Ali BADEMCİ
Âdeta hükümet garantisi ve devlet himayesi altında başını almış giden etnik bölücülük, geleneksel tabanı Marksizm’i biraz daha allayıp pullayarak şemsiyesini genişletmeye çalışıyor. Tarihi boyunca bu coğrafyada Türk hâkimiyetine karşı değişik bir siyasi oluşum sağlanamaması karşısında ideolojik, hatta birçok yazımızda konu ettiğimiz şekilde inançlara dayalı istismarlar çok geniş boyutlar ve dış destekli maddi-siyasi takviyelerle sürüyor. Bu oyunlar gayet açık oynanıyor ve yazık ki gerek ideolojik ve gerekse inanç boyutunda kendi çapraşık tabanına yeni eklentiler yapılmaktadır. Bulundukları yerde başarılı olamayan zayıf kişilikli ideoloji budalası ve inanç bezirgânları, sırf demokrasinin saltanatını sürmek için etnik siyaset içerisinde yer almaktadırlar.
Kürt halkı daha başlangıçtan itibaren Marksizm’e ilgi duymamıştır; Türk milleti içinde hiçbir zaman unsur addedilmemiş olan Kürtler, böyle düşünülürse dahi geçen asrın başlarında Avrupa’dan Rus ve Osmanlı İmparatorlukları bünyesinde yayılma gösteren materyalist ve sosyalist hareketlerde de Kürk aydınlarının yer almadığı dibi halktan bu yöne teveccüh de olmamıştır. Genel olarak bir Osmanlı unsuru olan Ermeni ve diğer Hristiyan unsurların aydın ve bürokratları Marksizm ve sol hareketleri Türkiye sınırları içine davet etmişlerdir. “Türkiye’de Sol Akımlar”(Bilgi, İstanbul 1967) adlı Mete Tunçay’ın ilmi eserinde bu hakikatleri çok iyi biçimde görürüz. Müslim unsurlardan Arap ve Arnavutlar da bu hareketlerde yer almazken, Hristiyan Araplardan Fransa’da bulunan bazı Hristiyan (Mişel Eflak gibi) aydınlar sosyalizmi Araplar arasına ilk getirenler oldu. Kürtler’in bu konuda daha sağlam manevi bir bünyeye sahip olduğunu bilhassa vurgulamak gereklidir. Dolayısıyla bölge manasında Kürtler arasında sol fikirlerin tarihi pek yenidir. Başlangıçta bir azınlık ideolojisi olarak Türkiye’ye giren sol; burjuva ve aristokrat Türk aydınlarından ancak 1960 sonrasında Kürtler arasında görülmeğe başladı. Dolayısıyla bugünkü ayrılıkçı Kürt hareketinin 1968 sol rüzgârları ile önce yeni Kürt aydınları arasında taraftar bulduğunu söyleyebiliriz. Bu yıllardan itibaren Kürtçülük sol ideolojilerin bütün ihtilalci görüşlerini benimseyerek tamamen Marksist-Leninist bir karaktere bürünmüştür. Aynı yıllardaIrak-İran-Suriye Kürtleri arasında Baascılığın kucağında Sovyet organizasyonu olarak görülen Kürt sosyalizmi çok inandırıcı olmamış ve sonunda Baas hareketi onları Halepçe örneğinde olduğu gibi doğramıştır.
Bölücü Kürkçülüğün Türkiye’de nemalandığı bir cereyan da “Hümanizm”dir. 1960 sonrasında Türk aydınlarında tamamen bir cehalet ideolojisi olarak gelişen “Hümanizm” dış tahriklerle de Kürtler’in geri bırakıldığı, demokrasi tarafından dışlandığı şeklinde yanlış inançlarla onlara önderlik yapmışlardır; hâlbuki dışlanan ayrılıkçılık ve terör hadiseleri idi. Kışkırtıcı soldaki devlet düşmanlığı da Kürtlere böyle sirayet etti ve Kürtler’in Bekaa Vadisi’ndeki ilk gerilla çalışmaları da maalesef Türk sosyalist hareketi tarafından sempati ile karşılandı; ilk iştirakçiler de Marksist-Leninist Türk militanlar oldu. Dolayısıyla o günden beri siyasileşen ve yeni Kürt aydınlar arasında taraftar bulan Kürtçülük böyle sol renklere bürünmüştür.
İmralı günlerinde ve çok uzun olmayan zamandan beri de Kürt ayrılıkçı hareketi Kürt İslamcılığını da denemiştir; fakat bu hareketin samimi olarak Kürt aydınlar arasında tuttuğunu söylemek mümkün olmadığı gibi halk kitleleri de itibar etmedi ve bugün Kürtler’in çoğunluğu Türk İslâmi Hareketi ve benzer Kürt blokta toplandı. Bugün Irak’ta Kürt hareketi de katiyen sosyalist değildir ve daha ziyade ABD şemsiyesi altında İsrail’e bağımlı durumdadır. Museviler bir takım gerici ve çağdışı söylemlerle Kürtleri yanlarına alıp Ortadoğu’da nüfus artırma oyunları içerisindedirler. Dolayısıyla Ortadoğu’nun iki ayrılıkçı unsuru istikbalde kitleleşme için gayet yoğun ve planlı bir çalışmaya girmişlerdir. Elbette bu sun’i oluşum muhayyel olmaktan öteye gitmemektedir; çünkü Kürt toplumu aydınlandıkça bu görüşlere itibar etmeyecek ve bir arada yaşamanın ve modern bir toplum olmanın yolunu mutlaka bulacaklardır. Bu sarsıntılar bugün arizî olan zorlamalardan öteye gitmeyecektir.
Kürtler’in Anadolu Alevilerini yanlarına alma çalışmaları da tutmamaktadır ve Aleviler bunlara itibar etmemektedir. Çünkü İdris Bitlisi’den gelen Kürt Sünniliği daha katı, daha bağnaz ve Alevilere karşı daha acımaz bir gelenek üzerine oturmuştur. ”Kürd’ün Alevisi olmaz” sözü bizzat Alevilere aittir. Bu sebeple siyasi Kürt hareketi içeresinde %50 Türk Sünniliği bulunmasına rağmen doğru dürüst Alevi’den bahsetmek mümkün değildir. Sosyal ve siyasi bilimciler bu işin daha doğru tespit ve tahlilini yapabilirler. Zorlamalar ile mesafe kat edilmesi mümkün değildir.
Terörü metot olarak seçmiş ve büyük ölçüde siyasileşmeyi başarmış olan ayrılıkçı Kürt hareketi, Güneydoğu Anadolu’da m terörü temel araç olarak benimseyip güya burada kendi yönetimini kurmaya çalışırken, siyasi hareket ile de Türkiye idaresine ortak olmaya çalışmaktadır. Şu anda gelinen nokta budur; Kürt siyasi hareketinin bir yandan Marksist kökenli Türk aydınları ve bir yandan da Alevi önderlere aday listelerinin başında yer vermelerinin sebebi budur. Bu gidişle Kürt hareketi bir sol Türk ve Alevi hareketi haline gelirse hiç şaşmamak gereklidir. Çünkü siyasi Kürt hareketi ideolojik görüşlerden ziyade şoven duyguları bir argüman olarak kullanmaktadır. Böyle bir aldatmacanın muhataplarına daha ne kadar yutturulacağı cidden önemli bir meseledir. Zaten daha evvel olduğu gibi şimdi de başta MOSSAD olmak üzere küresel istihbarat güçleri bunlarla oynamaya devam etmektedir; elbette Türk istihbaratı da bir takım çalışmaların tam orta yerindedir.
Bugün cidden siyasi Kürt hareketinin her türlü eylemciliği ve terörü bırakarak Türk siyasi hareketi ile bütünleşmesi veya bu işi tamamen Marksizm ile bütünleşerek sürdürmesi siyasi bir dönemeç olarak münakaşa edilmektedir. Elbette Marksizm siyaseten iflas etmiştir; hatta terörizmden faydalanmak geçen asırlarda kalmıştır; bunlarla iktifa etmek Kürt gericiliğinden başka sonuç vermez; İslami şovenizm için de dünyanın bütün ağırlıklı güçleri birleşmiş; sadece çarpık İslamcılığı değil gerçek İslam’ın da kökü kazınmaktadır ve bu iş Müslümanların maddî servetleri ile gerçekleştirilmektedir.
Bugün muhalefette bulunan Türk siyaseti, iktidarın neler yaptığı ve ne gibi oluşumlara girdiği hususunda çok bilgi sahibi değildir. Bir taraftan “Paralel yapı” gibi tamamen yapay meseleler siyasetin ilk gündemi olamaya devam ederken, diğer taraftan Güneydoğu Anadolu’da gerçekleşen “Paralel yapı”ya göz kapanmakta ve diğer yönden de güya İslâm adına terörü benimseyen güçler hakkında ne düşünüldüğü net olarak ortaya konmamaktadır. Bugün iktidar dışı siyaset ve ülke aydınları Güneydoğu oluşumu ile Suriye-Irak Selefiliği hakkında yeterli bilgiye sahip değildir. Bu hususlar ancak yabancı istihbarat güçlerinin çalışmalarından kesitler alınarak deşifre edilmeye çalışılmaktadır. Bu da tahminlerden öteye gitmemektedir.
Esen kalın.