Ali BADEMCİ
Doğu komşumuz İran, Türkiye’den sonra sınırları içerisinde en çok Türk nüfus barındıran ülkedir. Aydınlarımızın çoğu bunu bilmediği gibi, Sünnî bir anlayışa sâhip Türkiye İslâmcılığı böyle bir şeyin söz konusu edilmesini bile istemez. Çünkü İran’da Türk nüfusu çoğunluk olarak Şiî’dir. Eh biz de, IŞID’in İslâmcılığı mübahtır da Şiîlik Rafizîlik’dir. Halbuki Şiîlik gibi Batinî karekterli olan Alevilik bugün için siyâsette maşallah Alevi oyları için iktidar günde elli takla atmaktadır. Tabii ki bu bir takiyyedir ve dince mübâh kabul edilir. Bugünkü İran rejimi de böyle takiyyeler üzerine kuruludur. İran nedir, ne yaptı, ne yapmak istiyor, ülkeyi kimler idare ediyor, halk ne durumdadır hiç konu eden var mı?
Humeyni İhtilâli olduğu zaman ABD ve Batı bize bunların rejim ihraç edeceklerini pompaladı da bizim işin özünü kavrayamamış telâşlı cumhuriyetçiler hemen inanıverdiler. TSK’da bayağı telâşlandı; İslâmcılar ise Humeyni rejimini Sünnilîğe uyarlamağa çalıştılar. Şimdi TSK yok gibi bir şey, dolasiyle devletin İran rejiminden kaygılandığını sanmıyoruz. Fakat İslâmcılar Milli Görüş’den miras kalan uyarlamanın peşinden ayrılmadılar. Çünkü rejim ihracının hikâye olduğu anlaşıldı; kendi ülkesinde zora dayanarak zaptedilen bu rejimi İran’ın en yakın müttefiki Suriye bile benimsemedi; Irak Şiîleri bile tereddütlü! Dolayısiyle ABD bol bol silah sattı, şimdilerde de artık alınanlar demode oldu ve başka bahara kaldı!
İran rejimi İslâm’ın “İmamet” geleneğini devletin ideolojisi yaptı, Humeyni buna Velayet-i Fakih diyordu. Hz. Muhammed kendinden sonra gelen “İmam”ın en azından Arap olmasını istiyordu. Geleneğe göre Arap olmayanın “İmam” olma hakkı yoktur; dolayısiyle Osmanlı’nın Halifeliği’ne hiç itibar edilmemiştir; bu hususu bizim halifeler de bildiği için I. Cihan Savaşı “Fetvasına” kadar Hilafet Müessesesini hiç kullanmadılar. Bu sebeble şimdi öyle diriltileceği laflarına filan bakmayın. Bizim Cumhuriyet bile Hilâfet’i çok ciddiye almadığı için önce “Saltanat”ı kaldırmıştır. Aslında “Hilafet” ve “Saltanat”ın birbirinden ayrılması mümkün değildir. Hz.Muhammed bu iki unsuru şahsında birleştirdiği gibi Emeviler’in sonuna kadar devlet başkanları ile Halifeler aynı şahıslardan oldu.
Yani Hz. Muhammed hem Devlet Başkanı hem de Peygamberdi. Fakat Halifeler, yani İmamlar devrinde bu iş yürümedi. Halifeler suikaste kurban gitti; bu sebeble Arap İslâm Tarihi tefrika ve kargaşalıklarla doludur. Bu uğurda dünya kadar kan akmıştır. Abbasiler devrinde, Türkler Hilâfet ile Saltanatı ayırdı da İslâmiyet kurtuldu. Selçuklu Sencer, Herezmşah Muhammed ve Emir Timur yeniden birleştirmek istedi ama başaramadılar. Yavuz Selim başardı ama Şiîler hiç itaat etmedi, Sünnîler ise Büyük Savaş’ta ihanet ettiler.
Şii İslâm baştan beri Sünniliğin İmamet’ini kabul etmiyordu. Çünkü Hz. Muhammed aynı zamanda İmamlar’ın kendi “Ehl-i Beyti”nden olmasını istiyordu. Yani “İmamlar” Peygamber’in hane halkı soyundan gelmeleri gerekiyordu. Peygamber’den sonra gelen bu hane halkı kim? “Hz.Ali-Fatıma-Hasan-Hüseyin”, Şia’ya göre başka yolu yoktu. İşte büyük dedesi Sünni olan Şah İsmail Ehli Beyt’ in 12. İmamı Musa Kâzım soyundan geldiğini iddia ederek İran’da Şiî İmamet ile saltanatı birleştirdi. Dolayısiyle İslâm’da bir nev’i iki “Halifelik”, “Şii-Sünni” İmamlık devri başladı. Osmanlı – İran rekabeti geçen asrın başlarına kadar devam etti. Mustafa Kemal 1924’de Sünni Halifeliği lağvederken Türkmen-Kaçar kölesi Ahmet Rıza 1925’de Şiî İmam’lığa son verdi. Anne ve eşleri Türkmen olan Rıza Şiî Kaçar Hanedanına düşmanlık ederek “Şia” yı ikinci, üçüncü plâna attı, kendi soyu belli olmadı halde “Pehlevilik” adı altında Fars Milliyetçiliği’ni devlet ideolojisi olarak ikame etti. Fakat Saltanat’ı kaldırmadı ve kendini “Şehinşah-Kral” ilân ederek mutlakıyeti sürdürdü.
Bizim Türkiye’de bazı kuyruk acısı olan soysuzlar Atatürk’ü bu kanlı diktatöre benzetirler de Atatürkçülerimiz karşı çıkmaz ve Pehlevi’yi modern adam olarak görürler. Halbuki bu iki adam birbirine hiç benzemez; Mutafa Kemal koca bir imparatorluğun kurmay subayı, öteki ise Ruslar’ın “Kazak Birliği”nin alaylılıktan gelme, okuma yazması bile olmayan, baba tarafı belirsiz biridir. Bizde de böyle babası belirsiz devşirmeler Atatürk’ü öyle görür ama güneş balçıkla sıvanmaz.
Humeyni İhtilâli’ni siyaset bilimciler Bolşevik Devrimi’nden sonra XX. yüzyılın en önemli sosyal ayaklanması olarak görürler. Aslında İran Devrimi Pehleviler’in ırkçı ve şöven Fars Milliyetçiliğine karşı bir Türkmen Ayaklanması idi. 700.000 kişilik ilk Tebriz gösterileri bu hakikatin canlı delilidir. Pehleviliğe rağmen ülkede bir Pers-Sasani-Fars İdeolojisi yaratılamamıştı; çünkü bunu en başta Fars unsurlar istemiyordu. Onlar 1000 yıldan beri devletin bürokratı olmaktan daha çok hoşlanıyorlardı. İtibarsız olan Humeyni’yi asılmaktan da Tebrizli Ayetullah Şeriatmedari kurtarmıştı; fakat eskiden beri ulema zümresi Fars unsurlar arasında daha çoktu. Abbasiler devrinde de bu ağırlık Araplardaydı; Türkmenler siyaset ve askerlik yapar diğer unsurlar da cemiyetin sırtından geçinen diğer devlet ve cemiyet görevleri yaparlardı.
Humeyni’nin ihtilâlden evvel ortaya attığı Velâyet-i Fakih düşüncesi İmamet’i şahıstan alıp “Fukaha”ya yani “Ulema” gibi bir kurula veriyordu ki, bir dereceye kadar demokratik görülüyordu. Aslında Sünnî Hilafet düşüncesinin “Kurul İmameti”nden başka bir şey değildir. Ülkenin idaresi de bunlara aitti. Halbuki Türkmen fukaha “Demokratik Cumhuriyet” istiyordu ve bunun için ayaklanmıştı. İşte bu sebeble Türkmen Medari ile Humeyni’nin yolları ayrıldı. Fakat Humeyni’nin sanılanların dışında katiyyen bir “Fars Milliyetçisi” veya “Pehlevisit” olduğu iddia edilemez. Bu görüşler Humeyni’den sonra bizim ülkemizde çok tutulan Ali Şeraiti ve Molla Muntazari önderliğinde İran’ın başına belâ edildi.
İran’da toplam nüfusun %36’lık iki parçası Şiî Azerbaycanlılar ve Şiî Farslar’dır. Geriye kalan %28 nisab içinde %8 Türkmensahra Sünni Türkmenleri, %7 civarında her tarafa dağılmış olan Sünni Türkler ve %13’de Arap vesair Şiî-Sunni unsurlar bulunmaktadır. Aslına bakılırsa 2006 sayımının analizlerine göre Türk asıllılar Farslar’dan bir miktar fazladır. Fakat bugün Fars Milliyetçiliği “Fakihler”e de sirayet etmiştir. İşte gerçek İran budur.
Muhabbetle.