Ali BADEMCİ
Hep Antakya’nın çok eski bir şehir olduğundan bahsederler; özellikle “Sen Piyer Kilisesi” yüzünden Hristiyanların Hac merkezi olduğunu ballandıra ballandıra anlatırlar! Genellikle “İslâm Düşmanı” yetiştirmekte pek mâhir olan demokrasi yıllarımız bu Türkmen diyarının İslâmi yıllarını pek hatırlamak istemez. Hâlbuki bugün bile Antakya’da iki türlü “Türk” vardır; eskiden beri Türkçe konuşan, köyü ve mezrası olmayan Türkler, ikincisi ise şehirleşme ile birlikte köylerden gelen Türkmenler! Varoşlarda bir odalı evlerde oturanlar elbette Türkmenlerdir; çünkü onlar iki odalı ev bilmezler; o sebeble bir odalı evin gece her tarafı yataklarla kaplanır. Eğer bizim gibi yirmi kişilik bir âile iseniz, “kıçlı-başlı” denen bir yatma şekli ile bir kişilik yatakta dört, hatta altı kişi yatarsınız.
Osmanlı Devlet Salnameleri’ne göre, 1891’de Haleb’in kazası olan Antakya’da 61.203 kişi yaşamaktadır; bunun 55.191’i Türk (Müslüman) 6.012’si ise Ermeni-Rum-Yahudi’dir. 18 yıl sonra 1909’da 78.071 olan nüfus içinde bu unsurların nüfusu ancak 6.967’dir. Şimdi unsurlardan pek az kalan olmuş bunun yerine şehir ve yakın yerlerde “Alevî” sayısı artarken köylerden şehire çok büyük bir Türkmen akını olmuştur. Yayladağı Türkmenleri’nin çoğu Bayır-Bucak-Cisrişuğur’dan gelmedir; göç Kavalalı’dan itibaren artmıştır. Buna rağmen bugün hiç Türkçe konuşanı bulunmayan Cisrişuğur; 1909 salnamesine göre 24.354’ü Türk 3.849 unsurlardan meydana gelmektedir. Bugün Altınözü Çadırkent’de bulunanlar hep buradan gelmiştir ve üç günde bülbül gibi Türkçe öğreniyorlar. İki örnekte gördüğümüz gibi sayılarda oran olarak bir değişiklik yoktur. Fakat uzun savaşlar sonrası Hatay Cumhuriyeti ve Türkiye yıllarında %50’ye yakın kayıp vardır. İlgi çekicidir ki Golan’a kadar bütün Asi Deltası böyledir. Söylemek isteriz ki Antakya içinde bulunan eski Türkler sürekli olarak Delta’dan beslenmişlerdir.
Türkler’in Suriye’ye gelişleri Müslüman olmadan 200-250 sene daha evvel Abbasiler’in ilk devridir; hatta Emeviler devrinde bile gelen vardır. İlk İslâmlaşma sanıldığı gibi Karahanlı ülkesinde değil, buraya paralı asker olarak gelen Bağdat, Mısır ve Suriye’de başlamıştır. Bunlar Oğuz-Kıpçak ve Karluk boylarının bilekleri güçlü insanlarıdır. Önceleri Arap ve diğer Müslüman kadınlarla evlenen bu ilk Türkler için sonradan nesilleri bozuluyor, cengâverlikleri azalıyor diye ilk vatanlarından Abbasi halifeleri tarafından Türk hatun getirilmeye başlanmıştır. Bağdat’ta geçim edemeyen Türk askerler Mısır’a geldiği zaman Şiiliğe uyum sağlamışlar ve ileriki devirlerde sadece Sünnî Abbbasiler‘de değil Fatimî Hilâfeti’nde de devletin omurgasını oluşturmuşlardır. Aslında değişik bir Arapça konuşan ve milliyeti tartışılan Suriye Alevileri bunlardır. Bu bakımdan Suriye birçok milliyetin ve dinin olduğu kadar birçok Türk boyu ve inancının da vatanı olmuştur.
İran ve Türkistan’da olduğu gibi Türkmenlik elbette Selçuklular’la başlamıştır. Yanlış olarak çok önceden Suriye ve Mısır’a gelenlere “Türkmen” deniliyor; hâlbuki Arap Irak’ı ve Acem Irakı’nda bunlara sadece “Türk” deniliyor. Sultan Tuğrul’a karşı savaşan Büveyhoğlu Ordusunun bütün kumandan ve askerleri işte böyleydi ve onlara katiyen Türkmen denmiyordu; çünkü çobanlık yapmıyorlardı; onlar asker ve sivil bürokrattı. Elbette “Müslüman Oğuz” anlamındaki Türkmenlik Yengikend’de başladı, İran’da güçlendi, fakat Irak ve Suriye’de hâkimiyet sağlayarak buraları Anadolu’dan evvel Türk’leştirdiler. Malazgirt olayından çok evvel Türkmenler Suriye’de, eskiden gelen ve adı Türk olanlarla kaynaşarak milletleşme ve İslâmlaşma sürecini tamamladılar.
İşte Antakya ve Asi Deltası bu ilk Türk vatanıdır, Kutalmışlıoğlu Süleyman da önce Antakya, sonra İznik fatihidir ve canını da bu topraklar için vererek Halep kale kapısı önünde şehid olarak bilinmeyen mekânında yatmaktadır. Sultan Alparslan ve oğlu Melikşah ömürlerinde ilk olarak Akdeniz’i bugünkü Samandağı, eski adı ile Süveydiye’de görmüşlerdir. Peki Asi Deltası neresidir, diye hiç düşündünüz mü? Lübnan’ın başkenti “Beyrut” ne demek hiç biliyor musunuz? Asi Nehri Bekaa Vadisi’nden çıkar; dörtyüz kilometreye yakın uzunluğu vardır ve kaynakları Lübnan Dağları’ndadır. Suriye’yi geçinceye kadar birçok kollardan, çaylardan, derelerden beslenir. Hums yakınında geniş bir delta oluşturur, tıpkı Antakya’ya gelirken olduğu gibi. Genel olarak Asi Nehri’nin batısında kalan verimli toraklara “Delta” demek gereklidir. İşte Antakya’dan Golan’a kadar bu delta tam anlamı ile “Türkmen” yurdudur; bu sebeble “Beyrut”un anlamı “Beyyurdu”dur. Tıpkı Beyşehir, Başbalık, Beybalık da olduğu gibi. Denize yakın delta topraklarında Türkmen’in “Yörükan”ı hâkim iken, nehir kıyısı ve çam gölgelikleri “Ekrad-ı Türkman” dır; sakın yanlış anlamayın elbette buralarda “Kürt” yoktur; yani Türkmen dikbaşlı, hatta isyankâr oluşundan ötürü böyle anılıyor! Bugünkü Hama ve Hums’da olduğu gibi!
Antakya’ya ait XIX. yüzyıl sonu bilgileri sunmuştuk; XVIII. yüzyıl başında ise şehir içinde 26.908 kişi yaşamakta, hane sayısı ise 2.128’dir; demek her hanede 12 kişi vardır; yani âileler bir hayli kalabalıktır. Şehir içinde 900 kişi mülk sahibi iken 1.228 kişi kiracıdır; demek ki zengin ile fakir arasında 10 puan gibi yoksullar aleyhine bir fark mevcuttur; bu bize bu husus ekonomik dengenin çok bozuk olmadığını gösteriyor. Aynı dönemde Antakya’da 29 mahalle vardır; nüfus ve isim olarak bugün de aynı adları koruyan büyük mahalleler Dörtayak-Meydan- Büyük Cami- Uncular- Oruçlu- Mahsen- Günlük- Mukbil gibi yerleşim yerleri olmasına karşılık Şirince-Hammare- Sofular varoş niteliğindedir.
Antakya ile ilgili olarak Osmanlı kayıtlarının en eskisi bile üç aşağı beş yukarı böyledir; Osmanlı kayıtlarına göre Antakya ve çevresinde 21 Türkmen aşireti, 3 oymak 78 cemaat vardır. Buna karşılık 1’er Arap aşireti ve oymağı bulunmaktadır; Arap aşiretleri daha ziyade Kuseyr ötesi veya doğusunda meskûndur ki buralar İklib’inbatısıdır; Hama ve Hums’a Arap iskânının tarihi yenidir. Türkmenler Sünni-Hanefî, Araplar Şafii’dir. Dağlarda meskûn, Türkmenler arasında yaşayan, Arap olduğu sanılan fakat hiç Arapça bilmeyen ve düzgün fiziğe sahip Şafiî “Selkinler”in menşeii yeterince açıklanamamıştır ki bunların bir tarafı mutlaka Türkmen’dir. Yayladağı ve Bayır’da çok “Selkin” vardır.
Cumhuriyet devrinde Antakya’da büyük yapı değişiklikleri oldu; gayri müslimler köylerden tamamen, şehirden de büyük ölçüde gidince buralar köylerden gelen Türkmenler ve Alevîler’le doldu. 1960’larda Alevîler de Türkmenler de pek yoksuldu; şimdi Alevîler’in ekonomik durumu pekiyidir. Günümüzde ise Türkmenler ile Alevîler arasında büyük bir kaynaşma ve muhabbet vardır. Alevîler Şafiî Arapları sevmiyorlardır ki bunlarında Antakya’da sayısı pek azdır. Halep Vilâyeti’ne bile sonradan gelmişlerdir. Bugün Halep’te Arapça konuşan ve Hanefi mezhebinde olanlar tamamen Türkmen menşelidir ve bunlara Arap Milliyetçileri bile “Türk Arapları” demektedir. “Suriye Türkmenleri ve Bayır Bucak” kitabımızda bu husus ile ilgili bir hayli detay vardır. Fakat ille de “Asi Deltası”nın dikkatle çalışılması gereklidir. Çünkü Suriye’de Türkmen yapısı Musul’a doğru yatay bir hat ve Golan’a doğru dikey bir hat üzerinde omurgalaşmıştır. Osmanlı arşivinde Halep ve Antakya kayıtları mükemmeldir; fakat Hama ve Lazkiye kayıtlarına ulaşılamıyor. Bilenler aydınlatsın. Şam’ı çevreleyen Golan da zayıf görülüyor ve araştırmacıları bekliyor. İşte Antakya bu derece önemlidir. Bir daha aynı konuda görüşmek üzere.
Esen kalın…