için bu harita hazırlanmıştır. Nasıl olsa savaşmadan toprak veriyoruz ya… İleride sınırlarımızı da bu haritaya bakarak çizeceklerdir.
Niyetleri öyle görünüyor!
* * *
DEĞERLİ okurlar; bugünkü iktidar milletimizin prangası oldu…
DEĞERLİ okurlar; bugünkü iktidar milletimizin prangası oldu…
Gelişmeler hayırlı değil; yurttaşların anayasal haklarıyla hukukunun tamamen ortadan kaldırılacağı günler yakındır.
Halkın özel hayatını bile neredeyse ipotek altına alacaklar; çıkarılmaya çalışılan yasa, hak ve hukuk babında kısıtlayıcı yığınla hüküm getirerek her birimize vurduğu prangayı daha da ağırlaştıracak.
İmkân olsa düşüncelere bile kelepçe vurmaya kalkacaklar…
Parlamentoyu gördünüz; faşist uygulamalara yol açacak bir tasarıyı tekme tokatla yasalaştırmaya çalışıyorlar. Tasarı henüz yasa halini almadığı halde kavga gürültüye yol açarsa yasalaştığında nelere vesile olacaktır diye düşünmek lâzım.
………………………… .
Halk ne böyle bir parlamentoyu istiyor, ne de faşist uygulamalara neden olacak yasayı..
Herkes “Parlamentoda dövüşen parlamenterleri seyredeceğimize Kanaltürk TV‘de boks maçlarını seyrederiz daha iyi. Hiç olmazsa o spor, parlamentodaki ise tepişme” diyor…
Haksızlar mı!?
………………………… …
Milletimize vurulan prangaları kırmak zorundayız…
Bundan sonra ne yapılacaksa kadınlar yapacak…
Çok önemli lâftır bu; inşallah bütün kadınlar, siyasal tercihleri ne olursa olsun bu mesajı almıştır.
………………………… ..
Bu ülkede, kadınlar tarafından da yapılacak çok iş var…
Birincisi Davutoğlu ve etrafındakilere oy verilmemesini sağlamak ve sadrazama benzeyen tipleri, rüyet alanlarından defetmek…
Erdoğan’ın tek adamlık hevesini kursağına tıkamak…
Küfre, tehdite, baskıya ve faşizme geçit vermemek…
Teröristle müzakere değil mücadele edilmesini sağlamak…
Hukukun üstünlüğünü ön plana taşımaya çalışanlarla kol kola girmek…
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için mücadele edenlerin yanında yer almak…
Sağduyu sahibi erkeklerle birlikte, anarşi ve teröre karşı durmak…
Saldırı, taciz ve sapıklık eylemleri karşısında yekvücut olmak…
Eğitim ve öğretim hayatının çağdaş düşünce zeminine çekilmesi için ağırlığını ortaya koymak…
Yolsuzluğa, hırsızlığa, rüşvete karşı çıkmak, haksız kazanca sapanlarla mücadele etmek…
Lüks ve israf peşinde koşanları uyarmak, böylelerini teşhir etmek ve bunlara oy vermemek…
Pahallılık ve yoklukla savaşmak…
İnsan sağlığı için her platformda yer almak…
Kapı kapı gezerek din baronlarının ve dincilik yapanların maskelerini indirmek…
Bunların yalanlarını dolanlarını anlatarak toplum üzerindeki etkilerini yoketmek…
Seminerler, açık oturumlar, paneller, konferanslar, kurslar düzenleyerek ülkeye zarar veren unsurlara karşı kadın yurttaşları mücadele kapsamına almak ve onları harekete geçirerek becerilerini artırıp bilinçli olmalarını sağlamak…
Unutulmasın ki sıraladığımız bu tavırların tamamı, ülkeyi perperişan eden siyasal erkek egemen toplumuna karşıdır ve içerisinde de kadınların en yakınları, yani, eşleri, kardeşleri, hatta evlâtları da bulunabilir…
Ancak ülkenin kurtarılması ve salim bir ortama kavuşturulması için de kadınlar, ne sıfat taşırsa taşısın erkeklerin becerisizliklerine karşı tavır takınmalı. Bu da her kadına düşen ilk yurttaşlık görevi kabul edilmelidir.
Sonuç…
Kadınların gayretiyle oluşacak ortamın meyvesi ancak sandığa gidildiğinde toplanacaktır. Herkes faziletli partilere ve isimlere oy atmalı ve AKP’yi oyundan düşürmelidir.
Prangalardan kurtuluşumuz böyle sağlanabilir!