Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli,”Ant içtik, Türkiye’yi darboğazdan çıkaracağız. Söz verdik, Türk milletini rahata ve refaha ulaştıracağız. Bunun için bize hayırcı diyorlar. Bundan dolayı bizi karalıyorlar, her şeye itiraz ettiğimizi söylüyorlar. Seçime gidiyorsak, müsebbip Erdoğan ve Davutoğlu’dur.
Koalisyon kurulmadıysa sebep yine bu iki şahsiyettir. Milliyetçi Hareket Partisi ülkesi ve milleti için gövdesini taşın altına koymaya her zaman hazırdır. Bir kez daha söylemeliyim ki, Davutoğlu hiçbir görüşmede bize koalisyon teklifinde bulunmamıştır.”dedi.
MHP’nin Büyük İstanbul Mitingi’ne katılmak için sabah saatlerinden itibaren yüzbinler Yenikapı’ya akın etti. Alanı dolduran vatandaşlara seslenen Devlet bahçeli, hükümete yüklendi, terör olaylarını sert eleştirilerde bulundu. Bahçeli Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma dikkat çekerek, “Geleceğimiz kurban edilmekte, şehirlerimiz kundaklanmaktadır.
Türkiye sanki Suriye’ye dönmüştür. Türkiye adeta Irak’a çevrilmiştir. Türkiye maalesef Libya’nın, Lübnan’ın bedenine girmiştir. Ortadoğu’nun izbe ve kanlı şehirlerini aratmayan manzaralar önünü perdelemiştir.
Türkiye bu duruma nasıl getirilmiş, Türk milleti bu tuzağa, bu kördüğüme nasıl düşürülmüştür? Üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrilmiştir. Hal böyleyken sorumlu kim ya da kimlerdir. 20 Temmuz’dan bu tarafa, dün Dağlıca’da bugün de Tunceli’de verdiğimiz şehitlerimizle 93’ü asker, 75’i polis, 4’ü korucu olmak üzere 172 vatan evladı şehit edilmiş, 177 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
Bunların suç ortakları nerelerdedir? Hem bugün hem de tarih boyunca yurdunu alçaklara uğratmamak uğruna göğüslerini siper eden bütün şehitlerimizle övünüyor, hepsine Allah’tan rahmet diliyorum.” ifadelerini kullandı.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin İstanbul Mitinginde yapmış oldukları konuşma. 18 Ekim 2015
Aziz Milletim,
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Muhterem İstanbullu Kardeşlerim,
Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,
Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sizleri hasretle kucaklıyorum.
Dünyanın bu en büyük Türk kentinde hayat mücadelesi veren, zor şartlara direnen her kardeşime, her vatandaşıma şükranlarımı sunuyorum.
31 Mayıs 2015 tarihinde Kazlıçeşme’de muhteşem bir katılımla düşmanları çatlatmış, dostları güldürmüştünüz.
Bugün de zalimlere, hainlere, teröristlere karşı İstanbul’un tarihi duruşunu cesaretle ispatlıyorsunuz.
Türkiye’nin bu yürek yaralayıcı, oldukça karamsar döneminde göstermiş olduğunuz heyecan ve kararlılıktan dolayı her birinize teşekkür ediyorum.
Ne mutlu ki, Türkiye’nin geleceğini güvenceye alacak ecdat yadigarı diriliş ruhu buradadır.
Türk milletinin birlik ve beraberliğini müdafaa edecek yüksek haslet ve asalet burada toplanmıştır.
Bu tavizsiz duruşunuzla karanlığa meydan okuyorsunuz.
Sizler Türkiye üzerinde hesap yapanları şaşkına çevirip huzurlu ve güvenli bir geleceğin kilidini açıyorsunuz.
Rabbim her birinizden razı olsun.
En zor zamanlarda ülkenize sahip çıktınız, kim var diye sorulduğunda hep bir ağızdan biz varız dediniz.
Yenilgiyi kabullenmediniz.
Yıkıma göz yummadınız.
Yıldırıcı saldırılara göz açtırmadınız.
Terörün hain emellerine, korku tacirlerinin pis oyunlarına teslim olmadınız ve buraya geldiniz.
Çünkü siz Türkiye’siniz.
Çünkü siz Türk milletinin özü, fütuhatın emanetçisi, tarih boyunca dilden dile anlatılan destansınız.
Ham olsun, Yeditepe’den Yenikapı’ya, İstanbul’dan İktidara yürümek için artık her şey tamamdır.
Sırayı 1 Kasım’da sandığa üç hilal mührünü vurmak almıştır.
İstanbul, sevdalılarıyla geleceğe uzanacak, Yenikapı’da toplanan sadık bekçileriyle, ahlaklı neferleriyle bozgun çemberini kıracaktır.
Bu açık hava toplantımızın gerçekleşmesinde emeği geçen, katkısı bulunan İstanbul İl Başkanlığımızı, ilçe başkanlarımızı, teşkilatlarımızın her kademesinde görev alan dava arkadaşlarımı yürekten tebrik ediyorum.
İki hafta sonra yapılacak 1 Kasım Milletvekilliği Genel Seçimleri’nin ülkemizin birliğine, milletimizin geleceğine, insanımızın refahına en üst düzeyde katkılar sağlamasını Allah’tan niyaz ediyorum.
Seçimlerin barış, huzur, olgunluk, güvenli ve demokratik yarış içinde geçmesini ümit ediyor, siyasi partilere ve milletvekili adaylarımıza başarılar diliyorum.
Ve hepinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli İstanbullu Kardeşlerim,
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
Türkiye kan revan içindedir.
Türkiye iyi durumda değildir.
Millet kaygı ve korku sağanağı altındadır.
Devlet tedirgin ve dağınık haldedir.
AKP’li seçim hükümeti ise sakat, sancılı ve şuursuz durumdadır.
Son yurdumuz adeta cenaze evine, taziye çadırına dönmüştür.
Bedenine bomba saran üzerimize saldırmaktadır.
Eline silah alan, sırtını farklı güç merkezlerine dayayan terör örgütleri başımıza üşüşmektedir.
Gözlerini kan bürümüş kiralık katiller, satılık tetikçiler, insan görünümlü caniler Türkiye’yi ablukaya almışlardır.
10 Ekim 2015 Cumartesi günü Ankara Tren Garı önünde yaşanan canlı bomba felaketi Cumhuriyet tarihimizin en kanlı sahnelerinden birisi olmuştur.
Bu saldırıda 102 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlercesi yaralanmıştır.
Ülkemiz kana bulanmakla kalmamış, korku tüneline de sokulmuştur.
Üstelik bunu fırsat bilen terör yedekleri, bu açık hava toplantımızı sabote etmek için sosyal medyadan dedikodu yaymışlar, emniyet konusunda şüphe uyandırmaya azmetmişlerdir.
Neymiş, burada da bomba patlayacakmış.
Biz silahtan, bombadan korkup ölümden çekinseydik ne imanımızda samimi, ne davamızda gözü pek olabilirdik.
Biz böyle ucuz tehditlere, bayat numaralara 46 yıldır asla pabuç bırakmadık, asla da bırakmayız.
Biz dantelli kefen giyenlere, etek giyip nifak kusanlara çok şükür hiç benzemedik, benzemeye de niyetimiz yoktur.
İster toplarını tüfeklerini alıp, bombalarını kuşanıp gelsinler, biz buradayız.
İsterse de yedi düveli yanlarına katsınlar, hepsinin hakkından tek başımıza geliriz.
Biz Korkma diye başlayan istiklalimizin manzum mısralarından feyzini alan inanmış, milli mücadele ruhuyla donanmış, ancak Allah’ın huzurunda eğilecek başı olan Milliyetçi Ülkücü Hareketiz.
Ancak görmek lazımdır ki, geleceğimiz kurban edilmekte, şehirlerimiz kundaklanmaktadır.
Türkiye sanki Suriye’ye dönmüştür.
Türkiye adeta Irak’a çevrilmiştir.
Türkiye maalesef Libya’nın, Lübnan’ın bedenine girmiştir.
Ortadoğu’nun izbe ve kanlı şehirlerini aratmayan manzaralar ülkemizin önünü perdelemiştir.
Türkiye bu hale nasıl getirilmiştir?
Türk milleti bu tuzağa, bu kördüğüme nasıl düşürülmüştür?
Üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevrilmiştir; hal böyleyken sorumlu kim ya da kimlerdir?
20 Temmuz’dan bu tarafa; dün Dağlıca’da verdiğimiz şehitlerle beraber, 92’si asker, 75’i polis, 4’ü korucu olmak üzere 171 vatan evladı şehit edilmiş, 177 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir; peki bu şehadetlerin suç ortakları nerelerdedir?
Hem bugün, hem de tarih boyunca, “yurduna alçakları uğratmamak uğruna göğüslerini siper eden” bütün şehitlerimizle övünüyor, hepsine Allah’tan rahmet diliyorum.
Türk milletinin bağımsız ve onurlu yaşaması için, “bir gül bahçesine girercesine kara toprağa girmiş” kahramanlarımıza minnet duyuyoruz.
Anıları yüreklerimize,
Sevdikleri vicdanlarımıza,
Sorulacak hesapları şerefimize emanettir.
Bugünleri aşacağız.
Bu zulmeti yeneceğiz.
Bu zifiri geceyi Allah’ın izniyle yaracağız.
Emin olun, bugünkü enkaz yığınını ortadan kaldıracağız.
“Türkiye büyüdü, güçlendi, dev uykudan uyandı” diyorlardı; asıl uyanan, asıl gözlerini açan Türk düşmanlığı değil midir?
Yüzyıllık denetimden kurtulduk diye sevinenlerin, Türkiye’yi çözülmenin kontrolüne, yıkımın eline bırakması hala görülmeyecek midir?
Zap suyu gibi coşulacak; Murat Nehri gibi barışa, kardeşliğe akılacaktı.
Teröristler silah bırakacak, Türkiye derin bir nefes alacaktı. İddialar buydu.
Ne oldu, dağlarda çiçek toplanacak diyen hayalperestler, terör bitti diyen müzakereciler şimdi hangi hikâyeyi uyduracak, hangi bahanelere sığınacaksınız?
Analar ağlamayacak, ülkede bahar havası esecekti.
Süreç ihanetinin figüranları hep bir ağızdan bunları sıralıyordu.
Söyleyiniz bana, Türkiye’de ağlamayan ana kaldı mı?
Şimdi de ne mutlu şehit analarına diyecek kadar alçalıyor, milletle alay ediyorlar.
Sonra da dönüp akan kanların damla damla hesabını sormaktan bahsediyorlar.
Utanmadan kıyamete kadar şehadetin süreceğini söyleyip yeni bir savunma hattı kuruyorlar.
Bunlarda ne izan, ne ahlak, ne milli haysiyet, ne de vicdan kalmıştır.
2002’de sıfır düzeyinde teslim alınan terör AKP ile yeniden belini doğrultmuştur.
Bölücülük zemin ve taban bulmuştur.
Çözülme süreci Türkiye’yi temellerinden sarsmıştır.
Elindeki silahı almadan bunları temizledik zannetmeyin.
Ellerine kan bulaşmış bu örgütün taktiklerine kanmayın.
Ve bütün bunları yaparken de Milliyetçi-Ülkücü Hareketi ağzınıza almayın diye de uyardık, tüm sözlerimizde haklı çıktık.
Onlar iyi şeyler olacak dediler, biz bölünmenin kapılarını aralıyorsunuz dedik.
Onlar barış ve kardeşlik projesi dediler, biz anlaşmalı yıkım projesi dedik.
Onlar, İmralı canisi ile müzakere dediler, biz canilere teslim olma oyunu dedik.
Onlar, açılım dediler, biz ısrarla yıkım dedik.
Onlar çözüm dediler, biz çözülüyoruz dedik.
Onlar, Öcalan’a övgüyle sayın derken, biz alçak bebek katili dedik.
Ve ne ibret vericidir ki, o zamanın Başbakanı’na göre bunları dedik diye morg bekçisi, Fatiha bilmeyenler şeklinde suçlandık.
Hatırlarsınız, kavgayı, çatışmayı, ölümü, öldürmeyi seven kan emiciler olarak itham edilmiştik.
Sonuç itibariyle 20 Temmuz’dan itibaren terör her gün canımızı aldı.
Her gün evlatlarımıza ateş saçtı, yürekleri kavurdu.
Süreç ihaneti devredeyken valiler operasyonlara izin vermedi.
Erdoğan’ın talimatı, Davutoğlu’nun isteği buydu.
Mehmetçiğe, polislere ve masum vatandaşlarımıza kıyanlar ellerinde silahla vatanımıza mevzilendiler, süreci silah stoklama fırsatı gördüler.
Türk askeri operasyon izni istedi, duymadılar.
PKK silahları bıraktı bırakıyor, sınırlarımızdan çıktı çıkıyor derken, güvenlik güçlerimizin elinden silahlar alındı.
Türk polisi hainlerin tepesine binelim dedi, karakollardan çıkmayın dediler.
Erdoğan devleti süreç ihanetinin vesayeti altına aldı.
Aynen Mondros şartları gerçekleşti.
Teröristler sözde mahkeme kurup haraç alırken, Erdoğan kaçak saray inşa ediyor, pahalı uçaklarla geziyor, harcırah topluyordu.
Teröristler hendekler kazıp sözde özerk yönetimler ilan ederken Erdoğan ve Davutoğlu 400 milletvekili çetelesi tutuyor, demokrasiye kumpas kuruyordu.
Devletin egemenlik haklarına sistemli ve organize saldırılar yapılırken, Erdoğan yolunu buluyor, kendi yapımı olan paralel avıyla meşgul oluyor, villaya haram ve rüşvet yığınağı yapıyordu.
PKK silah depolayıp militan devşirirken, Erdoğan ve Davutoğlu milliyetçiliği ayaklar altına alıyor, girdikleri haçlı saflarında Türklüğe karşı küfür yağdırıyorlardı.
Evlatlar yetim kalırken, bakan ve başbakan çocukları hortumculukta ustalaşıyor; kutulara, yatak odalarına, vakıflara, banka hesaplarına milletin alın terini saklıyorlardı.
Bilal yükselirken hilal düşüyordu.
Haram zirveye çıkarken, helal darbeleniyordu.
Hainler baş tacı edilirken, vefa ve sadakat hasar alıyordu.
Kaçak saray kadar başımıza taş düşmesini isteyen Erdoğan da, şunu bilsin ki, biz taşa da toprağa da razıyız, ne de olsa hepsi bu vatanındır.
Eğer kendisi adaletin hükmüne razı olursa mesele kalmayacak, hak ve hukuk yerini bulacaktır.
Erdoğan, sana sesleniyorum; hadi bize taş gelsin, senin semtine de, sadece hukuk gelsin; buna var mısın? Gözün kesiyor mu? Yüreğin yetiyor mu?
Soruyorum sizlere;
√ Terörün gerçek sorumlularına, teröristlerin gizli aşıklarına 1 Kasım’da haddini bildirecek misiniz? (Evet)
√ Düne kadar PKK’yı el üstünde tutan, çözüm süreciyle dirilten, eline silah tutuşturan ve provokasyonlarını görmezden gelen işbirlikçilere dersini verecek misiniz? (Evet)
√ Çözüm uğruna Türkiye’yi uçuruma iten, iktidar uğruna her kötü çehreye bürünen şer cephesine, fesat yuvasına dur diyecek misiniz? (Evet)
Yenikapı’yı zelzele gibi titretip evet dediğinize göre, yine soruyorum; ülkenin geleceğine de oy verecek misiniz?
Bunun teminatı bu meydandaki korkusuz vicdanlardır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türklüğün namusunu korumaya yeminlidir.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Aziz İstanbullular,
Erdoğan’ın mimarı olduğu çözülme süreci, yine aynı şahıs tarafından bozulmaması amacıyla buzdolabına kaldırılmıştır.
Türkiye’nin terör girdabına düşmesinin en önemli nedeni süreç ihanetindeki ısrardır.
Sürecin ne olduğu, neleri kapsadığı hala meçhuldür.
Ve bizim bu çerçevedeki tüm eleştirilerimiz haklı çıkmıştır.
Kaldı ki AKP’li bakanlar bile bunu kabullenmek durumunda kalmışlardır.
Ne var ki, Erdoğan ve Davutoğlu milli ve yerli düşünmedikleri için çözüm melanetiyle ülkemizin altını oymuşlardır.
PKK bu seviyeye gelmişse, bunun gerisindeki ana motivasyon, ana kaynak yılların ihmali, yılların körlüğüdür.
20 Eylül 2015 günü, bu meydanda, hazırlayıcısı saray yanaşması olan bir sivil toplum kuruluşu tarafından, milyonlarca nefes teröre karşı tek ses mitingi yapılmıştır.
Bu aslında bildik, herkesin malumu olduğu bir AKP toplantısıdır.
Erdoğan yine anayasal yetkilerini çiğnemiş, yine taşıdığı görevin ağırlığına göre davranmamış ve burada AKP’nin propagandasını yapmıştır.
Hatırlarsanız, “Kim ki bu bayrağa sahip çıkıyorsa işte o yerlidir, millidir, Türkiyelidir” açıklaması bizzat Erdoğan’dan duyulmuştur.
Erdoğan bilsin ki, bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, eğer toprak uğrunda ölen varsa vatandır. Ve vatan Türkiyelilerin değil, Türk milletinindir.
Vatan uğruna şehit olan evlatlarımızın babalarına karaktersiz diyen, kendi evladını yurt dışına kaçıran bir şahsiyette ne milli ruh, ne de yerliliğin tortusu görülecektir.
Şehide kelle, katile sayın, kayıplarımız karşısında da mücadelenin doğasında var derken aklına millilik değil, milliyet noksanlığının kara bulutları hâkimdir.
Elbette bayrağa sahip çıkmak milliğin emaresi, yerliliğin nişanesidir.
Şu işe bakınız ki, Erdoğan ve Davutoğlu terörün kanlı yüzünü görünce birden bire millilik taslamaya, milliyetçilik yarışına girmişlerdir.
Bunlar için millilik sandık görününce hatırlanan bir istismar vasıtasıdır.
Bunlar için yerli olmak yakayı kurtarmak için müracaat edilen bir can simididir.
Fakat papaz elbisesi giymek Erdoğan’ın Kilise’ye ait olduğunu göstermeyeceğine göre, millilik demekle de kendisi ve yandaşları milli olmayacaktır.
Bayrağı tahrik unsuru gören Erdoğan’dır.
Türklüğe kefen biçen Erdoğan’dır.
Milliyetçilik ise Erdoğan’ın yeryüzü cehennemidir.
Yaşadığımız sorunların temelinde bu sakat ve gayri milli bakış yatmaktadır.
AKP Türkiye’nin milli gerçeklerinden tamamen kopmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm emanetleri operasyon geçirmektedir.
Milli kimlik düşmanları AKP’yle canlanmış, AKP’yle damarlarına kan yürümüştür.
Türk milleti yoğun, çok boyutlu, çok aktörlü bir fitne kampanyasının hedefindedir.
Kim olduğumuz unutturulmak istenmektedir.
Tarihimiz silinmek, ecdadımız karalanmaktadır.
Türkiye küresel cinayet projelerinin yörüngesindedir.
BOP’a Eşbaşkan olmakla övünen Erdoğan bölgesel gelişmeleri okuyamamış, Ortadoğu’ya model olacağım derken maskara olmuştur.
Türkiye’nin etrafı nevzuhur terör örgütlerinin egemenliği altına girmiştir.
Ortadoğu kandan görünmemektedir. Suriye fiilen parçalanmaktadır.
Irak’taki mezhep ve etnik merkezli istikrarsızlık hızla tırmanmaktadır.
Ve Türkiye hiç olmadığı kadar jeopolitik açmazlarla karşı karşıyadır.
AKP’nin dış politikası tamamen çökmüştür.
Sıfır sorundan sıfır komşuya gelinmiştir.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun hayalci, temelsiz, statik, ucube, fos, batı planlarına kuryelik yapan politikaları imha olmuş, Türkiye selefi ve etnik bölücü terör örgütlerinin hücumuna uğramıştır.
Sınırlarımızın diğer yakasında Kürdistan provaları yapılmaktadır.
Suriye rejimine karşı alttan alta terör örgütlerine yol veren, silah ve diğer ihtiyaçlarını karşılayan AKP ülkemizin milli politikalarına kara çalmış, önünü tıkamıştır.
Erdoğan’ın Şam’da namaz kılma hezeyanları, yerini canlı bombaların tezgah ve eylem hakikatine bırakmıştır.
Nitekim Türkiye’nin milli güvenliği üst düzeyde tehlike altındadır.
Gaziantep, Reyhanlı ve Suruç’tan sonra, Ankara’nın göbeğinde patlayan canlı bomba dirliğimizi ve birlikte yaşama irademizi havaya uçurma teşebbüsünde bulunmuştur.
ABD’nin, Irak’ın kuzeyinde teröristleri silahlandırıp eğitim vermesi ülkemiz aleyhine ilave risk ve tehditleri ortaya çıkarmıştır.
2011 yılında, AKP’nin ABD’yle birlikte kurduğu ve eşbaşkanlığını yürüttüğü “Terörle Mücadele Küresel Forumu”nun kandırmacadan ibaret olduğu anlaşılmıştır.
Ortadoğu nerede duracağı kestirilemeyen vahim bir belirsizliğin içine yuvarlanmış, mülteci sorunu herkesi, tüm dünyayı etkilemiştir.
ABD’den Rusya’ya, Çin’den Birleşik Krallığa, Fransa’dan Almanya’ya kadar paylaşım ve bölüşüm planları yapan tüm ülkeler Ortadoğu’yu çeteleri eliyle karıştırmaktadır.
IŞİD bir piyondur, PKK bir maşadır ve Batı’nın tarihsel nefretlerine hizmetle görevli terör örgütleridir.
Buna karşı 2 milyara yakın nüfusuyla İslam dünyası paramparçadır.
Yüce dinimiz İslam zalimlerin hedefinde, Müslüman görünümlü uşakların güdümündedir.
İki gün önce ise, Asya-Pasifik Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi Kesret içinde vahdet; hikmet içinde barışı birlikte düşünmek temasıyla İstanbul’da toplanmıştır.
İstanbul’da lüks otellerde toplanarak değil, yerinde sorumluluk alarak, İslam’ın içine sızmış batıl hesaplara dik durup azimle mücadele edilmelidir.
Çevremizde kıtalar arası füzeler uçurulmakta, hava sahamız ihlal edilmekte, insansız hava araçları gezdirilmekte, teröristler efendileri adına öldürmek için tetikte beklemektedir.
“Ortadoğu’da değişimi biz yöneteceğiz” diyenleri kimin yönetip yönlendirdiği de açıktadır.
“Tribünden izlemeyeceğiz, gelişmelere yön vereceğiz, sözümüz dinlenecek, Suriye iç meselemizdir, men dakka dukka, katil Esad, vallahi hesap vereceksin” diyen kokuşmuş şahsiyetler sınırlarımızdan içeri girerek içimizde patlayan canlı bombaları yalnızca seyretmektedir.
Ankara’da bomba patlıyorsa bunu bedelini Ortadoğu’da hamaset nutukları atan iktidarın ödemesi şarttır.
Sınır güvenliğimizi sağlayamayan; Suriye’den Ankara’ya yüzlerce kilometreyi aşarak gelen teröristleri tespit edemeyen, canlı bombaların kimliği bilinmesine rağmen yakalayamayan aciz Başbakan’ın 1 Kasım’da görevden alınması milli bir vecibedir.
Ankara saldırısını bir gün IŞİD’e, diğer gün IŞİD ve PKK’ya, bir başka gün IŞİD-PKK ve Esad’a bağlayan; ne dediği belli olmayan, ölen Suruç katliamcısını hukuka teslim etmekle övünen kafası karışık bu Başbakanla ulaşılacak bir gelecek yoktur.
Davutoğlu fikren, zihnen, ahlaken ve siyaseten perişandır.
Davutoğlu post davasında, millet can derdindedir.
Davutoğlu ve Erdoğan koltuk, Türkiye milli bekasının peşindedir.
Siyasi canlı bombalardan Türkiye’yi kurtarmalıyız.
400 milletvekili almak için iblisle bile masaya oturacak kadar gözü dönmüş rüşvet ve ihanet kadrolarından Türk vatanını kurtarmak zorundayız.
Şimdi siz söyleyiniz;
√ 1 Kasım’da sandığa gittiğinizde, Fatih’in emanetine, Mustafa Kemal’in mirasına sahip çıkıp MHP diyecek misiniz? (Evet)
√ 1 Kasım’da BOP saltanatına son verecek misiniz? (Evet)
√ 1 Kasım’da ülkenin geleceğine oy verecek misiniz? (Evet)
Artık yeter, bu devran bitsin.
Artık yeter, yalan, dolan, hırsızlık, hıyanet, münafıklık ters tepsin.
Artık yeter, bu buhran son bulsun.
Artık yeter Türkiye kazansın, Türk milleti bir yıldız gibi parlasın.
Önceki gün İstanbul’da ümmet parçalandı diyen Erdoğan, Türk milletinin, bin yıllık hukukun komaya girdiğini görsün, görmüyorsa görevini hemen terk edecek erdemi göstersin.
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
7 Haziran’da tecelli eden millet iradesini beğenmeyen, benimsemeyen saray ve soygun ittifakı dayatma ve zorlamayla yeniden seçim için kollarını sıvamıştır.
İktidarı kaybeden, inişe geçen, bu nedenle hesap vereceğinden korkan AKP, ayak oyunları ve ahlaksız manevralarla Türkiye’yi 1 Kasım kulvarına sokmuştur.
Demokrasi düşmanları AKP’nin kanatları altına girmiştir.
Millet ve memleket muhalifleri AKP’nin çevresinde birikmiştir.
Kan ve ölüm makineleri, cinayet ve cürüm failleri AKP’nin elinden beslenmiştir.
7 Haziran’da beklentileri karşılanmayan, hedefleri gerçekleşmeyen Erdoğan ve Davutoğlu eşgüdüm halinde Türkiye’yi yeniden seçime sürüklemişlerdir.
Türkiye hemen hemen yaklaşık bir yıl içinde dördüncü kez sandığa gidecektir. Bu çok açıktır.
Bugünkü şart ve ortamda;
√ İstikrarsızlığın nedeni AKP’dir.
√ Kavga ve gerilimin kaynağı AKP’dir.
√ Terör ve asayişsizliğin sorumluluğu ise AKP-PKK’nın sırtındadır.
Şuna inancım tamdır ki, AKP’nin sonu gelmiştir.
Erdoğan’ın Türkiye aleyhine olan bütün planları bozulacaktır.
Saray oyuncağı olan, saraya irade devri yapan, yalnızca Erdoğan’a hizmetle görevlendirilen Davutoğlu’nun ise hesapları tutmayacaktır.
Türk milleti 7 Haziran’da ikaz ettiği AKP’yi 1 Kasım’da cezalandıracaktır.
Türkiye üzerinde karanlık hesap yapanların hakkından ve üstesinden Milliyetçi Hareket Partisi gelecektir.
Yıkım kadrosunu, ihanet lobisini, çözülme ve çürüme odaklarını, Türk’e ve Türk milletine yan bakarak işgal hayali kuran kifayetsizleri Milliyetçi Hareket Partisi alt edecektir.
Ant içtik, Türkiye’yi darboğazdan çıkaracağız.
Söz verdik, Türk milletini rahata ve refaha ulaştıracağız.
Bunun için bize hayırcı diyorlar.
Bundan dolayı bizi karalıyorlar, her şeye itiraz ettiğimizi söylüyorlar.
Seçime gidiyorsak, müsebbip Erdoğan ve Davutoğlu’dur.
Koalisyon kurulmadıysa sebep yine bu iki şahsiyettir.
Milliyetçi Hareket Partisi ülkesi ve milleti için gövdesini taşın altına koymaya her zaman hazırdır.
Bir kez daha söylemeliyim ki, Davutoğlu hiçbir görüşmede bize koalisyon teklifinde bulunmamıştır.
Her defasında Türkiye’nin sıkıntılarının çözülmesi, toplumsal yarılmanın tamiri gerekir uyarısında bulunduk.
AKP’ye Anayasa’nın ilk dört maddesini muhafaza edelim dedik, hayır dediler.
Süreç ihanetini bitirelim dedik, hayır dediler.
Hırsızı, rüşvetçiyi, 17-25 Aralık’ta adı geçenleri adalete teslim edelim dedik, hayır dediler.
İmralı canisinin ihanet metinlerine evet diyen AKP, bizim koalisyon kurmak için ileri sürdüğümüz dört milli ilkemizin hepsine olumsuz cevap verdi.
Zira maksatları 7 Haziran Genel Seçimlerini yenilemek, kaos ve kargaşa altında tek başına iktidara ulaşmaktı.
Ama başaramayacaklar, amaçlarına ulaşamayacaklardır.
Başbakan, bizimle ikinci görüşmeye gelmeden 4 gün önce, yani 13 Ağustos’ta aynen şöyle söylemişti:
“CHP ile oluşturamadığımız hükümet ortaklığı göz önüne alındığında erken seçim güçlü, hatta tek ihtimaldir. Tercihimiz TBMM’nin seçim kararı almasıdır.”
Bu sözleri söylememiş gibi hareket eden, sürekli çamur atan, ustasından öğrendiği yalanları sıralayan Davutoğlu 17 Ağustos’ta bize geldiğinde samimi ve yapıcı davrandık.
Azınlık hükümeti kuralım dedi, biz hayır dedik. Peki buna kim olumlu baktı?
Seçim hükümeti kuralım dedi, biz hayır dedik. Peki buna kim sıcak yaklaştı?
TBMM’ni toplayalım, seçim kararı alalım dedi, biz hayır dedik. Peki buna da kim olur verdi?
Davutoğlu tepeden tırnağa aldatmadır.
Ekranlarda gösterdiğimiz siyah çantadan sonra şoka giren Davutoğlu dün ileri geri konuşmuştur.
Çünkü bunların işi gücü kutudur, kutuya giren çıkandır; Türkiye’nin geleceği için hazırlanan siyah çantamız ise bunların korkulu rüyasıdır.
Her şeyi geçtik, 32 gün görüştüğü ve her şeye evet diyen CHP’yle bu Davutoğlu niçin koalisyon kurmamış, kurmaya gücü nasıl yetmemiştir?
MHP’ye itibar suikastı yaparak koalisyondan kaçtı demek siyasi ahlak ve namusla bağdaşmayacaktır.
Tekraren vurguluyorum; koalisyon kurmaya yanaşmayan, bunu aklının dahi ucundan geçirmeyen Erdoğan’dır, Davutoğlu’dur.
Erdoğan kavga ve ihtilaftır. Davutoğlu yetkisiz, etkisiz, korkak, saray diplerinde gezen, sinsi ve icazetlidir.
PKK’yı hükümete taşıyan Erdoğan ve Davutoğlu’dur.
Milli iradeyi lekeleyen, tersleyen yine Erdoğan ve Davutoğlu’dur.
Başbakan Bursa mitinginde, bize yönelik “yahu bir kez de millete evet” deyin sözlerini kullanmıştır.
Sayın Davutoğlu, biz millete evet deriz, millet için kendimizi de feda ederiz. Sen rahat ol, serokluğuna devam et.
Sen de bir kez olsun, onurlu davranıp, haysiyetli bir şekilde Erdoğan’a hayır diyebildin mi, buna cevap ver.
Batı başkentlerinde her dayatmayı alttan alıp tamam dediniz.
Harama gelince evet, adalete gelince hayır; soyguna ve rüşvete gelince evet, hesap vermeye gelince hayır diyecek kadar ahlak ve edepten uzaklaştınız.
Milliyetçi Hareket’i kendinize benzetmeyin; biz kolay lokma değiliz.
Milliyetçi Hareket; mazlumların sözcüsü, sessiz milyonların gücü, Türkiye’nin son siperidir ve hem evet, hem de hayır demesini bilecektir.
Biz, tıpkı Davutoğlu ve istikşafi ortağı Kılıçdaroğlu gibi her şeye boyun büküp, her zillete eyvallah deseydik, son yurdumuz söner, son umutlar heba olurdu.
Bizden Türkiye aleyhine evet duyulması, Türk milleti için peki sesi çıkması ebediyete kadar imkânsızdır.
Varsın onlar yalan söylesin, günaha girsin; biz millet için, gelecek için üzerimize düşeni yapalım, 1 Kasım’dan sonra Türkiye’yi yönetelim.
Varsın onlar 400 milletvekili almak için Türkiye’yi dinamitlesin, biz Allah’a inanıp medet ve desteği milletten bekleyelim.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Türkiye’ye Avrupa’nın hasta adamı diyorlar.
Bölünmemizi bekliyorlar.
Kardeş kavgasına düşelim istiyorlar.
Kutuplaşmanın bizi yutacağını umuyorlar.
Buradan ilanen ve tekraren herkese, her kesime ve her vatan evladına duyurmak isterim ki;
Geride bıraktığımız bin yıl, tarihi aşıp gelen bir milletin adını çağlara kazımıştır.
Bu milletin adı, parçalamaya çalışan Erdoğan, Öcalan, Davutoğlu ve küresel mihraklara inat “Türk milleti”dir.
Bu beşeri varlık etnik kalıntı değildir.
Erdoğan’ın ifade ettiği gibi çeşni değildir.
Muhteşem bir mirasın adıdır, unvanıdır, şanıdır, şerefidir.
Adı birdir, anısı birdir, acısı birdir.
Bayrağı bir, inancı bir, dili birdir.
Kimliksizlere bir kez daha duyuruyorum ki adı: Türk milletidir.
Bu büyük kudret;
Asırlar içinde oluşmuş,
Asırlar içinde buluşmuş,
Asırlar içinde yetişmiş ve doğmuştur.
Binlerce yıldır ilmek ilmek örülmüş, nakış nakış işlenmiştir.
Bizi bölmeye kimsenin kuvveti yetmeyecektir.
Büyük bir aile olan Türk milleti;
Aynı denize dökülen nehirler, dereler, çaylar gibi kaderi birdir.
Ayırmak ne mümkün, et ve tırnak halinde kaynaşmış gibidir.
Hakkârili ne ise, Edirneli odur.
Trabzonlu ne ise, Mersinli odur.
Diyarbakırlı ne ise, Ankaralı da odur.
Hepsi birdir. Hepsi bir milletin eseridir.
Biz köklere, kökenlere bakmayız.
Biz inançlara, mezheplere ayırmayız.
Bayrağa saygı var mı, ona bakarız.
Millete hürmet var mı, ona bakarız.
Vatana sadakat var mı, ona bakarız.
Gün gelip, kınalı kuzularını cepheye dualarla uğurlayanların soracağı hesaba güveniriz.
Soruyorum sizlere;
√ Türkiye’nin bu kötü gidişatına sessiz kalacak mısınız? (Hayır)
‘Gafillerin ardında Allah’ı anan; kaçanların ardında vuruşan, ölüler arasında diri olan gibidir.’
Kutlu Peygamber sözünün muhatabı olmak için çalışın.
Yolunuz açık olsun. Cenab-ı Allah, taşıyamayacağımız yükü omuzlarımıza yüklemesin.
Yüce Yaradan kendi dini için gayret eden herkese yardım etsin.
‘Gençliğin acı haline’ ‘Öldün mü ey gençlik?
Eğer öldünse haber ver: ”Onlara hicviye yazan kalemim sana da mersiye yazsın. Yahut ölmediğini ispat et ki, sana olan büyük imanım sarsılmasın ve sana olan destanım boşa gitmesin.”
Hepinize tekrar sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Allah bizleri mahcup etmesin diyorum.
Muharrem Ayı’mız mübarek, ibadetlerimiz kabul olsun.