Ali BADEMCİ
Eylül başında inşallah “Suriye Sendromu” adlı tamamen sosyolojik eserimiz Yeditepe Yayınları arasında beğeninize sunulacaktır. Kitapta da iddia ettiğimiz gibi Suriye’nin omurgası Afrin ve Asi havzasıdır; tarih boyunca ülkenin demografik ağırlığı bda bu hat üzerindedir! Başta Afrin, ortada Halep, ileride Hama-Hums-Şam en sonda ise Golan! İşte Suriye’de Türklüğün ana gövdesi! Fakat ille de Münbiç, mutlaka Mümbiç!
SURİYE’DE BAHAR NE ZAMAN?
Masum hak arama hareketleri olarak ortaya çıkan Suriye olaylarının sekizinci yılına giriyoruz; şu anda olayların dozu düşmüş durumda; lâkin hesaba vurursanız ülkenin geleceğinde çok değişen bir şey yok! Suriye paramparça, IŞİD gibi bir yabancı unsur kapıları kırınca ülke tamamen yabancıların eline geçti! Küresel güç tamamen olmasa bile büyük ölçüde ülkeyi işgal etmiş durumdadır. Gailelerin bitirilmesinden ziyade yeni yeni çukurlar açılıyor ve zavallı insanlar bu çukurlara diri diri gömülüyor! Ülkemizde kamplarda misafir edilen Suriyeli sayısı hiçbir şekilde 250 bin kişiyi geçmiyor; halbuki bölgeye uzak illerimizden bile Suriye insanının sesi geliyor; Türkiye’deki rakamın 6 milyon civarında olduğu resmi ağızlar tarafından bile telâffuz edilmeye başlandı! 1,5 milyon insan batıya gideyim derken kendilerini denize atanlar ayrı bir cephe; kaçı emeline kavuşmuş kaçı canını kaybetmiş bilmiyoruz! Avrupa Türkiye’de kalmaları için de yıllardan beri mücadele ediyor; çünkü onlar mülteci istemiyorlar; insan istemiyorlar!
Suriye tarih boyunca her bakımdan önemli bir coğrafyadır; fakat ne yazık ki huzurlu asırları çok az olmuştur! Suriye’yi bugünkü “Kadük Suriye” olarak düşünmeyin; “Bilâdü’ş-Şam”; Türkî adı “Fustat” olan Kahire’den başlar; bizim bugünkü hudutlarımızı biraz aşarak büyük ölçüde Anadolu fayına dayanır! Coğrafî olarak Şam’a kadar Anadolu’dur; elbette Filistin de Suriye’dir! Suriye adı XIX.yüzyılda batılılar tarafından uydurulmuştur; ismin herhangi bir dayanağı yoktur. Ülke Osmanlıllar da dahil İslâmi devirde “Bilâdü’ş-Şam” olarak adlandırılmıştır. Dolayısiyle bugünkü “Suriye” adı tamamen siyasi bir adlandırmadır.
Suriye İslâmi devirlerde olduğu gibi daha evvel de dinler coğrafyası özelliğini sürekli muhafaza etmiştir. O sebeble sadece İslâmî yıllarda değil İsevî ve Musevilik devrinde de devamlı huzursuzluk kaynağı olmuştur. Emevî ve Abbasî mücadelelerini hatırlamak İslâmi dönemi anlamak için yeterlidir. Fakat Abbasî Hilafet Devleti Selçuklu Türkmenleri’nin eline geçtikten sonra bölgede Osmanlı devri sonuna kadar devam eden kalıcı bir huzur sağlamıştır. Selçukiler bölgenin inanç yapısı ile katiyyen oynamamışlar; kendilerinden 200 yıl kadar evvel kurulmuş ve yıkılmış olan Kıpçak ve Karluk oluşumları üzerine Türkmenliği bina etmişlerdir. Bu huşusu rahatlıkla ifade etmemizin sebebi daha sonra ortaya çıkan el-Türkiyye ve Memlûk devletlerinin varlığıdır. Böylece IX. asırda başlayan Türkî dönemin başından nihayetine kadar her kes veya her topluluk, her kavim dilinde ve inançlarında hür bırakılmıştır. Eski dönemlerde Suriye’nin üvey evlâdı “Nusayrilik” de Türk döneminin müsamahasından büyük ölçüde faydalanmıştır; çünkü Araplar’ın tıpkı günümüzde olduğu gibi katiyyen “Musayrilere”e tahammülü yoktu! Bu bakımdan gerçek Araplar onlara kesinlikle Arap gözü ile bakmazlar! Suriye’de Nusayriler’in etnik görünüşü daha ziyade eski ahaliden Finikeliler ve bizim Kıpçaklar’a benzer! Ne yazık ki fiziki görünüşlerinden ötürü bazı hayasız insanlar sırf aşağılamak maksadı ile onlara “Manda” devrinin Fransız veledleri gözü ile bakarlar! Gerçekte eskinin yoksulu olan Nusayriler için “Esadlar” tecrübesine rağmen biz onlara bölgenin efendileri diyoruz! Hiçbir zaman da diktatörlerle mazlum halkı karıştırmayalım! 2009’da Lazkiye’ye yaptığımız bir seyahatta,”Bizim Türkmenler’e eziyet etmeyin” dediğimiz zaman, pek aklı başında olan Nusayri aydınlar,”Onlar medeni insanlardır, bizim kardeşlerimizdir” demişlerdir!
Suriye barışında hâlâ bir arpa boyu kadar yol alınmış değildir; aksine gün geçtikçe biraz daha karşık ve işin içinden çıkılmaz duruma gelinmiştir. Ülke harabeye dönmüş ve %50’den fazla nüfus kaybetmiş; İsrail’!in şımarıklığı yetmiyormuş gibi, şimdi bir de Suriye’nin en fazla %10’u kadar olduğu söylenen Kürtler Rakka harekâtı başlamadan önce ülke topraklarının %30’unu ellerinde bulunduruyorlardı; herhalde son ABD müşterek harekâtından sonra bu alan %50’ye çıkmıştır! Ne kadar zavallıca düşünüyoruz ki 1000 yıl bu ülkeyi idare eden bir millet olarak kendi büyüklüğümüzü anlayamıyoruz! Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar azınlık bir demografi ile insana bir ülkeyi teslim ederler mi; hem de 10 asır! İşin özeti küresel güç Suriye’de barış ve huzur istemiyor; artık bu husus ap-açık görülüyor!
Eylül başında inşallah “Suriye Sendromu” adlı tamamen sosyolojik eserimiz Yeditepe Yayınları arasında beğeninize sunulacaktır. Kitapta da iddia ettiğimiz gibi Suriye’nin omurgası Afrin ve Asi havzasıdır; tarih boyunca ülkenin demografik ağırlığı bda bu hat üzerindedir! Başta Afrin, ortada Halep, ileride Hama-Hums-Şam en sonda ise Golan! İşte Suriye’de Türklüğün ana gövdesi! Fakat ille de Münbiç, mutlaka Mümbiç!
Muhabbetle.