
Safter TANIK
Batı Avrupa ve ABD’de; farklı nedene dayanıyor, milliyetçi bloğun değişik kulvarı ile ilgili olsa da, yükselen bir milliyetçi dalga var.
Türkiye’de ise; Batı’da 2008 Mortgage Krizi İle moda olmaktan çıkan Liberal-Kapitalizmin uygulamasından ibaret, çağın gerçeklerine aykırı, sistem-metottan yoksun, şekil-slogan-hamaset ve demagojiden öteye gitmeyen, adına “İslamcılık veya Osmanlıcılık” denilen bir fikirsizlik rüzgârı esiyor.
Milli olma; halkın % 65-70’inin ortak paydası ise de, Milliyetçiler; fikir ve eylem itibariyle, düşünce platformu ve kültürel alanda, varlığından gereği kadar söz ettiren bir kesim değil.
Milliyetçilerin görüşü; istisnalar hariç, genelde karşıtlığa dayalı birkaç konuyla sınırlı, insicam-sistematikten yoksun, anlaşılması zor çelişkili ifadeleri içeren, çoğu kez parti veya kişi eleştirisi ötesine gitmeyen söz ve sözlerden ibaret. Bu da; “Milliyetçilerin, bir görüşü mü yok? Yoksa Milliyetçiler, fikren yetersiz mi?” diye iki soruyu akla getiriyor. Ayrıca “kafa karışıklığı” gibi, vahim bir durum var.
Ne yani?
Tanımadığım; çevresine bakarak, milliyetçi olduğunu tahmin ettiğim bir kişi ile sohbet ediyorum. Konuşma tarzından, olaylara bakış-analiz ve yorumundan kimliğini doğrulayan bir sonuç çıkarmaya çalışıyorum. Oysaki birbiri ile taban tabana zıt, öyle bir düşünce kalıbı ve düşüncesi var ki, O’nu nasıl tanımlayacağımı bilemiyorum.
“Milliyetçi” desem, Milliyetçi değil. “Osmanlıcı” desem, Osmanlıcı değil, “ İslamcı” desem, İslamcı değil. “Liberal” desem, Liberal değil. Hepsinden bir şey var, ama hiçbiri değil. Haliyle ne olduğu belli değil.
Türk Milliyetçiliği “Bir Kültür Hareketi” Olarak Doğdu
Türkiye’de; modern anlamdaki Türk Milliyetçiliği düşüncesinin, Sultan Abdülaziz’in son dönemi ile II. Abdülhamid dönemine giden tarihi bir derinliği vardır.
Osmanlı’nın o dönemdeki düşünce platformunda var olan, “Batıcılık-Osmanlıcılık-İslamcılık” gibi; üç temel düşünce akımına karşı, bir tez olarak ortaya kondu.
Doğuşunda; Batı’dan Osmanlı’ya gecikme ile gelen, gayrimüslim tebaayı etki alanına alan, Müslim tebaada da yansımaları görülen milliyetçi dalganın bir etkisi oldu.
Fransa’da başlayan “Turquerte” denilen Türk hayranlığı akımı ile Avrupa üniversitelerindeki Türkiyat (Türkoloji) araştırma ve eserleri ise Türk Milliyetçiliğini uyandıran iki olaydır.
“Turquerte” Denilen Türk Hayranlığı Akımı
Fransa’da “Turquerte” denilen Türk hayranlığı akımı; Türkiye’de üretilen ipekli-yünlü dokumalar, halı-kilim-çini-cilt-tezhip-mangal-şamdan vb. eşyaya duyulan ilgi ile başladı.
Evlerde Türk salonu veya Türk odası oluşturma; Fransa ve akabinde İngiltere-Almanya’da moda olurken, Türkiye’de üretilen ipekli-yünlü dokumalar, halı-kilim-çini-cilt-tezhip-mangal-şamdan vb. eşyalar da piyasada yüksek fiyattan alıcı buldu.
Turquerte akımından etkilenen Avrupalı ressamlar; Türk hayatını canlandıran tablolar yaptı, şair ve filozoflar; Türk ahlakını öven şiir- makaleler yazdı. Lamartine, Auguste Comte, Pierre Laffite, Pierre Loti ve Farrere ise; bu konuda öne çıkan isimler oldu.
Avrupa Üniversitelerinin Türkiyat (Türkoloji) Araştırma ve Eserleri
Turquerte akımı; aynı zamanda, Avrupa üniversitelerinde bir Türkiyat “Türkoloji” kürsüsü modasını başlattı.
Fransız-İngiliz-Alman-Macar-Fin-Rus dilbilimci ve tarihçeleri; Hun-Türk-Moğolların kökeni-dili-tarihi hakkında birçok araştırma yaptı, önemli eserler ortaya koydu. Bunlardan Fransız tarihçi Joseph Deguignes’in “Büyük Türk Tarihi” kitabı ile İngiliz dil bilimci Sir Davids Lumley’in “Kitab-ı İlmü’n Nafi” adlı Türk grameri, Osmanlı aydını üzerinde etkili oldu.
İlk Dönem Türkçülük Hareketi
Osmanlı’da; Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) ve Askeri okullar, ilk dönem Türkçülük Hareketi’nin filizlendiği ve gelişim gösterdiği alanlar oldu. Bunda Darülfünun tarih felsefe öğretim görevlisi Ahmet Vefik Paşa ile Askeri Okullar Komutanı Şıpka Kahramanı Süleyman Paşa’nın önemli bir rolü vardır. Bunun için; bu iki isme, “Türkçülüğün babaları” dersek yanlış olmaz.
Osmanlı’da; Ahmet Vefik Paşa-Şipka Kahramanı Süleyman Paşa öne çıkarken, Kırım’da Gaspıralı İsmail ile Azerbaycan’da Mirza Fethali Ahundzade gibi iki ünlü Türkçü yetişti. ,
Ahmet Vefik Paşa; Şecere-i Türkiye’yi (Türklerin soy kütüğü) Doğu Türkçesi’nden İstanbul Türkçesi’ne çevirdi, Lehçe-i Osmani (Osmanlı lehçesi) adlı Türk Lügati ile de Türkiye’deki Türkçe’nin “Türk dilinin” bir parçası olduğunu ortaya koydu. Ayrıca Molierre’in komedilerini Türkçeye çevirdi, Türk kimliğine uyarlayarak sahnede oynanmasını sağladı.
Şipka Kahramanı Süleyman Paşa; Tarih-i Âlem (Dünya Tarihi) adlı bir eseri ortaya koyarken, Deguignes’in “Büyük Türk Tarihi” kitabı yanı sıra Çin kaynaklarından istifade etti. Ta’lim-i Edebiyyat-ı Osmaniye adlı eseri ile de “Osmanlıca-Osmanlı edebiyatı-Osmanlı Milleti” gibi kavramlara karşı çıkarak, “Türkçe-Türk Edebiyatı-Türk Milleti” gibi kavramları ortaya koydu.
Hedef ve stratejisi ne idi?
Her ikisinin de; “Türk Milliyetçiliği için kültürel bir altyapıyı inşa etmek, milli kültür hareketini başlatmak, kentli-aydın kesimde taban oluşturmak” gibi, bir hedefi vardı. Haliyle Ahmet Vefik Paşa; Darülfünun (İstanbul Üniversitesi), Süleyman Paşa da; Askeri okul öğrencilerine Türk dili-tarihi bilinci ile his ve heyecanını vermeye çalıştı.
Çarlık Rusya’sında Türkçülük Hareketi
Türkçülük Hareketi; ilk olarak Çarlık Rusya’sında ortaya çıktı, Osmanlı’daki Türkçülük Hareketi’ne hız kazandırdı, gelişimine hizmet etti” dersek yanlış olmaz.
Çarlık Rusya’sında; her ne kadar modern anlamda Türkçülük Hareketi’nin, 1860 yılına giden bir geçmişi var ise de; Türk boylarının varlık mücadelesi, toprağını Ruslara kaybetmeye başladığı 16. yüzyıla uzanır. Zorla Hristiyanlaştırma-Ruslaştırma politikası ise bunun nedeni idi. Haliyle en çok zulme uğramış Tatar Türkleri; bu direnişin başını çekti, Kazan da bunun merkezi oldu.
“Dine sarılmak, milli kimliği korumak” demekti.
Türkistan ile ticaret yapan Kazanlı tüccarlar, çocuklarını dini eğitim için Buhara medreselerine gönderdi. Kazan’a dönen gençler ise illegal de olsa, birçok mektep ve medrese oluşturdu.
Çariçe II. Katerina; 1789’da, (Pugaçev İsyanı sonrasında) zorla Hristiyanlaştırma-Ruslaştırma politikasının bir sonuç vermediğini görerek bundan vazgeçti, Müslümanlara dini özgürlük tanıdı. Bu da; Kazan’ı, Buhara usulü eğitim veren çok sayıda mektep ve medresenin bulunduğu bir kültür merkezine dönüştürdü.
Ceditçilik Hareketi
Çarlık Rusya’sı Yönetimi; çokluğuna rağmen, bu tür okullardan memnundu. Zira bunların öğretim programı; Arapça okuma yazma, ilmihal ve Kur’an’daki bazı sürelerin ezberinden ibaretti. Dini bilgileri hurafe ile dolu, dünyevi bilgilerden yoksun, çağın eğitim sisteminden çok uzaktı.
Eleştiri; önce, Türkistan ile ticarette Ruslar karşısında zorlanan Kazan burjuvazisinden geldi. Buna, daha sonra, Kazan’da; Abdünnasır Kursavi-Şahabeddin Mercani (kelam âlimi, tarihçi, arkeolog)-Abdülkayyum Nasiri-Hüseyin Feyizhan-Musa Carullah Bigi (ilahiyatçı), Azerbaycan’da; Abbaskulu Ağa Han-Hasan Zerdabi gibi aydınlar dâhil oldu.
Bunlar; “eğitim dilinin Türkçe olmasını, öğretim programında dini derslerin yanında dünyevi derslere de yer verilmesini, ilk-orta gibi kademeli bir eğitime geçilmesini” savunuyordu.
Eğitimde; geleneksel usulü savunanlara “Kadimciler”, yeni usulü savunanlara da “Ceditçiler” dendi.
Ceditçilik Hareketi; Rus emperyalizmine duyulan tepki ile Türkçü bir harekete dönüşürken, Türkçüler; Kadimciler ile Ceditçiler arasında hiç bitmeyen kavganın mirasçısı oldu. Haliyle Türkçüler; Batı ve Rus özentisi züppeler dışında, bir de “Kadimciler” denilen softalar gibi, iki baş belası ile karşı karşıya kaldılar.
İsmail Gaspıralı’nın Ortaya Çıkışı
İsmail Gaspıralı; 1884’te, Kırım-Bahçesaray’da 45 günde Türkçe okuma-yazmayı öğreten usul-ü cedit okulu ve yayın hayatına giren Tercüman gazetesi ile tanındı. .
Gerçi O’ndan önce Azerbaycan Türklerinden Hasan Bey Melikzade Zerdabi; ”Ekinci” adı altında bir Türkçe gazete çıkarmış ise de, bunun yayın hayatı 3 yıl sürdü. Buna karşılık; Tercüman gazetesinin yayın hayatı, İsmail Gaspıralı’nın ölüm yılı olan 1914’e kadar sürdü. Kırım dışında, tüm Türk halkları ile İstanbul, Kahire, Tebriz, Yeni Delhi de bile okunan bir gazete oldu.
Türkçe-Rusça (zorunlu olarak) olmak üzere iki dilde çıkan gazetede; Kırım Türkçesi sözcük ve deyimleri ile desteklenmiş, basitleştirilmiş bir Osmanlı Türkçesi kullandı.
Tercüman’ı; Türk halkları aydınının anlayacağı bir gazete yapmak, buradan da halka inmeyi düşünüyordu. Zira bunu; “Tek Türkçe’nin” oluşum ve yayılımına hizmet edecek, en önemli araçlardan biri olarak görüyordu.
O’na göre; “Dil birliği olmadan, Türk birliği olamazdı”. Yani “Tek Türkçe” olmadan, Türklerin “Tek Millet” olması mümkün değildi. Bu; “Tek Millet” olmanın, olmazsa olmazı idi. Bunun için; “bu hedefe odaklanılmasının, hükümet ile çatışmadan uzak kalınmasının, eğitim-ekonomi-sosyal yardımlaşma alanında işbirliği yapılmasının, belirli bir kültürel-ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşılmasının” şart olduğunu söylüyordu. Bunu da “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” temel ilkeleri ile sıraladı.
Kırım’da; İsmail Gaspıralı öne çıkarken, Azerbaycan’da; Mirza Feth Ali Ahundzade ile Hasan Bey Melikzade Zerdabi isminden en çok söz ettiren Türkçüler oldu.
İkinci Dönem Türkçülük Hareketi
Osmanlı’da; Türkçülüğün ilk döneminde Joseph Deguignes’in “Büyük Türk Tarihi” kitabı etkili olurken, ikinci döneminde; Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş” kitabı etkili oldu. Haliyle Türkçülük; Turancılık ile bir gelişim ve değişim gösterdi, kültür hareketi olma dışında siyasi bir özellik kazandı.
Leon Cahun’un “Asya Tarihine Giriş” kitabı çevirisini yapan Necib Asım Bey ile İkdam gazetesini çıkaran Ahmet Cevdet Bey-Emrullah Efendi-Veled Çelebi; bu akımın, öncüsü olarak kabul edilir. Ancak, Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Turan; “Turancılığın babasıdır” dersek yanlış olmaz. Zira 1892’de yazdığı “Turan” şiiri ile Turancılığın adeta manifestosunu ortaya koydu. Türkçülere, “Turan” hedefini gösterdi. Mehmet Emin Yurdakul’dan, Ziya Gökalp’e kadar birçok Türkçü şair ve düşünürü etkiledi.
Yalnız, “Türk Turan” tanımı; daha ziyade “Macar Turan” tanımından farklı bir anlam taşıyor, “Pantürkizm” denilen Türk halklarının birliğini ifade ediyordu.
Dilde Sadeleştirme
Şemsettin Sami-Ahmed Midhat-Mehmet Emin-Necib Asım Bey; Türkçenin sadeleştirilerek, halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dil olması ile ilgili bir tartışma ve çalışmayı başlattı. Fuat Raif Bey’in “Arı Türkçecilik” fikri ise tepki ile karşılandı.
Zira Fuat Raif Bey; “Türkçenin, Arapça-Farsça kökenli sözcüklerden temizlenmesi, boşluğun Türkçe kökünden gelen sözcük ve eklerden türetilen sözcüklerle doldurulması” görüşünü savunuyordu. Ancak; bu, “Türkçeyi fakirleştirecek, anlaşılmaz, yapay dil haline getirecek bir teoridir” şeklinde bir eleştiri aldı.
DEVAM EDECEK