Türkçülük; “kültürel hareketin, siyasi harekete dönüşümü” şeklinde bir gelişim gösterdi.
Çarlık Rusya’sında; 1905’e gelindiğinde, usul-ü cedit ile eğitim veren okul sayısı 5.000’e ulaştı. Tatar Türklerinde; eğitim ve kültür seviyesi, Ruslar ile rekabet edecek bir seviyeye yükseldi.
Kazan’da; Abdürreşid İbrahim-Hadi Atlasi, Fatih Kerimi-Abdullah Tukay-Fatih Emirhan-Kerim Tinşur-Hadi Maksudi-Sadri Maksudi-Yusuf Akçura-Ayaz İshaki-Mirsaid Sultan Galiyev v.b. birçok düşünce- edebiyat-bilim-sanat adamı yetişti.
Kırım ile Volga-Ural Bölgesi’nde; bu eğitim ve kültürel gelişmişlik yaşanırken, Türkistan bunun çok gerisinde kaldı. Sayısı 5.000’e ulaşan usul-ü cedit okulundan; ancak 100 tanesinin Türkistan’da açılabilmesi de, bunun nedeni idi. Türkistan’daki feodal yapı ile Kadimcilerin güçlü konumu ise; buna, geçit vermedi.
Kırım ve Volga-Ural Bölgesi’ndeki kadar olmasa da, Azerbaycan’da da bir eğitim ve kültür dinamizmi vardı.
Azerbaycan’ın Bakü şehrinde, bir araya gelen Hüseyinzade Ali Turan-Ahmet Ağaoğlu-Ali Merdan Topçubaşıoğlu; Türk ortak paydası ile Şii-Sünni çekişmesine son vererek, bir milli birlik hareketini başlattı
1905 Rus Devrimi
1905 Rus Devrimi’nden önce, Çarlık Rusya’sında; yayını hükümetin kontrolüne tabi, Türkçe yayınlanan 12 adet gazete ve dergi vardı. Bunun; 4’ü Kırım-Kazan, 6’sı Azeri, 1’i Kazak, 1’i, de Özbek Türkçesi’ni kullanıyordu.
1905 Rus Devrimi’nin doğurduğu özgürlük ortamı, Türkçe yayınlanan gazete ve dergi sayısında bir patlamaya yol açtı. Bu; olumlu gelişme olarak değerlendirilse de, bir tehlikeyi doğurdu. Zira çoğunun şiveye varan yerel Türkçeyi kullanması; hem gelişen tek Türkçeye zarar veriyor, hem de boy kimliğini öne çıkarıyordu. Bir de; güçlü olmayı gerektiren, bir kaos ortamı vardı. Bu da; Türklerin bir araya gelip, güç birliği oluşturmasını gerekli kılıyordu. Bunu dikkate alan Gaspıralı ve arkadaşları; 1905’in 15-28 Ağustos’unda, Rusya’nın Nijni Novgorod kentinde, “Rusya Müslümanları Kongresi” adı ile bir kongrenin yapılmasını kararlaştırdı.
İlk Kongre; 1905’in 15-28 Ağustos’unda, Rusya’nın Nijni Novgorod kentinde, “Rusya Müslümanları Kongresi” adlı altında yapıldı.
Kongre’ye; başta İsmail Gaspıralı (Kırım), Hüseyinzade Ali Turan (Azerbaycan), Yusuf Akçura (Kazan), Zeki Velidi Togan (Başkurt), Ahmet Ağaoğlu (Azerbaycan), Sadri Maksudi Arsal (Kazan), Mustafa Çokayef (Kazak) olmak üzere, Kırım-Kazan-Sibirya-Azerbaycan ve Türkistan’dan gelen 150 temsilci katıldı. Ancak; bu, çoğunluğu Tatar Türkleri delegelerinin oluşturduğu bir kongreydi.
Kongre’de; “müteakip kongreye Türk halkları delegelerinin yanı sıra tüm Müslüman halklar temsilcilerinin de katılması, buna yönelik bir çalışma yapılması, bölgesine dönen delegelerin ait olduğu bölgede bir çalışma meclisi oluşturması” kararlaştırıldı.
III. Kongre; 1906’nın Ağustos’unda, Nijni Novgorod’da yapıldı. Yusuf Akçura’nın bir siyasi partinin kurulmasını teklif etmesi ise; kongrede, öne çıkan ve çok tartışılan konu oldu.
Her ne kadar teklifi yapan Yusuf Akçura ise de fikri ortaya atan Abdürreşid İbrahim’di.
İsmail Gaspıralı; “hareketin dini-kültürel faaliyet ile sınırlı kalmasını” savunurken, Sosyalist Ayaz İshaki; “ bunun emeği esas alan bir parti olmasını” istedi, Yusuf Akçura ise; “ortak paydası Türk-Müslüman olan bir çatı partisini” savundu.
Neticede; Yusuf Akçura’nın düşüncesi kabul edildi, “İttifak” adı ile bir siyasi parti kuruldu.
Haklı olan kimdi?
Gaspıralı’ya göre; hareketin, siyasi partiye dönüşmesi için gerekli kültürel alt yapı yetersizdi. Türkler arasında; boy kimliği ve çıkarın öne çıkması ile ideolojik farklılık, O’nu endişelendiren olaylardı. Bir de; partileşmek, Çarlık Rusya’sı Hükümeti ile çatışmayı göze almaktı.
İshaki’ye göre, hareketin bir ideolojisi yoktu. İdeolojisi, hedef ve stratejisi farklı olanlardan bir siyasi partiyi inşa etmek; hem zor, hem de böyle bir partinin uzun ömürlü olması mümkün değildi.
Akçura’ya göre ise; ortak paydası Türk-Müslüman olan tüm grupları, bir araya getirecek bir çatı partisine ihtiyaç vardı.
Akçura, ne yapmak istiyordu?
Akçura; Gaspıralı ve İshaki’nin düşünce mantığı açısından yaptığı eleştirileri yapacak, aynı sonuca varacak, bir entelektüel birikimine sahipti. Ancak; O, “Türklerin yanı sıra diğer Müslüman halkları da harekete dâhil etmek, geniş tabana dayalı bir güç birliği oluşturmak” istiyordu. Yani çatı partisi savunması; ideolojik değil, taktikseldi. Kaotik ortam da; bunu, gerekli kılıyordu.
Kısa Ömürlü Bir Parti
İttifak Partisi; III. Kongre’de alınan karar gereğince, programında; eğitimde “Tek Türkçe” maddesine yer verdi. Bu; bugün bile, Bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nin cesaret edemediği bir karardı.
1907’de yapılan genel seçimlerde; milletvekili sayısını, 19’dan 39’a çıkardı. Bu; Çar’ı, endişelendiren bir olaydı.
Çar; seçimlerden 4 ay sonra, Duma’yı fesh etti.
Seçim sisteminde; Türklerin aleyhine işleyecek değişikliklere gidildi, sansürler ile Türkçe çıkan gazete ve dergilerin faaliyeti bloke edildi, gazete-dergilerde kapatma ile tutuklamaya başvuruldu.
Böyle bir ortamda yapılan seçimlerde; milletvekili sayısı 7’e düşerken, dağılma noktasına geldi.
Türkçülerin İstanbul Ziyareti
1908’de; II. Meşrutiyet’in ilanından birkaç ay sonra, içlerinde Yusuf Akçura-Ahmet Ağaoğlu-Abdürreşid İbrahim-Hüseyinzade Ali Turan-Ayaz İshaki-Halim Sabit’in yer aldığı, bir grup Türkçü İstanbul’a geldi.
Şüphesiz ki her birinin, farklı bir geliş nedeni vardı. Bir de; Meşrutiyet sonrasında, halkta oluşan heyecanı görmek istediler. Her ne kadar, Türkçülük ile ilgili bir heyecanı aradılar ise de, Osmanlıcılık rüzgârı ile karşılaştılar.
Osmanlı’da Türkçülüğün Siyasi Harekete Dönüşmesi
Osmanlı’da, Osmanlıcılık ve İslamcılık; “siyasi hareketin, kültürel harekete dönüşümü” şeklinde bir gelişim gösterirken, Türkçülük; “ kültürel hareketin, siyasi harekete dönüşümü” şeklinde bir gelişim gösterdi.
Osmanlı’da; Türkçülerin siyasette adından söz ettirmesi, bünyesinde farklı düşünce akımlarına yer vermekle birlikte, Osmanlıcılık akımının hâkim olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne giriş ile başladı.
1908’de; II. Meşrutiyet ilanı ile İttihat ve Terakki Cemiyeti öne çıktı, Osmanlıcılık da ülkenin resmi ideolojisi oldu. Türkçüler ise; Cemiyet’te etkinliği fazlaca olmayan bir gruptu.
Türkçülük Hareketi’nin; aydınlar ve askerler arasında bir taraftarı var ise de, halkta bir karşılığı yoktu.
Rusya’dan Gelen Türkçülerin Öncülüğü
Rusya’dan İstanbul’a gelen Türkçülerin bir kısmı, İttihat ve Terakki Fırkası’ndaki Türkçü kanadın teklifi ile İttihat ve Terakki Fırkası’na katıldı. Buna; daha sonra, Çarlık Rusya’sındaki artan baskıdan kaçan Türkçüler dâhil oldu.
Türkçülük Hareketi’nin kitleleşememesi, yani halkta bir karşılığının olmaması, Onları en çok düşündüren bir konu idi. Ancak; kısa sürede, milli bilinç ile ilgili his ve heyecanı yüksek, zulme uğramış, yaşam savaşı veren, dinamik bir kitleyi keşfettiler. Bunlar, Rusya-Kafkaslar ve Balkanlardan gelen göçmenlerdi.
Göçmenleri örgütleyerek; hem onlara özgüven verdiler, hem de Türkçü Hareket’e kitlesel bir taban kazandırdılar.
Milli bilinç ile ilgili his ve heyecanı verecek olan bir kültür fırtınasını başlatmak için; başta “Türk Yurdu” olmak üzere, çok sayıda dergi ve gazete çıkardılar, ya da çıkarılmasında rol oynadılar. Hareket’e yön ve şekil verecek olan Türk Ocağı’nın kuruluşunda yer aldılar.
Milli Edebiyat Akımı
1911’de; Selanik’te çıkan, başyazarı Ali Canip Yöntem’in olduğu, önce Ömer Seyfettin’in, daha sonra da Ziya Gökalp’ın yazıları ile dikkati çeken Genç Kalemler dergisi; “Milli Edebiyat” denilen bir hareketi başlattı.
Her ne kadar Mehmet Emin Yurdakul’un, daha önce yazmış olduğu Türkçe şiirler kitabı; bunun ilk örneği ise de, Ömer Seyfettin; “Milli Edebiyat” akımının mimarı kabul edilir.
Ömer Seyfettin’in başlattığı; Ziya Gökalp, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Halide Edip Adıvar gibi yazarların dâhil olduğu bu hareket, bir edebiyat akımına dönüştü.
“Milli Edebiyat” akımının; Türkçü bir his-heyecanı vermesi dışında, en büyük etkisi dil alanında oldu.
Dilde sadeleştirmede; “Arapça-Farsça kuralları atmak, tüm Arapça-Farsça kelimeleri çıkarmak yerine, Türkçe karşılığı olanları terk etmek, olmayanları bırakmak” şeklindeki bir metodu benimsediler.
Bu metot; başta Ömer Seyfettin olmak üzere, Ziya Gökalp-Ahmet Hikmet Müftüoğlu-Halide Edip Adıvar-Reşat Nuri Güntekin-Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Refik Halit Karay-Falih Rıfkı Atay’dan; Yahya Kemal Beyatlı-Mehmet Akif Ersoy’a, Mehmet Akif Ersoy’dan Nazım Hikmet-Vala Nurettin’e kadar, birçok yazarın benimsediği bir metot oldu.
“Milli Edebiyat” akımının, diğer bir etkisi ise şiir ile tarih ve sanat alanında oldu. Şiirde; Beş Hececiler (Faruk Nafiz Çamlıbel- Enis Behiç Koryürek-Orhan Seyfi Orhon-Yusuf Ziya Ortaç-Halit Fahri Ozansoy), tarihte; milli tarih (Mehmet Fuat Köprülü), mimarlıkta; milli mimari ( mimar Kemaleddin) akımını doğurdu.
Çarlık Rusya’sı Yönetimi’nin Otoriterleşmesi
Çarlık Rusya’sında Türkçülük Hareketi’nin altyapısını oluşturan usul-ü cedit okulları; hükümetin dikkatini çeken, Kadimcilerin ise düşmanca bir tavır sergilediği okullardı.
Hükümet; önceleri, bu konuda fazlaca müdahaleci olmadı. Bununla birlikte; Kadimcilerin dinsizlik ve terör suçlamasıyla, “kapatma” gibi cezai bir uygulamaya gitti. Bu; usul-ü cedit okullarının gelişme hızını düşürdü ise de, gelişmesini engelleyemedi.
Türkçülük Hareketi’nin 1905’te siyasi bir harekete dönüşmesi; hükümetin, bu okullar ile burada görev yapan öğretmenler üzerindeki baskısını artırdı. Bu; 1912’de zirveye çıktı, birçok usul-ü cedit okulu kapatıldı, öğretmenleri tutuklandı.
Bu da; birçok Türkçünün, “bütün milletlere kendi kaderini tayin etme hakkını vadeden” Bolşeviklere yanaşarak, Bolşeviklerin bir fraksiyonu olan “Ceditçi Bolşevik Partisi’ne” katılmasına yol açtı.
Ekim 1917 Bolşevik Devrimi ve Türkçüler
Ekim 1917 Bolşevik Devrimi, Türkçüleri zamansız yakaladı. Zira “Türk Birliği” için, kültürel ve siyasi açıdan yapılması gereken çok şey vardı. 1924’e kadar süren iç savaş da, Türkler arasındaki ayrılığın ne kadar derin olduğunu gösterdi.
Türkler arasında; ne ideolojik, ne hedef, ne de strateji ve taktiksel açıdan bir birlik yoktu. Türkçülerin liberal ve sosyalist kanatları, Türkçülüğü düşman gören geleneksel İslamcılar, kişisel ya da boy çıkarı hesabı yapan liderler vardı. Bu da; Türkleri, Beyaz Ordu ile Kızıl Ordu arasında tercih yapmaya zorlayan, bu orduların saflarında birbiri ile savaşan, bir gecede saf değiştiren, hatta kendi aralarında bile çatışan bir hale dönüştürdü. Buna rağmen; Türkler arasından, Mirsaid Sultan Galiyev gibi bir lider ortaya çıktı.
Mirsaid Sultan Galiyev kimdir?
Galiyev; 1892’de, bugünkü Başkurdistan sınırları içinde yer alan, Sterlitamak bölgesindeki Kırmıskalı kasabasına bağlı Elimbetova köyünde dünyaya geldi.
Babası; Tatar Türkü kökenli, Türkçü bir öğretmendi.
İlk eğitimini, usul-ü cedit okulunda aldı. Herkes gibi dini bilgiye sahip oldu, babasının ilgi ve desteğiyle Rusçanın yanı sıra Osmanlı Türkçesi ile Arapça ve Farsçayı öğrendi.
Kazan’daki Tatar Pedagoji Enstitüsü’ne girdi, buradan birincilik ile mezun oldu. Okulda iken Rus devrimciler ile tanıştı, Marksizm’in ilk temel bilgilerini burada aldı. Halkının kurtuluşu için; Rus devrimciler ile işbirliği yapmanın gerekli, hatta zorunlu olduğunu düşündü.
Okulu bitirdikten sonra, bir süre öğretmenlik yaptı. Daha sonra, Ufa Belediye Kütüphanesi’nde çalışmaya başladı. Buradan ayrılan Galiyev, çeşitli gazetelerde takma ad ile yazılar yazdı.
1915’te öğretmenlik mesleğine geri döndü, Ufa’da; Rus koloniye karşı direniş gösterecek olan “Savaşçı Tatar Sosyalist Örgütü’nü” kurdu, “Müslime Kurtuluş Hareketi” lideri ilk eşi Ravza ile evlendi.
Bir ara Bakü’de bulunan Galiyev, Azerbaycan Milli Hareketi’ne katıldı, sol kanat lideri Neriman Nerimanov’un yanında yer aldı.
1917 Şubat Devrimi esnasında Bakü’de bulunan Galiyev, “Bütün Rusya Müslümanları Kongresi Yürütme Komitesi Sekreterliği” için çağrıldığı Moskova’ya gitti.
Kongre’den sonra; Kazan’a geçti, liderliğini Molla Nur Vahidov’un yaptığı “Müslüman Sosyalist Komitesi’ne” katıldı.
1917 Ekim Devrimi’nden bir ay sonra; Vahidov’un önerisi ile Bolşevik Partisi’ne girdi, Parti’de; Müslüman kimliğine sahip en önde gelen kişi oldu.
Vahidov’un 1918’de Çek lejyonerleri tarafından öldürülmesi ile öne çıktı, ancak yalnız kaldı.
Karl Marks’ın; “sınıf mücadelesi” tezine yeni bir yorum getirerek, “Mücadele, ezen ve ezilen milletler arasındadır” tezini ileri sürdü.
Galimcan İbrahimov (Tataristan), Veli İbrahimov (Kırım), Turar Rıskulov-İsmail Sadvokasov (Kazakistan), Necmettin Samurski (Dağıstan), Neriman Nerimanov (Azerbaycan), Feyzullah Hocayef-Ekmel İkramov (Türkistan) ve Mustafa Suphi’den (Anadolu) oluşan çekirdek bir kadro oluşturdu, tüm Türk-Müslüman halkların yaşadığı bölgelerde örgütlenmeye gitti.
Binlerce atlı askerden oluşan Kızıl Tatar-Başkurt Ordusu ile Kızıl Ordu’ya destek verdi, İdil-Ural Bölgesi’nde hâkim bir konuma geldi, Bolşevik Partisi’nde Lenin ve Stalin’den sonra 3 numaralı isim oldu.
İdil-Ural için yaptığı “tek devlet” teklifi, ciddi bir tartışmaya dönüştü. Galiyev; başta Stalin olmak üzere karşı çıkanları, “eski Çarlık Rusya’sı devamı ve emperyalist olmakla” suçladı. Neredeyse yeni bir iç savaşın eşiğine gelindi. Taviz vermesi; bir yumuşama sağladı, ancak sonunun başlangıcı oldu.
Önce; Ordusu, Kızıl Ordu’ya dâhil edilerek tasfiye olundu. Sonra; yetkileri, peyde pey geri alındı. 1923’te; tutuklandı ise de, serbest bırakılması uygun bulundu. Muhtelif tarihlerde birçok kez tutuklandı, hapis yattı.
28 Ocak 1940’ta da; Stalin’in emri ile Gizli Polis Şefi Lavrentiy Beriya tarafından, kendisi ve ailesinin tümü katledildi.
Stalin’in zulmü; sadece Sultan Galiyev ve ailesi ile sınırlı değildi. Başta Ekmel İkram-Münevver Kari-Abdülhamid Çolpan-Abdürrauf Fıtrat-Bekir Çobanzade gibi kıymetli Türk aydını olmak üzere binlerce Türkçü katledildi veya sürüldü.
Galiyev’i; ideolojik açıdan, nasıl tanımlayabiliriz?
Galiyev’e; “Marksist, Milli Komünist, Milliyetçi Sosyalist, Türkçü-Turancı Sosyalist,” diyenler var. Bunun hangisinin doğru olduğunu söylemek için; özgeçmişine, düşüncesine, düşünce esasına, olmazsa olmazlarına, düşünce tarzına bakmak gerekir.
Birincisi; Türkçü bir aile ve ilköğretim geleneğinden geliyor.
İkincisi; Türk-Müslüman halklarının kurtuluşunu, Bolşevikler ile işbirliğinde arıyor. Bu; ideolojik değil, stratejik bir hedeftir.
Üçüncüsü; Bolşevikler ile ilgili bir hayal kırıklığı yaşıyor. Bu da; var olan milliyetçiliğini, daha da öne çıkarıyor.
Dördüncüsü; Türkçülük ve Turancılık olmazsa olmazı, Türk ve Müslüman halkların içinde yer aldığı bir “Turan Devleti” hedefi var.
Beşincisi; “Mücadele, ezen ve ezilen milletler arasındadır” demek, Marks’ın “sınıf mücadelesi” tezini çöpe atmaktır. Bu; Marksist değil, “mücadele, milletler arasındadır” diyen milliyetçi düşüncenin benzeri bir görüşüdür.
Altıncısı; Marksist diyalektik bir düşünce tarzı var ise de, tersine ideoloji ile sistemi belirlemeye çalışan, önce milleti öne çıkaran bir düşünceye sahip.
Bu verilere göre; milliyetçiliği esas olarak kabul ettiği, sosyalizmi ise daha ziyade iktisadi ve stratejik açıdan önemsediği görüyor. Bunun için; O’nu, “Milliyetçi-Sosyalist” olarak tanımlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Rusya’daki Türkçülük Hareketi, başarısız mı oldu?
Bugün; Rusya Federasyonu’nda birçok Özerk Türk Devleti ile bağımsızlığına kavuşmuş Türk Cumhuriyetleri varsa, bu onların verdiği mücadelenin bir eseridir.
DEVAM EDECEK
Milliyetçiler, Özeleştiri, Kafa Karışıklığı -1