Kenan Eroğlu
Monşer-Usta: Bunların sonu son değil. Bunların gidişi felaket. Veya Yüce divan.
Odgurmuş: Bunların gidişi gidiş değil diyorsunuz, bunların sonu eğer felaket olursa bu sizi mutlu mu eder. Bunların sonunun felaket olması ülkeye ne gibi bir fayda sağlar.
Siyaseten suçlu görülenler, büyük yolsuzluklara karışmış bir siyasetçi elbette Meclisin kararı ile Yüce Divana sevk edilebilir. Nitekim Bülent Ecevit ve CHP’si 1977 yılında yapılan seçimler sonucu o zaman için gerekli olan sayıyı bulamamış ve “Güneş Motel”de yapılan pazarlıklar sonucu Adalet Partisinden 12 Milletvekili istifa ettirilerek ve 11 tanesine siyasi rüşvet olarak bakanlık verilmiş ve hükümet kurulmuştu. Ecevit Hükümetinin 2 bakanı Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarını yaptıkları gerekçesiyle TBMM tarafından Yüce Divana sevk edilerek cezalandırılmış ve mahkûm olmuşlardı. Bu durum hem Bülent Ecevit ve CHP’sine ve hem de Türkiye Büyük Millet Meclisine kara bir leke olarak geçmişti.
Elbette ortada bir durum varsa suçu olan cezasını çekmelidir. Eğer suçlu varsa Yüce Divana sevk edilir ve cezalandırılır.
Fakat görüyorum ki; suçlu olsun olmasın Siyaseten karşısında olduğunuz kişi ve partileri, marızlarınızı olmadık tehditlerle korkutmayı çok seviyorsunuz.
Sürekli aynı teraneyi tekrarlıyorsunuz ve “Hesap vereceksin, yüce divanda yargılanacak, hapislerde çürüyecek, sürünecek, pişman olacak, evlat-ayalinden hesap sorulacak” Vs. vs.
Monşer-Usta: Ama bunlar gerçek.
Odgurmuş: Şimdi, kim neden ve hangi Saiklerle korkutur bakalım.
Elinde güç olan karşıdaki bir hata yapmışsa onu tehdit etmez. Onu cezalandırır, dersini verir, mahkûm eder. Ya da gereği neyse onu yapar.
Elinde güç olan neden tehdit etsin ki? Neden bağırıp çağırsın ki?
Ellerinde güç olan Savcılar-Hâkimler hiç bağırıp çağırırlar mı? Askerler hiç bağırıp çağırırlar mı? Onlar sadece söyleyip yaparlar, bazen de söylemeden yapar, uygularlar. Tehdit etmez, süründürmekten, yüce divana sevk etmekten, idam etmekten bahsetmez ama gereği neyse onu yaparlar.
Çünkü ellerinde kanunların verdiği çok önemli bir güç-yetki vardır.
Monşer-Usta: O halde:
Odgurmuş: O haldesi yok, Güçlü olan gücünü kullanır, bağırıp çağırıp ortalığı velveleye vermez. Suçlu olan, güçsüz olan, imkânı olmayan, çaresizkalmış olan feryat eder, bağırır, çağırır. Karşıdakini fikren ve siyaseten alt edemediği için tehdit yoluyla tesir etmeye çalışır.
Polis teröristi, suçluyu yakalamış götürüyor, teröristin, suçlunun yapacağı hiçbir şey kalmamış, o hala tehdit savuruyor, slogan atıyor. Aslında tehdit ederken sıraladığı hiçbir şeyi yapacak durumda da değil ama o buna aldırmıyor ve tehditlerine devam ediyor.
Mahkemede de suçlu/zanlı olan kişi, hâkimlere olmadık hakaretleri ve tehditleri savuruyorlar. Asarım keserim, asılırsın, kesilirsin, “Keser döner, sap döner, bir gün hesap döner“ diye korkutmak istiyor.
Ama elinde yetki ve güç olan kişi, haklı olan kişi hiçbir şeye aldırmadan, işin gereği ne ise onu yapıyor.
Monşer-Usta: Yani diyorsun ki “çaresiz inanlar bağırır, çağırır ve şamata yapar.” Öyle şey olmaz, biz şimdi bağırıp çağırıyor, “yargılanacaksınız”derken bir gerçeği ifade ediyoruz. Bunların yolu Yüce divan.
Odgurmuş: Demek ki korku ve çaresizlik insanları daha tehditkâr yapıyor. Verdiği siyasi mücadelede başarı şansı olmayan liderler de karşısında olduğu başarılı siyasi lider ve hareketini bir takım tehditlerle korkutmaya çalışıyor. Bu tehdit ve korkutma yolu ne yazık ki çok etkili olmuyor, tehdit savuran kişinin acziyetini ortaya koyuyor.
Şöyle asarım, böyle keserim diye tehdit etmek yerine, tehdit savuran kişinin biraz kendisine bakması lazımdır. Başarılı hale getiremediği parti-gurup-hareket, ne yapsa başarıdan nasip alamıyor. Daha çok çalışmak, halka kendini daha çok anlatmak ve daha çok inandırıcı olmak yerine tehdit yolunu seçmek akıl karı bir iş değil ama ne yazık ki bizim siyasi edebiyatımızda bu gibi davranışlar çokça yer buluyor.
Kısaca; Tehdit ve Küfür aciz insanların son sığınağıdır.
Sözün Özü:
Medeniyetin ve milliyetin tohumu da meyvesi de aşk ve sevgidir. Muhabbetin yerini nefret, kardeşliğin yerini adâvet, müsamahanın yerini tehdit, müjdenin yerini tahkir, himâyenin yerini tâciz aldığı zaman; medeniyet, deniyete; milliyetçilik, kavmiyetçiliğe dönüşür.