Ali BADEMCİ
Türkeş Bey “Türk-İslâm-Santezi” deyip Hicaz’a gittiyse de hiçbir zaman Osmanlı olamadı ve bir Andolu’lu, Kayseri-Köşkerli köyü çoban çocuğu olarak aramızdan ayrıldı! Biliyorsunuz bir miktar “Nakşiliği” söylenir; Arusî Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin müridliğinden söz edilir; iyice araştırılmaya muhtaç bir iddia! 1964 yılında Yeni Delhi’den dönen Türkeş Bey yakın görüştükleri Arusî Şeyhi Mustafa Aziz Çınar’a yapacaklarından ve siyasetten bahsetmiş; bir tarafı Kürtlüğe dayalı Şeyh Efendi demişmiş ki; ”Alparslan Bey siz siyaset yapmıyorsunuz. Sizin yaptığınız vatan müdafiliğidir. Bu yolla hizmete devam ediniz.”(Şeni Şafak, 20.08.2003). Doğruysa bazı şeylerin izahı kolaylaşmıştır; en azından Anadolu’ya bakışı anlayabiliyoruz! Bugün çok uzattık, şu baba yazılara devam edelim mi, çok mesaj geliyor da! Unutmayın daha konuya girmedik!
BABA YAZI II
Ülkücülerin ömrü nedense ülkücülüğün gününü görmeye yetmiyor! Bu konuda geleneksel sol ile aynı kaderin paylaşıldığı da dikkatten kaçmıyor! Artık yaşadığımız geçmişi sorgulama zamanı geldi; hattâ geçiyor bile! İki zıt kutub görülenlerin aynı kaderi paylaşması acaba sıradan bir tesadüf müydü? 12 Eylül zindanları ülkücülerin “İslâmlaşması” solcuların da “Kürtleşmesi” için kurulmuştu! Fakat iki tarafta kurguyu çok az zayiatla atlattılar! İşkenceler bu sebeble yapıldı! Bu arada hesapta olmayan önemli bir şey de ortaya çıktı: ”Ülkücüler” ile “Solcular”ın her bakımdan benzer yönleri olduğu anlaşıldı. Meselâ “Türklük, Cumhuriyet, Kemalizm” gibi! Bu yazıda başka bir konuya temas edelim: İdeolojik guruplar ve devlet istihbaratı!
Elbette bir ülkenin istihbaratı olacak, fakat nedense bu işin önemi dünyada kavranıp uygulanırken bizde daha ziyade iç istihbarata önem verilmiştir! II. Abdülhamid’in “Jurnalciliği” veya “Yıldız” dediğimiz bu değil miydi? Gerçekte Osmanlı demek İstanbul-İzmir-Selânik demekti! Anadolu hiçbir zaman Osmanlı olmadı, dâima Selçuklu olarak kaldı, ama zamanla “Mevlevilik” de buralara taşınınca Selçuklu “Osmanlı” oldu! Fakat Anadolu değişmedi, o ne “Melamilik ne Mevlevilik ne de Nakşilik” gibi mistik veya sufî cereyanların hiç de umurunda olmadı! Keçi veya koyunun peşinden ayrılmadı! O sebeble Anadolu’nun Osmanlılığı üzerinde bir hayli ter dökmek gerekmiyor mu? Eh, haritada Osmanlıyız yetmez mi?
Osmanlı külleşirken “Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak” umdeleri izinde üç ideolojik taban bıraktı! “Sol” elbette üçüncü umdenin içinde güya batıllaşmanın ürünüydü! Halbuki bize bu düşünce “Şark”tan, Kafkas ve Kazan istikametinden geldi! Çünkü Rus Çarlığı’na “Sol”u Kazan getirmiş, İ.Lenin bir Avrupa bilim adamı olarak işe sonradan müdahil olmuştu! İlginçtir ki Rusya’da komünizm Müslüman Tatarlar tarafından olgunlaştırılmıştı! Tatar İdeolojisi Osmanlı’da ikiz doğurdu “Komünizm” ve “Türkçülük”! Bir İngiliz siyaseti olarak Fransız ve Macar Türkologlarının “Pantürkizm”i ne çok takılmayın, pek tartışılıyor! Yeni Türkiye’de Türkçülüğün bir Tatar-Kafkas ideolojisi olduğunu kabul etmelisiniz!
Yeni araştırmacıların dikkatini çekmiş; şu “Muasırlaşma” işini ideolojik veya medeniyet anlamında yerine koyduk! Fakat Anadolu için ilk iki umdeyi anlamakta zorlanmamak mümkün mü? Böyle bir ameliye Selânik-İstanbul-İzmir, hatta Ziya Gökalp için “yeni yol” olabilir, lâkin Anadolu için düşünmek ne kadar doğru! Anadolu hem Türk hem de hakkıyle riyasız-tarikatsız-siyasetsiz Müslümandır! O sebeble bizim zamanımızın “Türk-İslâm sentezi” de kafalarda istifham yaratıyor, hiç de Anadolu’ya şık gelmiyor! Çünkü Anadolu’da bin yıldan beri böyle bir bütünlük oluşmuş! Kapı komşular birbirinin mezhebini bilmez; tarikatlı çoban var mı? Yine nerelere geldik halbuki istihbarat yazacaktık!
Osmanlı’nın istihbaratı henüz emeklemeye başlayan ideolojik guruplardan ziyade hanedanın iktidarını devam ettirmeye yönelikti! II. Abdülhamid’in “Panislâmist” olduğu iddia edilir ama, her bakımdan, özellikle dışarıdan gelecek tehlikeler için bu cenahı kontrol altına almıştı: C.Afgani gibi! İttihat Terakki az çok resmileştirdiği istihbarat işine komiteciliği soktu, işte o günden beri de bu rahatsızlık görülüyor! Atatürk devrinde “Sol” ve ”İslâm” Milli Şef döneminde “Türkçüler-İslâmcılar”, sonraki dönemlerde de birer düşman olarak üçü de sıkı tâkibe alındı! Böyle bir ileri iki geri 12 Eylül’e geldik!
XX. yüzyılın son çeyreğinde dünya artık “Soğuk Savaş”ın bittiğini biliyordu! ABD 1960 ve 1971 darbeleri ile Türkiye’yi kıvamına getirememişti! Gerçi zamanın MİT Müsteşarı “Ben MİT Müsteşarı değil CIA’nın şube müdürüyüm” dememiş miydi? Yetmedi ki ülkenin başına o katliamlar belâsı tezgâhlandı! Hiç unutmam bendeniz Ülkü Ocağı Başkanı iken(1970) Hatay Soğukoluk-Kınalıtepe’de bir komanda kampı kurmuştuk da antrenörün çektiği resimler ertesi gün siyasi şubenin elindeydi; merak etmeyin 50 yıl yaşadığım Adana da öyleydi! Şöyle düşünüyorum da o yıllarda siyasi görevliler Ocak ve Partiye destursuz girip çıkarlar ve birçok genci gerek “İslâmcılar” gerekse “Sol” aleyhinde çalıştırırlardı! 1980’den evvel çalıştığım gazetede de bunun örneklerini gördüm!
Ve 12 Eylül ülkücüler için gariban Anadolulular’ın başında patladı! Sahipçileri olanlar hemen seçilip serbest bırakıldılar; ne yazık ki bunların çoğunu ileriki yıllarda MHP’de vekil olarak gördük; hoş hâlâ da böyle devam eden bir düzen yok değil! 12 Eylül’ü bendeniz hâtıra kitabımda yazdım[1]; ne olur okuyun, işte üçüncü baskı da yapılacak! O sebeble diğer teferruata girmek istemiyorum ama, şunu rahatlıkla ifâde edebilirim; ülkücülere birçok cinayeti zamanın komitecileri işaret etti! Yoksa Anadolu insanı katiyyen komiteciliği bilmez! O iş, bir Osmanlı geleneği ve Selanik umdesidir! O sebeble biz Anadolu çocuğu ülkücüler hiçbir zaman Osmanlı olamadık!
Solu Osmanlı saymak mümkün, hatta kuvvetli damar oradadır! Bektaşilerin işe karışması ile “Sol”da da Anadoluluk başladı! Belki doğru olmuyor ama ben Bektaşi deyimini Anadolu Alevileri, heteredoks Müslüman çocukları için kullandım! 1980’in gayesi “Türk-İslam Sentezi” ile ülkücüleri “Siyasi İslâm” Alevileri de ”Siyasi Kürtçülüğe” çekmek, demiştim! Bu iş işkence odalarından öteye gitmedi! Bir miktar realize olmadığını söyleyemeyiz ama kitleler artık işin farkında! Şahsen günahı 6.Filo’yu protesto edenlerin aynı zamanda o yılların Arap İsrail savaşında Müslümanların yanında yer aldığını biliyorum! Şu meşhur Anadolu’lu Deniz Gezmiş bile!
ABD 50 yıldan beri İslâm üzerinde çalışıyordu; 12 Eylül’ün “Siyasî İslâm”ın önünü açtığını artık kimse tartışmıyor; çünkü 15 Temmuz’u hep birlikte yaşadık! Bugün Türkiye’de üç ideolojik gurup var: Solcular-İslâmcılar-Ülkücüler! Her gurup da yıllarca istihbarat ile iç içe yaşadı; bir şartla, yani Anadolulu olmak kaydı ile! Osmanlı olanların hiç rahatları bozulmadı ve çoğu zaman da istihbarata Anadolu danışmanlığı bile yaptılar! Doğrusunu bilmiyoruz ama meşhur MC devrinde istihbarata bir hayli böyle danışman alınmış! Bizler işkencehanelerde onların patronları tarafından ezildik! Bunları konuşacağız; hâtıralarda olaylar iç içe gün gibi aşikar!
Türkeş Bey “Türk-İslâm-Santezi” deyip Hicaz’a gittiyse de hiçbir zaman Osmanlı olamadı ve bir Andolu’lu, Kayseri-Köşkerli köyü çoban çocuğu olarak aramızdan ayrıldı! Biliyorsunuz bir miktar “Nakşiliği” söylenir; Arusî Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin müridliğinden söz edilir; iyice araştırılmaya muhtaç bir iddia! 1964 yılında Yeni Delhi’den dönen Türkeş Bey yakın görüştükleri Arusî Şeyhi Mustafa Aziz Çınar’a yapacaklarından ve siyasetten bahsetmiş; bir tarafı Kürtlüğe dayalı Şeyh Efendi demişmiş ki; ”Alparslan Bey siz siyaset yapmıyorsunuz. Sizin yaptığınız vatan müdafiliğidir. Bu yolla hizmete devam ediniz.”(Şeni Şafak, 20.08.2003). Doğruysa bazı şeylerin izahı kolaylaşmıştır; en azından Anadolu’ya bakışı anlayabiliyoruz! Bugün çok uzattık, şu baba yazılara devam edelim mi, çok mesaj geliyor da! Unutmayın daha konuya girmedik!
Muhabbetle.
_________________
[1] Ali Bademci,12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1-2.Baskı 2013-2016.