Kenan EROĞLU
Monşer-Usta: Nedir bu cemaatler, tarikatlar, ülkeyi mahvettiler. Cumhuriyeti kuranların kemikleri sızlayacak. Bir tarafta“Fetö” olayı, diğer tarafta “menzil”, öteki tarafta“İsmailağa cemaati”. Türkiye şeyhler dervişler ülkesi mi. Ülkeyi cemaatler, şeyhler tarikatlar mı idare edecek.
Odgurmuş: Yine bir eleştirecek konu buldunuz. Sizin başka işiniz yok mu?
Monşer-Usta: Elbette var fakat son günlerde bu konu kafamı oldukça meşgul ediyor.
Odgurmuş: İster kabul edelim ister reddedelim, ister beğenelim, ister beğenmeyelim, tarikat ve cemaatler bir vakıadır. Biliyorsunuz, ya da bilinmelidir ki: Tarikat ve cemaatler dinin anlaşılma biçimleridir. Tarikat ve cemaat meselesi “dini bir mesele” olmaktan ziyade dinin kolay anlaşılması biçimiyle alakalı bir durumdur. Tarikatları ve cemaatleri din gibi görürsek olaya baştan ve kökten yanlış bakmış oluruz.
Monşer-Usta: O halde bu tarikat ve cemaatlere nerden ve nasıl bakacağız? Peygamberimiz zamanında tarikat mı vardı?.
Odgurmuş: Elbette Peygamberimiz zamanında tarikat ve cemaatler yoktu. Çünkü Peygamberimiz şahsında dini temsil ediyordu ve açıklıyordu. Herhangi bir problemle karşılaşan insanlar direkt Peygamberimize giderek gerekli izahatları alıyorlar ve ona gör amel ediyorlardı.
Günümüz de problemin asıl kaynağı şuradan geliyor: “Tarikatlar ve Cemaatlerin kendilerini din yerine koymalarından kaynaklanıyor”
Hâlbuki İman bireyseldir. Herkes tek başına inanır ya da inanmaz. Gurup halinde iman olmaz. İman bireysel olunca da sorumluluk da bireysel olur. Kimse kimsenin yerine namaz kılamayacağı gibi, hiç kimse de tarikat şeyhi dahi olsa bir başkasının yerine iman edemez.. Hatta birilerinin yanlışından dolayı birileri mesul tutulamaz.
Dinimizde kesinlikle cennete rezervasyon yapılamayacağı gibi, cennete toplu olarak girme imkânı da yoktur. Herhangi bir tarikat şeyhinin veya bir cemaatin imamının eteğine tutunarak cennete gireceğini sananlar yanılırlar.
Monşer-Usta: Peki güzel diyorsun ama ülkedeki cemaat ve tarikatları ne yapacağız.
Odgurmuş: Günümüz Tarikat ve Cemaatlerin durumunu anlayabilmek için biraz gerilere gitmek gerekiyor. Cumhuriyetle birlikte Tüm tarikatların, tekke ve zaviyelerin kapatılması pek çok olumsuzluğu da birlikte getirdiğini belirterek Bu konuda (05 Aralık 2016) bir yazı yazmıştım ve “Tarikat ve dini guruplar yer altına çekilerek her türlü denetimden kurtulmuş ve uzaklaşmış oluyorlar. Bu durumda tarikatı idare eden kişinin karakterine göre meydana gelen bir din anlayışı meydana geliyor.
Tarikat ve dini oluşumu denetleyen ve dini açıdan bir değerlendirmeye tabi tutacak kimselerin olmaması, hurafelerin ve yanlış bilgilerin yayılmasına sebep olabiliyor. Dini oluşum içerisinde dilden dile söylenen bazı hususlar var ki o konuları açıklama ruhsatı verilmediği halde, bu oluşum içerisinde açıklanmaması gereken hususlar adeta o topluluğu tasarımlamak için kullanılıyor olması elbette çok vahim bir durumdur. Herhangi bir tarikat yöneticisinin Peygamber Efendimizi rüyasında görmesi ve ondan yine rüyada aldığı talimatları uyguluyor olması gibi bir durumun olamayacağını bilmek gerekir. Velev ki o kişi rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş olsun. Peygamberimizi rüyasında gören kişinin bu rüyayı anlatma konusunda ruhsat sahibi olması çok tartışma götürür bir durumdur. Esas olanın bu rüyayı açıklamamaktır.
Yeteri kadar dini bilgi ve tecrübesi olmayan Ortaokul ve lise talebelerinin bulunduğu bir ortamda meydana gelen kısa bir sessizlik sonunda “Hz. Ömer Efendimiz biraz önce aramızdaydı” diyerek toplantıda bulunanların inanç ve dini duygularını istismar ederek Fetö’cü ablaların kendi durumlarını pekiştirmek için çocukları kullanılıyor olması elbette vahim bir durumdur. Günün herhangi bir saatinde yapılan bir eğitim toplantısında meydana geldiği iddia edilen durumun, yani Hz. Ebubekir (RA) in oraya gelme ihtimali ne kadar bir gerçeklik yansıtır, ayrıca ders veren “Abla”nın gelme ihtimali olmayan Hz. Ömer (RA)i görme ihtimali ne kadardır. Bu konular, hiçbir tartışma götürmez şekilde, sadece ve sadece o toplantıda bulunan kimseleri hizaya getirmek ve tasarımlamak amacıyla kullanılan bir ritüelden başka bir şey değildir.
Cemaat ve dini oluşumu meydana getiren gurup, daha çok dışa kapalı hareket ettiği için sıradan bir Müslüman’ın dahi bilebileceği bazı yanlış davranışların denetim dışında kalması sonucunu doğurmaktadır.
İşte tam da bu yüzden tüm tarikatlar, dini cemaat ve oluşumlar serbest bırakılmalıdır. İsteyen ne yapacağını, nasıl bir eğitim metodu uygulayacağını ya da hangi kesimlere hitap edeceğin açıklamak şartı ile istediği dini cemaati, tarikatı vs. serbestçe açmalı, kurmalıdır. Hatta bu konularda önderlik yapacak kimselerin din ulemasından oluşan ve Diyanet işleri Başkanlığında oluşturulacak “büyük jüri” tarafından sınava tabi tutulması ve bu sınavı geçen kişiye izin-ruhsat verilmesi de mümkün olabilir. Bilindiği gibi Osmanlı’da tarikat şeyhi olabilmek için ilgili kişi sınava tabi tutuluyordu. Bu konu ile ilgisi olması bakımından daha sıkı denetlemek amacıyla Dernekler Kanunu yeniden gözden geçirilip düzenlenmelidir. Bu oluşum ve kuruluşlar dernekler kanununa tabi olmalı. Sürekli olarak mali açıdan, idari açıdan ve yapılan faaliyetler meşruiyet açısından denetlenmelidir.”
Monşer-usta; Bu şekilde meydana gelen bir takım sapmalar önlenebilir mi?
Odgurmuş: Bakınız Osmanlı bir kayıt devletiydi. Ülke genelinde faaliyet gösteren her türlü cemaat ve tarikatlar kayıt altındaydı. Günümüzde böyle bir kayıt yok.
Bu gün ülkemizdeki Tarikatların ve cemaatlerin hukuki bir zemini de maalesef yok. Tarikat ve cemaatlerin hukuka, Anayasaya göre yürüyüp yürümedikleri, ekonomik kaynakları nelerdir, nereden temin ediliyor, nereye harcıyorlar gibi soruların cevabı ne yazık ki yok.
Hâlbuki Osmanlı’nın Vakıf tecrübesi vardı ve de çok iyi işliyordu.
Bizim ayrıca önemli bir dernek tecrübemiz var.
Tarikat ve Cemaatler bu açılardan denetlenmeli. Eğer bir Tarikat ve Cemaat faaliyet gösterecekse: Vakıf ise vakıf olarak adını koymalı. Dernek ise dernek olduğunu belirtmeli. Sivil toplum kuruluşuysa eğer o zaman da o şekilde adını koymalı. Vakıf ve Cemaatler amaç ve metotları ne ise tüzük ve yönetmeliklerinde belirtmelidirler.
_________________
Not: Bu diyalogun hazırlanmasında, Ankara Milli Kütüphane de Türk Ocakları tarafından yapılan, “Türkiye’de Tarikat Ve Cemaatler” panelinde panel yöneticisi Prof Dr. Hasan Onat’ın konuşmasında faydalanılmıştır.