Ali BADEMCİ
Çok ilginçtir ki bugün Türk askerinin bulunduğu Kuzey Suriye ve Irak Türkmeneli, yani Musul-Kerkük’ü savaş sonunda savaşsız teslim ettik. Elbette bu coğrafyada bulunan ve o günden beri dünyayı idare eden petrol uluslararası siyasette bir fırtına yarattı! İçeride Kürt ayaklanması olunca Türk askeri petrol bölgelerini buruk terketti! Dikkat ederseniz Mustafa Kemal’in Yıldırım orduları ile Maraş-Antep ve Adana’ya doğru çekilişi de tam bir trajedidir ve askerimiz ağıtlarla uğurlanmıştır. Musul ve Kerkük için İngilizler ile akdettiğimiz Ankara Antlaşması gibi Türkiye’nin tapusu olan Lozan’da da önemli mesele olmuştur. Hatay’ın 1939’da bağımsız bir devlet olup Türkiye’ye katılmasıyla sanki Suriye üzerindeki haklarımızdan vazgeçtik, fakat Musul ve Kerkük kanayan yara olarak devam etti.
IRAK VE SURİYE TÜRKMENLERİ
Rus tarihçisi Barthold, Moğol istilâsının Türk ırkını geniş bir coğrafyaya yaymakla sözkonusu ırka canlılık kazandırdığı ve yeni vatanlar sunduğu görüşünün sahibidir. Kazak İlimler Akademisi’nin neşrettiği ve A. Kara’nın Türkiye Türkçesine kazandırdığı Kazakistan ve Kazaklar adlı dolgun esere göre birçok Türkistanlı bilim adamı da benzer görüşleri savunmaktadır. Katılır veya katılmazsınız, tartışılacak yönleri bulunduğunu da düşünebilirsiniz! Elbette bu istilâ bir jenositti ve en az on milyon insanın öldürülmesi kemiyet olarak Türkler’in belini kırmış ve zamanın en büyük Türk İslâm medeniyetini ortadan kaldırmış sonuç olarak yeniden kavim ve kabile mücadelesini artırdığı gibi Türklüğü göçebeliğe sevk etmiştir. İslâm tarihçisi İbnü’l-esir’e göre bizzat Cengiz “Dünya böyle bir felâket görmedi.” demiş! Bilim adamları da Moğol istilâsının Ortaçağ’ın en büyük tehcir ve sarsıntısı olduğunu müştereken kabul etmiştir! İşte bütün bu sebeblerle Cengiz ülkelerinin yerinde yeller esmektedir! İnanmalıyız ki Emir Timur hareketi de böyledir, özellikle Doğu Anadolu, Suriye, İran ve Irak’ın jeo-genetiğini değiştirmiştir. Fakat nedense fatihliği zâlimlikten ibaret olanları kendimize mal etmek için yarış içindeyiz; güya bunlar hep bizim kahramanlarımızdır; maalesef bu rahatsızlık hepimizde vardır. O sebeble gerçek tarihimizi unutur, gerçek kahramanları da yerden yere vururuz! İşte Yavuz!
Türkler’in Müslüman oluşları ile birlikte batıya doğru Oğuz muhacereti şüphesiz ki bizim tarihimizin ülkülerle donanmış en şuurlu hareketiydi! Gerek Cengiz Han ve gerekse Emir Timur güya fethettikleri ülkelerde işte bu yüzden sağlam bir taban ve düzen buldular; onlara “Biz de Türk’üz siz de” gibi bir sloganla yaklaşarak bazı unsurları yanlarına almak suretiyle, maalesef düzen ve inkişafı bozdular; işte o sebeble bu düzen bir daha da kurulamadı. Çektiğimiz sıkıntıların gerçek sebeblerini burada aramak gerekiyor; dolayısıyla Cengiz’in istilâsı şuurlu bir Türk hareketi olmadığı gibi, Emir Timur’un “Ehl-i sünnet vel-cemaatız” sözlerinin de Türk Müslümanlığında hiçbir değeri yoktur!
Fatih Sultan Mehmet Doğu Anadolu’da “Fırat’ı geçmeyin” diye vasiyette bulunmuş; sebebi bu bölgede Türkmenler’in bulunmasıdır! Yavuz ve Kanunî Tebriz’e vardılar ama Türkmenleri korumak için kalıcı olmadılar; o “Alevikıran” diyen Bektaşi Anadolu Türkmenleri’ne fazla aldırmayın, çünkü Yavuz Hemadan’da Şiî ezanı ve kâmeti ile namaz kılmıştır! Fakat Emir Timur Anadolu’yu terkedip Karabağ’da kendi nesline vasiyette bulunurken “Buralarda kalıcı olmak isterseniz Türkmenler’in başını kaldırmaya müsaade etmeyiniz” mealinde talimatta bulunmuştur! Emir Timur sırf kavga etmek için Anadolu-Irak-Suriye Türkmenleri’ni geniş İran sahrasına çekmeseydi belki belki Şah İsmail hareketi veya Türkmen Şiîliği ortaya çıkmayacak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu aşîretler tarafından doldurulmayacaktı!
Şu hususu mutlaka vurgulamak gereklidir, ki Anadolu-İran-Suriye-Irak Türkmen gerçeği tamamen bir Selçuklu gerçeğidir! Cengiz kendi zamanında buralara nüfuz edemedi ve sonrakiler de Suriye’yi bile ele geçiremediler, Anadolu ise azınlık Moğolların Türkmenleşmesi ile bu belâdan kurtuldu! Y. Ziya Yörükan Selçuklular’ın sadece Irak ve Suriye’ye 2,5 milyon Türkmen iskan ettiğini yazar; sayı abartılı da bulunsa, İslâm tarihinin kara lekesi olan Emevi ınkırazının ortadan kalkması Türkmen hareketinin ne kadar isabetli ve şuurlu olduğunu gözler ününe sermiyor mu? Bölgede Selçuklular’ın kurduğu Osmanlılar’ın devam ettirdiği hür ve serbest idareye hâlâ dünyanın hiçbir bölgesinde ulaşılamamıştır! İmparatorluğu dağılırken bir Selçuklu âile hizbi olan Kutalmışoğlu Süleyman’ın Anadolu ve Suriye’de Türkiye Devleti’ni sağlam temellere oturtması elbette üzerinde çalışılması gereken bir siyasi ve sosyal harekettir!
Yavuz Sultan Selim’in, Mısır’da kökleşmiş olan ilk İslâmi yıllara ait Karluk ve Kıpçak ürünü Memluklu Devleti’ni Anadolu’ya katması da çok önemli bir harekettir. Hilafetin İstanbul’a naklinin ileriye dönük siyasi sonuçları tartışılabilir, fakat Türkiye ile el-Türkiyye’nin birleşmesinin ne anlama geldiğini düşünebilir misiniz? Ya Haçlılar’ın Kudüs önlerinde bloke edilmesi dünyaya kafa tutma değil midir? Bu işe ne Cengiz’in çocukları ne de Emir Timur’un gücü yetmemiştir. Moğollar Ayncallud’u hiçbir zaman unutmadılar, ki Timur da o korku ile burayı aşamamıştır.
Şöyle bir Selçuklu devrine doğru gidersek Türklüğün sıklet merkezi bugünkü Musul ve Kerkük, yani Irak Türkmeneli’dir. Mısır gibi burada ilk İslâmi yıllarda Türk yerleşimi az olduğu için bu coğrafya Anadolu-Suriye-İran Türkmenliği’nin çekirdeğini oluşturmuştur. Mısır sayılan fakat Anadolu coğrafyası olan Suriye’de Selçuklular zamanında dahi Karluk ve Kıpçaklar sırf devlet yönettikleri ve hanedan oldukları için Türkçe değil Arapça konuşuyorlardı; uzun Osmanlı yıllarında bile bu önemli gerçeğin önüne geçilemedi. İşte H. Mahalli’nin Suriye’de “Türk Arabları” dediği unsurlar bunlardır; Halep’de azdır ama Asi Deltası boyunca İdlib-Cisrişuğur, Hama-Humus, Batı Şam gerçeği budur ve Golan’ı aşarak Lübnan’da devam eder. Irak’da böyle açık bir durum yok; elbette Bağdad ve Basra’da Selçuklu muhalifi Arslan Besasiri’nin Arapça konuşan Şiî Horasan Türkleri bulunmaktadır, fakat Türkmenler’in kesafetine ulaşması mümkün değildir!
Çok ilginçtir ki bugün Türk askerinin bulunduğu Kuzey Suriye ve Irak Türkmeneli, yani Musul-Kerkük’ü savaş sonunda savaşsız teslim ettik. Elbette bu coğrafyada bulunan ve o günden beri dünyayı idare eden petrol uluslararası siyasette bir fırtına yarattı! İçeride Kürt ayaklanması olunca Türk askeri petrol bölgelerini buruk terketti! Dikkat ederseniz Mustafa Kemal’in Yıldırım orduları ile Maraş-Antep ve Adana’ya doğru çekilişi de tam bir trajedidir ve askerimiz ağıtlarla uğurlanmıştır. Musul ve Kerkük için İngilizler ile akdettiğimiz Ankara Antlaşması gibi Türkiye’nin tapusu olan Lozan’da da önemli mesele olmuştur. Hatay’ın 1939’da bağımsız bir devlet olup Türkiye’ye katılmasıyla sanki Suriye üzerindeki haklarımızdan vazgeçtik, fakat Musul ve Kerkük kanayan yara olarak devam etti.Rahmetli Mahir Kaynak’ın şu satırlarını görmemezlikten gelemeyiz:
“Türkiye eğer Milli çıkarlarını bahane edip, Musul ve Kerkük’ü işgal ederse, küresel güçler uluslararası alanda Türkiye’yi sıkıntıya sokabilir. Türkiye’yi NATO’dan çıkarmaya, ekonomik ambargo uygulamaya kadar pek çok zarar verebilirler. Bu sebeple Türkiye olarak biz, Musul ve Kerkük’ü meşru yollarla nasıl işgal edeceğimizin ve daha sonra Musul ve Kerkük’ü nasıl Türkiye sınırlarına katacağımızın hesaplarını yapmalıyız.1926 yılında İngiltere ile yaptığımız Ankara Antlaşması’nda Türkiye’ye meşruiyet kapışı açan çok önemli bir madde var: Musul Vilâyeti, Irak’a ait olacak. Bu şu demektir; eğer Musul, Irak Devleti’nden ayrılma noktasına gelirse, Türkiye Musul’a askeri müdahalede bulunabilir. Çünkü Türkiye, Musul ve Kerkük’ten, Musul’un Irak toprağı olması şartıyla geri çekilmişti. Kerkük, Musul’un bir ilçesiydi. Tıpkı Yalova’nın İstanbul’dan ayrılması gibi Kerkük de Musul’dan ayrılıp il oldu. Yani Antlaşmanın yapıldığı tarihlerde Kerkük Musul’un bir ilçesi olduğu için, bugün Kerkük’ün toprak bütünlüğünün bozulması da yine bize meşruiyet sağlamaktadır. Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü almasının artıları ve eksilerinin ne olduğu konusu ise herkes tarafından bilinmektedir. Kürt bölgesinin enerjisini Türkiye kontrol edecek ve burada planlanan Kürdistan hayali suya düşmüş olacak. Enerji ile birlikte güçlenen Türkiye, hem Rusya ve İran’a olan bağımlılıktan büyük ölçüde kurtulacak hem de bu bölgeyi endüstri merkezi haline getirip gerek Avrupa’ya gerekse Doğu Afrika’ya enerji pazarlayacak. Türkiye neden Musul ve Kerkük’ü sınırlarına katmalıdır? Bir bölgeyi, ülkeyi, coğrafyayı distribütörler vasıtasıyla özellikle ekonomik olarak kontrol etmenin riskleri çok yüksektir. Türkiye eğer Irak’ın kuzeyi ile Musul ve Kerkük’ü iş adamları, asker, medya patronları ve siyasiler yoluyla uzun süre idare edemez. Bölgede küresel güçler’in baskısı var ve bu baskı sonucu tüm iş adamlar, askerler, medya patronları ve siyasiler en fazla bir yıl içinde tasfiye edilebilir. Ve nihayetinde yıllarca harcanan emek boşa gitmiş olur. Çünkü Musul ve Kerkük, kağıt üzerinde Irak toprağıdır. Ve Türkiye, bu tasfiyeye karşı hiçbir hak talep edemez. Türkiye bu sebeple, Musul ve Kerkük’ü çok geçmeden topraklarına katmalıdır.
Türkiye Musul ve Kerkük’ü ne zaman sınırlarına katabilir? Türkiye ABD ile ittifak kurduğu için, özellikle dış politikasını ABD’ye endekslemiş durumdadır. Bu sebeple Türkiye, 2016 yılının Kasım ayında gerçekleşmesi planlanan ABD Başkanlık seçimlerini beklemektedir. Çünkü ABD’de Demokrat Parti tekrar iktidara gelirse Amerika’nın Obama sonrası politikaları devam edecek ve Amerika içindeki Neoconlar yani yeni dünya düzenini eski düzenle devam ettirmek isteyen Amerika içindeki Muhafazakar Hristiyan-Anglo Saksoncu kesim biraz daha darbe yiyecek. Yani Türkiye kalkınmaya devam edecek. Eğer Amerika’da 2016 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti iktidara gelirse her şey yeniden alt üst olacak ve belki de birkaç sene de dünya yeniden en başa dönecek. Masonlar, Küresel Güçler güçlenmeye devam edecek. Türkiye, ABD’deki 2016 Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesini umuyor ve Demokrat Parti iktidara geldiği takdirde Türkiye, 2017 en geç 2018’de Musul ve Kerkük’e müdahale edebilir. Daha sonra Musul ve Kerkük referandum ile Türkiye sınırlarına katılabilir. Unutmayalım ki, Türkiye’nin en büyük düşmanı, içindeki düşmanlardır. “
Hoşçakalın.