Ali BADEMCİ
Kürtler kabul etmiyorlar ama bu ülkede yüz yılı aşkın zamandan beri dış güçlerin oynadığı ve durmadan kaşıdığı bir “Kürtçülük Meselesi” vardır. Dikkat edin “Kürt Meselesi” deyip de öyle tarihimizi suçlayarak “Osmanlı” dan miras kaldığını da kabul etmek mümkün değildir. Çünkü XVI. yüzyılda İran’ın dışında Ortadoğu’da Kürt yerleşim bölgeleri Osmanlı’nın elindeydi ve bunların feodal da olsa çok rahat bir hayatları vardı. Fedakâr Kürt insanı canla-başla çalışıyor “Ağalar” zevk ve safâ içinde yaşıyorlardı. Bu “Ağalık” düzeni ve aşiret hayatı bugün dahi benzer şekilde özellikle Irak’da devam etmektedir. Türkiye biraz da olsa demokrasi devirlerinde kendi Kürt’lerine çeki düzen verdi ve onları feodal bir hayattan kurtararak çağdaş olma çizgisine çekti. Osmanlı’ya Karakoyunlular ve Memluklular’dan geçen en önemli Ağalar dan biri de Bitlis Beyleri’ nden ünlü Şerefname yazarı ünlü Şeref Han’ın babası Şemseddin’dir, ki Kürtler’e zulm ediyor diye kayın birader Karakoyunlu İskender tarafından kellesi alınmıştır. Bu sebeble tarihimizden kötü bir miras devraldığımız söylenemez. Bunlar çaylakların görüşüdür; ya marksisttir, yahud da ondan farklı olmayan güya İslâmcı görüşlerdir.
Osmanlılı yıllarda İran’da Kürtler sırf mezhep saikiyle kırılıp tehcire uğrarken Yavuz ve Kanuni devrinde Şeyh İdrisi Bitlisi’in onlara yakınlığı ile bu insanlar tarih çemberi içinde bırakılmışlardır. Hiçbir tarihçi ve sosyolog Türkler’in Kürtler’e müsamahasını inkâr edemez. Siz Kürtçüler’in Bitlisi’ye düşmanlıklarına aldırmayın, bunu yeni tarihçi bitmeleri ideolojik amaçlarla ortaya atıyorlar. Bitlisî sayesinde Osmanlı sağlanan huzurla kendini teselli ederken bu insanların kültürel varlıklarını korudukları ve bugünlere ulaştırdıkları sosyal ve tarihi bir gerçektir. Yoksa Moğollar sonrası Türkmen rüzgârına Anadolu-İran ve Ortadoğu’da dayanmak mümkün değildi. Bu yoğun birikim, daha sonraki yıllarda Türk tarihinde “Muhteşem Yüzyıl” olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeble bu ad öyle sıradan bir film adı değildir ve çok düşünülerek ortaya konmuş bir gerçeğin sağlam ifâdesidir.
İşte “Kürt Meselesi” derken asıl bu önemli gerçeğe parmak basmak zorundayız. Yoksa son otuz yılda dağınık marksist-militarist, yabancıların elinde oyuncak bir mesele aslâ yoktur ve Sayın Cumhurbaşkanı da siyasi hayatında belki ilk defa benzer bir beyanla bu gerçeği ifâde etmiştir. Önümüzde yapay da olsa bir Kürtçülük meselesi vardır asıl olan bunun önüne geçmek ve kandırılmış insanları feodal anlayışlar dışında çağdaşlık çemberi içine çekebilmektir. Bu nasıl olur ve nasıl başarılır, işte bunun üzerinde düşünmeli ve politika geliştirmeliyiz. Bizim bilim adamlarımız Türkçe’den ziyade İngilizce’ye önem verdikleri için, ya İngiliz yahut da Amerikalı gibi düşünüyorlar ve hep o strateji ile bağlantılıdırlar. Son yıllardaki Amerikancı aydın gaflet, hatta ihanetini başka türlü izah edemeyiz.
Son on dört yıldan beri AKP iktidarları kendilerine göre doğru veya yanlış, tam da açıklanmayan ve kamu oyunca malum olmayan bir tez geliştirdiler. Bu gelişmeler onların çarpık düşüncelerinin kendiliğinden düzeltilmesi gibi de izah edilebilir. Otuz yılda marksizmin gerilla hareketlerine karşı aynı metotlarla cevap vermenin bir derinliği olmadığı, boşu boşuna kaynak ve insan zayiatına sebeb olduğu hususunun doğruluğunu artık olayların içinde bulunanlar bile kabul ediyor. Bulmayanların ortaya çıkışlarına da halk çok itibar etmiyor. Çoğu zaman bu kahramanlık özlemleri ile biz de Kürtler de teselli buluyoruz. Fakat hiçbir şey gidenleri ve eriyen kaynakları geri getirmek için yetmiyor. Ateş mutlaka düştüğü düştüğü yerle beraber çevresini de yakmıştır. Elbette güneydoğudaki başı bozukluk kimsenin hoşuna gitmiyor, bu durumdan Kürt insanının da memnun olmadığı ortadadır. O sebeble koca bir ülkenin bir bölümünü bunların insafına hangi devlet anlayışı bırakabilir! Bilinmeyen bir şey adım adım ilerliyor, doğru veya yanlış! Lâkin silâhlı marksist Kürtçü hareketin siyasileşmesi öyle sanıldığı gibi çok kötü sonuçlar ortaya koymamaktadır. Elbette bu hareketin Türkiye siyaseti ile entegre olması, siyasi ve sosyal boyutları ile iyice incelenmelidir. İncelenmiş midir, araştırılmış mıdır bilmiyoruz! Lâkin bu da marksist gerilla hareketi gibi aldatmacı bir ABD projesi ise vay ülkenin haline! Elbette Türkiye demokratik bir ülkedir, işi bu yönü ile düşünürseniz ayrılıkçılığa yer vermeyen kültürel Kürt taleplerinin kimseye zararı olmaz. Önemli olan kültürel heyecanların şövenliğe dönüşmemesi ve bataklığın kurutulmasıdır. Elbette terör bataklığı kurutulduktan sonra meseleler daha kolay hal yoluna girebilecektir.
Bakınız parti seçim bildirgeleri açıklandı; ne iktidar ne de muhalefette bu problemle ilgili kıymetli fikirler yoktur. Haydi diyelim ki iktidar uygulamaları ile kendini göstermiştir, muhalefet nerede! Yani %40 gibi önemli duruşları olan Mustafa Kemal ve Türkeş’in partileri ne okur ne yazar! Durum kötü ise iyi fikirler ve sağlam düşünceler nerededir! Bu işler günlük söylemler ve amatör insanların yazacağı kadar basit şeyler değildir. O basit, düşüncesiz başlıklar, saldırgan karekterler ne Atatürkçülüğe ne de ülkücülüğe yakışmaz. Bu ülkede insanlar hiç mi ağzını, kafasını ve kalemini düşünerek kullanmazlar! Elbette tahrik edici yayınlar vardır, fakat müteharrik olmanın zararlarını mutlaka Türk siyaseti çekecektir. Bütün bu sebeplerden ötürü siyaseten “Kürtçülük”ün üzerinde ehil bilim adamlarının ciddi ölçülerde çalışlması gerekiyor. Bizler, şu kupkuru 3 Mayıs günlerinde ve benzer etkinliklerde, bihassa seçim çalışmalarında yapacağımız saha araştırmaları ile ilgili sonuçlar ortaya koymalıyız.
Hoşçakalın.