
Murat Çiçek: “Türkiye’de vahim bir yönetim sancısı, örtülemez fiili bir iktidar boşluğu vardır. Maalesef AKP’nin PKK’yla kurduğu kanunsuz ilişkilerin seyir defteri çukurlardan fışkırdı, hendeklerden çıktı, barikatların dibinde yırtılmış halde bulundu. Hatta daha dün dalga geçer gibi Hollandalı turistlerin bu barikatlar kurulurken hendekler kazılırken belgesel çektikleri ortaya çıktı.”
“Şehitler geldikçe, yavrular yetim, gelinler dul kaldıkça; analar, babalar feryat ettikçe hayat bize zindan oluyor, İçin için ağlıyor, gencecik fidanlarımıza kahroluyoruz.” diyen MHP Konya İl Başkanı Av. Murat Çiçek, bugün parti il binasında gündemle ilgili görüşlerini açıklamak üzere bir basın toplantısı düzenledi.
Çiçek şu şekilde konuştu:
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Basın toplantımızda sizlerle paylaşacağım düşüncelerime geçmeden önce Türk Polis Teşkilatının 171.kuruluş yılı münasebetiyle tüm güvenlik güçlerimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Türk milleti aşkıyla yanan ve Vatan sevdasıyla kavrulmuş yüreklerin duyduğu üzüntü büyüktür.
Çünkü ülkenin Milli güvenliği zaafa uğramış sınırlarımız laçkaya dönmüştür. Türk vatanı darboğazda, Türk milleti dar ve şiddetli bir terör koridoruna sokulmuştur. Ülkemizin temelleri çatırdamakta, altındaki sağlam zemin kaymaktadır. Türkiye tüm varlığıyla, tüm kaynak ve değerleriyle hedeftedir.
Türkiye’de vahim bir yönetim sancısı, örtülemez fiili bir iktidar boşluğu vardır. Maalesef AKP’nin PKK’yla kurduğu kanunsuz ilişkilerin seyir defteri çukurlardan fışkırdı, hendeklerden çıktı, barikatların dibinde yırtılmış halde bulundu. Hatta daha dün dalga geçer gibi Hollandalı turistlerin bu barikatlar kurulurken hendekler kazılırken belgesel çektikleri ortaya çıktı. Bu ne aymazlık.
Son terörist kalıncaya kadar mücadele çizgisinden, teröristlerle diyalog ve görüşme yönüne sapanlar hazırlıksız yakalanmıştır.
Kara kış geliyorum diyordu, ama iktidar cırcır böceği misali önemsemedi.
Felaket geliyorum diye diye geldi, ama iktidar duymazdan geldi
Nasıl olsa çözüm süreci devrede denildi, fakat milli vicdan devre dışı bırakıldı.
Türkiye normalleşme eşiğinin kritik bir aşamasındaydı. Böyle diyorlardı.
Silahlar susacak, dev bir adım atılacaktı. İddiaları buydu.
Demokratik süreç içinde çözüm olacak, ülkemiz bahara uyanacaktı. Tezleri bu yöndeydi.
Çözüm süreci bölgemizdeki huzur ve barış ortamının reçetesiydi.
Sürece büyük anlamlar yükleniyor, beklentiler alabildiğine şişiriliyordu.
Çözümün birlik ve kardeşlik modeli ve esenlik projesi olduğu dillerdeydi,
Ancak iktidarın hiçbir beklentisi hesaba uymadı aksine gelişmeler tam
tersine seyretti.
PKK ve şer güçler ittifakı tarafından Şehirlerimiz işgal edildi vatandaşlarımız esaret altına alındı hükümet ve mahalli idareler vesayet altına alındı. Memleketimizin her köşesine şehitler gelir oldu.
Polis memuru Kırşehirli Feyyaz Yumuşak ile Polis memuru Niğdeli Okan Acar 22 Temmuz 2015 günü Ceylanpınar’daki evlerinde uykudayken kurşunlanmışlardı. Teröristler cinayet döngüsünü böylelikle başlatmışlar O günden bugüne kan hiç durmadı.
Şehitler geldikçe, yavrular yetim, gelinler dul kaldıkça; analar, babalar feryat ettikçe hayat bize zindan oluyor, İçin için ağlıyor, gencecik fidanlarımıza kahroluyoruz.
Uydurduğumuzu, abarttığımızı düşünen bulunuyorsa, mübarek analarımızın gözlerinden dökülen yaşların, evlerin duvarlarında çınlayan ağıtların, en kalıcı cevap olacağını söylemek isterim.
Yurdumuzun dört bir yanında, hemen her bölgemizden kalkan al bayrağa sarılı şehit naaşları son yolcuklarına gözyaşları eşliğinde uğurlandılar.
Rabbim hepsinin şehadetini mübarek kılsın. Haklarını bizlere helal etsinler.
Niyazım odur ki, Cenab-ı Allah bütün kahramanlarımızı rahmetiyle bereketlendirsin, Efendimize komşu etsin.
Yine de karamsar olmayacağız, yine de çözülme ve parçalanma şartlarını ihtiva eden teslim senedine olur vermeyeceğiz.
Ancak bir gerçeği çok açık şekilde gösterip hakikate sözcülük yapmaktan da geri durmayacağız.
Kararlı bir şekilde ve sonuna kadar ifade ediyorum ki:
“Şehitler Ölmez Türk Vatanı Bölünemez, Bölünmeyecektir.”
Değerli Basın Mensupları,
Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek hükümet yetkilerini kullanmakta gerekse mahalli idareler yetkilerini kullanmakta bir beis görmemekte ve hatta anayasal kurumların yetkilerinin kullanılmasının da kendi uhdesinde olduğunu her fırsatta ortaya koymaya çalışmaktadır.
Başbakan Davutoğlu da boş durmamış, cumhurbaşkanının değirmenine su taşımaya devam etmiş ve teröre meydan okuyan söz kervanına ilavelerde bulunmuş ve “kamu düzenini bozdurmayız” ifadesini onlarca kez tekrarlamış ancak bir adım mesafe kat edememiştir. Milletin ihtiyaçlarını ve isteklerini göz ardı etmiş, ikinci plana itmiş yok saymıştır. Cumhurbaşkanının davulunu çalmaktan öteye gidememiştir.
Hükümet cumhurbaşkanının gönlünü yapmakla uğraşırken terörizmin boyutunu göremedi, yaygınlaşan bölücülüğün, silahlı eşkıyalığın önüne geçemedi teröristlerin saldırı planlarını öngöremediler, yeni vahşi yöntemlerini okuyamadılar. Ve hatta Diyarbakır mitinginde tek bir Türk bayrağı olmadığını fark etmedi
Nusaybin de, Cizre de, surda, Yüksekova da, idil, Şırnak gibi şehirlerimiz bombayla doldurulurken, sokak ve caddeler barikatlarla çevrelenirken, evler baştan ayağa silah yığınağı yapılırken hükümet nerede geziyor, güvenlik ve istihbarat görevlileri neyle uğraşıyordu koltuğunu ısıtmakla meşgul olan mülki amirler ne yapmıştır? Teröristlerin şiddete ve bombalara yatırım yapmalarını kasten görmeyen, duymayan, konuşmayan, bunu da dert etmeyen kim olursa olsun vatana ihanet etmiş sayılmayacak mıdır? Bu tutumları cezasız mı kalacaktır.
Teröre destek veren, bölücülüğün peşine takılan, suç ve cinayetlerde fiilen payları bulunan PKK’nın Meclis’teki uzantıları olan HDP’lilerin, dokunulmazlıkları öncelikli olarak kaldırılsın bunu millet istiyor.
MHP olarak Terörle mücadeleye açık çek ve destek veriyoruz, doğrudur.
Devletimizin ve güvenlik güçlerimizin sonuna kadar yanındayız, bu da şüphesizdir.
Devletimizin tarihi hak ve menfaatleriyle ilgili değerlendirmeleri, milletimizin beka ve güvenliğiyle ilgili yaklaşımları siyasetin önünde ve üstünde görürüz.
Bizi kaygılandıran bir başka husus ise devlet içinde yuvalandığı söylenen paralel yapılanmalarla ilgili açıklamalardır.
Cumhurbaşkanı’nın geçtiğimiz günlerde basına düşen bir demeci şayet doğruysa, son günlerdeki şehit sayısındaki artış sebebinin paralel yapıya yakın polis ve askerlerden kaynaklandığını dile getirmiş, operasyon bilgilerini sızdırdıklarını, istihbarat ve güvenlik kaosu yarattıkları beyan etmiştir. Bu itiraf delilli ve ispatlı bir tahkikatın neticesi ise vatan hainlerinin, devlet düşmanlarının, Türkiye’nin karşısında yer almış muhalif cephenin alayının birden hakkından gelmek hükümetin siyasi namus borcudur.
Bunlar kim ya da kimlerse hükümet ibreti alem için isimlerini tek tek, unvanlarını bir bir açıklamalı, bu çürümüşleri, bu kansızları deşifre etmeli ve de gereken her ne ise derhal yapmalı, ihanetin kökünü kurutmalıdır.
Sayın Kamuoyu
Hükümetin izlediği dış siyasette fiyaskoyla sonuçlanmış sonu belli olmayan bir meçhule doğru yol almaya devam etmektedir günü kurtarmaya çalışan olaylar geliştikten sonra tedbirler almaya uygulamaya koyan panikleyen gerçekçilikten ve bilimsellikten uzak muhalefetin ikazlarına kulak tıkayan ben yaptım oldu anlayışıyla dış siyaset yürütülmeye çalışılmaktadır. Bunların örneklerine sıkça rastlanmaktadır.
Bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanının Amerika ziyareti dikkate değerdir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Mart-1 Nisan 2016 tarihlerinde ABD’nin başkenti Vashington’da bulunmuş, Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmıştır. Erdoğan’ın ABD’ye intikali sırasında havalimanından itibaren başlayan olumsuzluklar ve nezaketsiz muameleler bizlerin gözünden kaçmamıştır
ABD yönetiminin havalimanında Erdoğan’ı bir manga askerle karşılamaya layık bulması bir defa Türkiye’ye haksızlık ve saygısızlıktır.
Bu toplantılarda dünyadaki nükleer tehditler görüşülmüştür. Nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya fikri, insanlık geleceği için hayırla anılacak ve herkesi memnun edecek bir misyondur.
Rıza Zarraf’ın aynı dönemde burada tutuklanması Özellikle İranlı şarlatanın savunulması, bu kara paracının bey olarak anılması işin bir başka tuhaf ve talihsiz yönü olmuştur..
En sonunda Obama ile Erdoğan Beyaz Saray’daki Kırmızı Oda’da görüşünce yandaş mahfiller muratlarına ermişler, bunu sanki ABD’nin yeniden fethi gibi sunmuşlar, derin bir nefes almışlardır.
Elbette bu ikili arasında nelerin görüşüldüğüne dair bilgimiz tarafların paylaştığı kadardır. Bunun dışında yorum yapmamız isabetli olmayacaktır.
Yine de aklımıza takılan ve öğrenmek istediğimiz bazı sorular vardır:
İlk olarak, Erdoğan, Türkiye-Suriye sınırının 98 km’lik hattında halen IŞİD’in elinde bulunan Menbic’e yönelik YPG ilerleyişine göz kırpmış, ümit vermiş midir?
ABD’nin Menbic’e operasyon için Türkiye’nin desteğini istediği sır değildir.
Bu desteğin sağlanabilmesi için operasyonlara katılacak Arap aşiretlerin YPG’nin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçlerinden ayrılarak Türkiye’nin yürüteceği bir sicil taramasına girmesi hükümetin talebi olarak belirmişti.
Ayrıca IŞİD’in kontrolünde olan Mare’de, ülkemize yakınlığı söylenen 3 bin kişilik Arap-Türkmen gruplara hava desteği verilmesi de bir diğer talep olarak ortaya çıkmıştı.
Kırmızı Oda’da Erdoğan’ın PYD’ye karşı yumuşadığı, bu konuda ikna sürecine girdiği iddialarında gerçeklik payı var mıdır?
YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesi halinde vurulacağı Obama ile Erdoğan arasında konuşulmayacak bir detay olarak değerlendirildiğine göre, Nusaybin’de Mehmetçiği, polislerimizi şehit eden bu katil örgütün yayılmasına, ABD desteğiyle stratejik noktaları ele geçirmesine hükümet gözünü kapatacak mıdır?
İkinci olarak muhtemel Menbic operasyonunda Türkiye’ye bir rol verilmiş, başkent Ankara temelli şartlar sonuna kadar savunulmuş mudur?
Üçüncü olarak, İranlı kara paracının kefaretten vazgeçmesi ve hakkındaki yığınla iddialar Kırmızı Oda’da Obama tarafından gündeme getirilerek bir tehdit enstrümanı olarak kullanılmış mıdır?
Dördüncü ve son olarak, ABD yönetiminin YPG’yi kara gücü olarak gördüğü belli ve sabitken, Doğu ve Güneydoğu’ndaki terör saldırıları konusunda Obama’nın dikkati çekilmiş, tespiti yapılan ilişkiler ağı gösterilmiş midir?
Aziz Dava Arkadaşlarım, Ülküdaşlarım
Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’in rahmet-i rahmana vasıl oluşunun 19’uncu yılındayız.
Onu manevi huzurunda dualarımızla yad ediyor, özlem dolu kalplerimizle muhterem hatıralarını paylaşıyoruz.
Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’in uzun soluklu olmasının yanında, sürekli engellenmek, çelme takılmak, durdurulmak istenen Türklük mücadelesinin umut saçan mimarıdır.
İnanmış bir yürekle, azim ve kararlılıkla dolmuş bir iradeyle karamsarlık ve kötümserlik çemberini tek başına da kalsa yarmasını bilmiştir.
Onun üslubunda, onun lügatinde, onun hayatında yenilgiyi kabullenmek, korkuya teslim olmak, ümitsizliğe kapılmak asla görülmemiştir.
Çünkü Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey Türklüğün mukadderatına güvenmiş, milletin basiret ve ruhuna sırtını dayamıştır.
Başbuğumuz diyordu ki, “yeni bir Türk mucizesi doğmalıdır, doğacaktır, belki yarın, belki yarından da yakın.” milliyetçilik anlayışımızla Türkiye’nin ve Türklüğün belini doğrultacağız, huzur ve kardeşliğin tek adresi olacağız.
Bu vesileyle Merhum Başbuğ’umuz Alparslan Türkeş Bey’i, terörle mücadelede şehit düşenlerimizi dava ve ülkü şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve şükranla yâd ediyorum.
Bu mukaddes borcu ifâ ederken, merhum liderimizin kabrinin nur, mekânının Cennet olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Ne Mutlu Türküm Diyene