Ali BADEMCİ
Bize emanet edenler “Türkçülük”ün Türk Milliyetçiliğinin özel adı olduğunu öğretmişlerdir; biz de “Ülkücülük”ün Türk Milliyetçiliğinin “Siyasî Adı” olduğunu savunuyoruz. Gerçekte bunlar arasında izah farkından kaynaklan ufak tefek farklar olsa da düşünce olarak bir farklılık yoktur. Çeşitli, yazar ve teamüllere dayanarak bunlar arasında farklılar oluşturmak gibi doğru olmayan görüşlere biz katılmıyoruz. Sosyal hareketler elbette ”doğar-büyür-gelişir” fakat ölmezler. Ölüm ancak düşüncenin dayandığı temel öge olan “topluluk-toplum” veya milletin tamamen ortadan kalkması ile mümkün olur. Böyle zamanlarda toplum-topluluk veya milletin ortadan kalktığı da görülmüş değildir; bizim tarihimizde olduğu gibi sadece ad değişmesi söz konusudur; fakat düşünce şuur olarak devri daim hareketini sürdürür. Elbette koyun kaybolmakla çobanlık tükenmez veya iflâs halinde tâcir bu kabiliyetini ortadan kaldıramaz. Esasında sosyal bir hareket olarak millet düşüncesinin doğumunu da tespit etmek mümkün değildir zaman sadece “gelişme ve büyümeler” sosyal bir vakıa olarak tarih ve buna dayalı kültürü oluşturmaya ve sürekli olarak dalgalanmaya devam eder.
Türkiye’de, Cumhuriyet ve Atatürk ile başlayan aksiyoner ve siyasi Türkçülük, Nihâl Atsız’ın çalışmaları ile ayrı bir anlam kazanmış, aynı dozda olmasa da katılımlarla Türk Milliyetçiliği adı ile millete ve siyasete malolmuş, Alparslan Türkeş ile birlikte gerçek manası ile “Ülkücülük” adı ile siyasileşmiştir. Atsız Beğ’den gelen engin ve derin bir kadronun “Türkçülük” adında ısrar etmesinin elbette makul sebepleri vardır ve böyle bir görüşün kabul edilmemezliği doğru değildir. Lakin gelişmelere sırt çevrilerek “vatanseverlik” mânâsında genişleyen milliyetçiliğin de güçlü bir hizip yaratması görülmesi gereken önemli bir hadisedir. Bu husus bilhassa siyaset açısından bir câzibe merkezidir. Çünkü Türkçü olmak ve ilgili-ilgisiz, doğru-yanlış sloganlarla bu görüşü zenginleştirmeye çalışmak çok ilgi görmemekte ve yerinde sayılmaktadır. O zaman Türkçülük düşünce olarak değil de, isim olarak bir revizeye mi ihtiyaç duymaktadır? Elbette “Revize gereklidir” diyorsak, bu görüşlerin, kalın çizgiler ve duvarlarla önü kesilmedikten sonra böyle bir şey kendiliğinden yerine oturmuş olacaktır. Üç beş günden beri bilerek inanarak bazı şeylerle oynayarak tasvip kadar ağır tenkitler de alıyoruz! Fakat ne yazık ki bir tez geliştirilemediği için boşu boşuna tenkitler yapılıyor. Bize göre bunların çok kıymetli olduğunu söylemek imkânı yoktur. Önemli olan siyasete yol vermek ve sağlam söylemlerle doğru hedeflere sevk etmektir. Terminolojik ısrarları ne yazık ki siyasette fatura olarak ödetmekteyiz.
XX. yüzyılın en kuvvetli söylemi Marksizm her ülkeye göre revize edildi; kapitalizm de öyle; gelinen noktada kapitalizm artık liberalizm, Marksizm ise sosyal demokrasi olarak ifade edilmektedir. Dini görüşler de kendini revize etmiştir; Hristiyanlık artık milliyetçi görüşler içinde ifade edildiği gibi, her zaman aşırı görüşleri temsil ederek köktendinci olan “Şii İslâm” kendine ait coğrafyada, yani İran’da yerini tamamen milli ve milliyetçi İslâmcılığa terk etmiştir. Benzer yolları izleyerek bu görüşlerde revizeye giden ve metot olarak “Şia”dan farklı olmayan “Sünni İslâm-Vahhabilik” çöplüğe atılan görüşleri dirilterek “Teymiyye” ile hiç alâkası olmadığı halde “Selefiyye” adı ile piyasaya sürülmüş böylece siyasileşme kabiliyeti olmayan “İslâmcılık”ı İslâm’ı ortadan kaldırmak için küresel güçlerin emrine vermiştir. Bu değişimler revizyon değil de nedir?
Bir kere ve kesinlikle gerçek İslâm siyasi kabiliyetten yoksun olduğu için, “Siyâsi İslâm” tecrübelerinin Arap Milliyetçiliği’nin emrinden çıkması veya ayrılması sosyolojik olarak mümkün değildir. Çünkü “Siyasi İslâm”ınkültürel altyapısı tamamen Arap milletine göre dizayn edilmiştir. Batılı ilim adamları bu hususları gayet açık yazıyor, neden itibar etmiyor da elimizin tersi ile itiyor ve Siyonist yayınlar diye çiğniyoruz? Bir tartışma yaratmak veya ortaya konulan hususları siyasi münazara mevzuu yapmak istemiyoruz! Hiç olmazsa hayatta bir kere gerçek İslâm’a ibadet ederek ve her türlü mezhebi duygulardan sıyrılarak, Sünni ve Şiîlerin hem müşterek, hem de ayrılma veya kırılma noktası olarak “Ehl-i Beyt” ıstılahını düşünün. Bu deyim bir hane içinde yaşayanlar, yani Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve çocuklarını (Hasan-Hüseyin) ifade etmektedir. Peygamber’in İslâm ümmetine (Arap Milletine-çünkü millet ümmet demektir) tavsiye ettiği siyasi yapılanma bunlar üzerine kuruludur. Bu düşünceyi “Acem” olan (sonradan Müslüman) milletlere teşmil etmenin yarattığı münakaşalar hiçbir şekilde çözülmemiş, bu konuda zorlamalar ve tev’il de problemi çözmemiştir. Çünkü İslâm evrensel bir din olduğu halde cihanşümul siyasi düşüncelere uygulanması birçok denemelere rağmen mümkün değildir. Bunlar işlenmiş görüşlerdir ve ayar tutmamakta, parçalanmaya ve İslâm ümmetinde düşmanlıklara yol açmakta, hiçbir şekilde tartışılması mümkün olmayan Allah kelâmı, yani “Şeriat”ı münazaraya açmaktadır.
Diğer yandan 1992’de Sovyetler’in dağılması ve birden fazla Türk Devleti’nin ortaya çıkmasından sonra Türkçülük evrensellik ve Türk Cumhuriyetleri arası yeni bir anlam kazanmıştır. Soğuk savaş dönemlerinde “Pantürkist” diye suçlananlar şu anda Türkçülüğe kapı aralamışlardır; bugün Kazakistan’da ilim, Azerbaycan’da duygu, Özbekistan’da halk olarak, bu gerçeği açıkça ve kesin çizgilerle müşahede ederiz. Demek ki bu tarihten sonra Türkçülük yeni zeminler bularak, fiili siyasi bir anlama kavuşmuş revizeye uğramıştır. Siyasi olarak Türkçülük elbette “Anadoluculuk” değildir; fakat Anadolu’ya münhasırdı ve ötesi “Ütopya” olarak değerlendiriliyordu. O zaman ve çağın gelişmelerine uygun olarak terminolojide olmasa da siyasette ve uzun sosyal gelişmelerin vardığı noktada neden bir revize yapılıp zaman ve zemine intibakı denemiyoruz! Bunun adı yozlaşma değil realize olma, rasyonelleşmedir. Bunu Türkçülüğü tek adam ve adamlara göre değil, Türk Milliyetçiliği olarak bu çember içindeki fikir ve düşünce adamlarının anlayışlarından neden faydalanıp da bir sentez yaratmayalım? Böyle bir izah şekli Türk Milliyetçiliğine yeni bir anlam kazandırıp daha kullanılır olmasını sağlamaz mı? Açık söyleyelim, milliyetçilik sözde değil, özde dini motifleri, Atatürkçülük, Türkmen Aleviliği gibi düşünceleri neden bünyesinde bulundurmasın! Bu son iki mefhum üzerinden bu sefer İslâm’ı vurmak gibi ateşi alevlendirmek maalesef daha tehlikelidir. Günümüzde böyle gelişmeler maalesef tam yüzeye vurmasa da, açıkça görülüyor.
Rahmetli Atsız Beğ Türk’ten fazla Türk, Türkücüden fazla Türkçü görünenlere ve mânâsız aşırı söylemlerle bunu ifâde edenlere şüphe ile bakılmasını tavsiye ederdi; bugün gençlerin ağzında Turancılık-ırkçılık gibi ifadeler çocukluktan kaynaklanmıyorsa işte bu şekilde değerlendirilmelidir.Türk Milliyetçiliği sosyolojide Ziya Gökalp’ı,tarih sosyolojisinde Köprülü’yü, Türkçülükte Atsız’ı, İslamcılıkta Necib Fazıl’ı aşamıyor ve gelişme aksül ameli olarak düzeltmeler kabul edilmiyorsa zaten yerine sayıyor demektir.
Günümüzde kendini yenilemeyen insanlar “Mütefekkir” koltuğunda maalesef “Müellif” olamama statükosu içerisinde hep eski söylemleri ifâde ediyorlar. Türkçü çizgide yazılan makaleler “Atsız’a göre”, İslamcı çizgide yazılanlar da “Necip Fazıl’a göre” diye başlıyor. Bu çalışmalar ilmî olmaktan uzak bulunduğu gibi hamaset ve hatıralarla doludur; akıldan da yoksundur. İşte 3 Mayıs geliyor; 76 yıldan beri aynı şeyler anlatılmıyor mu? O günden bu yana yani Türkçülük’te hiçbir gelişme olmadı mı? İslamcı yayınlar ve yayınevleri tam manası ile birNecip Fazıl çöplüğü! Atsız Beğ’in 1000 makalesi neşredilmiş de 3 tanesi eksikmiş günlerce Türkçüler arasında kavga çıkıyor! Necip Fazıl’ın nerede Türkçülüğü meczeden bir makalesi varsa çıkarılıp ayet gibi, hadis gibi insanın gözüne sokuluyor. Allah aşkına bu kadar iptidai aydınlık olur mu? Necip Fazıl Türklüğe sırt çevirmez, lâkin zamanı ve zemininde incelenmesi gereken bazı makalelerinde Türkçüler’in makbulleri ile kavgalıdır; aynı şeyler Atsız Beğ, hatta Nazım için de İslâmi değerlerde görülür! Bunlar doğru görüşler olmadığı için bulunduğu yerde bırakılsa bunun adı Türkçülüğün veya İslamcılığın yozlaşması mıdır? Müsaade edin gücü olan bu yanlışları tenkid etsin de, çıkacak sağlam görüşleri kullanalım! Tamamen peygamberle ait olan “düşünce tabuluğu”nu insanlara teşmil etmek ne kadar doğrudur?
Pek değerli ve fikirlerine kıymet verdiğim birçok donanımlı arkadaş “Neden bu işlerden uzak duruyorsunuz” diyerek bu konuda çalışma talep ediyor. Asla böyle bir görev bizim gibilere düşmez ve haddimize de değildir.Türkiye’de kendi köşesinde çekilmiş samimi Türkçü ve İslâmcı uzmanlar vardır; bu iş onların görevidir. Bizi değil, onları teşvik ve mecburiye zorlamalısınız. Sanıyorum siyasi çekincelerden bu insanlar kendilerini kenara atmış, ”Göç” vaktini bekliyorlar. “Göç” deyimi bilhassa emekli olanlar için geçerli olmakla berber, çekinenler hala görevlidir. Bunlar değişik ortam ve kitaplarında bu meseleleri konu ediyorlar, davet ve teşvik edilmelidirler. Gerek Türkçü veya milliyetçi, gerekse İslâmcı cephede 25-30 sene evvel pek güzide siyaset adamı ve bilginler “Milliyetçiliğin-İslâm’ın Meseleleri” adları ile çok güzel ve bir ömür birikimi olan eserler ortaya koyarlardı. Şimdi herşey siyasete emanet edilmiş ve dejenerasyona uğramıştır.
Dejenerasyon revizyondan çok mu daha makbuldür; işte bir millet bu görüşlere siyaset tarafından âdeta esir edilmiştir. Böyle siyasi tenakuz ve bilgisizliklerin içinden çıkmak için çalınmış görüşlerin tekrar alınması ve işlenmesi şarttır. Kabul etmek lâzımdır ki kültür bakımından olmasa da siyasi yönden milliyetçiler İslâmcı kitleler içindedir. Yoksa böyle bir aritmetiğin ortaya çıkması katiyetle mümkün değildir. Eğer bugün milliyetçilik iyi olmayan bir siyaset unsuru olarak görülüyorsa bunun sebebi yine milliyetçilerin ta kendisidir. Önce çuvaldızı kendimize batırmalıyız, kuru tenkitler ve şikâyetlerle bu işin önünü alamazsınız, daha da kötü olur. En azından siyaset bazında ve tamamen siyaset için Türkçülüğün revize edilmesi ve Türk Milliyetçiliğinin yeni tarifinin yapılması şarttır. Bunu da elbette ilim adamları yapacak siyaset müessesesi bu tespitlerin dışındaki slogan ve görüşleri de behemehâl yasaklamalı, kendine göre dava uyduran uyduruk insanları da tasfiye etmelidir. Sosyal medyada tenkide uğramayan sahiplerine ait fikirler itibarsızlaştırılmalıdır.
Muhabbetle efendim; bugün kafanızı çok karıştırdım ve çok ağrıttım. Allah’a emanet olun.