Ali BADEMCİ
alibademci@gmail.com
Köprünün altından çok sular aktı, meşrû veya gayrî meşrû yollardan birçok ülkücü düzen kurdu ve zengin oldu. Yine çok ilginçtir ki gayrî meşrûyu bir yana bırakın da meşru (en azından yasal olarak) yoldan zengin olanlar bile “Ülkücülük” ve “Ülkücüler”i basamak yaptılar! Şimdi ister siyaset içinde isterse siyaset dışında çok büyük imkânlara sahip ve hâlâ kendilerine ülkücü diyenler var! Oturdukları zaman bir dönümden fazla yer kirletiyorlar! Bakalım bir yemeğe kaç lira veriyorlar, arabalarında yaktıkları akaryakıt ile neler alınmaz ki! Peki o ülkücü ruh ne oldu diyecekseniz, açlığa ve yokluğa devam ediyor! “Çile” bir günlük iş değildir ancak ömür boyu olana öyle denir! Allah onlara vicdan ve merhamet versin!
ÜLKÜCÜ RUH
Bizler imkânı olmayan kalabalık âilelerin Anadolu çocuklarıydık; orta öğretim döneminde gözlerimizi “Ülkücü” olarak açtık! Zaten eğitim dediğimiz de amca, teyze, ağabey evlerinde emânet çocuklardık! Fazla yük olmamak için ana azıklarımızı da emânet kaldığımız âilelelere taşırdık! Para yoktu; o kantin önlerinde bir simit almak için dahi sıraya giremezdik, bu iş memûr çocuklarının işiydi! Hemen hemen topraktan veya köyden gelen simit müşterisi yoktu! Şahsen rahmetli anam dört yıl 20 km.uzaklıkta olan köyden “Satıl”ile ayranlı veya sütlü “Bulgur Pilâvı” gönderir bunu üç öğün yerdik; babalarımız keçiler çobansız kaldığı için katiyyen okumamızı istemezdi, o sebeble beş kuruş baba parası boğazlarımızdan geçmedi!
Karşıt görüşler edebiyatı başladığı zaman bizler artık bulunduğumuz mahalle veya okulların gazileriydik, halkı komünizmden koruyorduk! İşte o yıllarda bakanımız arttı ve bizleri evine davet edip sıcak yemek ikrâm edenler çoğaldı! Bir anlamda “ülkücülük” taban ediniyordu ki halkla beraberlikten “evlâtlık” gibi bir olgu meydana geldi ve bir çoklarımız orta öğretimi böyle tamamladı! Çoğu zaman da okuyan gençler o âilenin kızları ile evlendiler ve “Ülkücü âileler” teşekkül etti! İşte şimdilerde yeminli ülkücü dediğimiz kesim bunlardır. Peki ya yüksek öğrenim! Birçok arkadaşımız devam edemeyerek âile kurdular ve şehirli oldular, çoğumuz ise birer gazi olarak üniversite şehir sokaklarında kendimizi bulduk! O zaman her ili bırakın her bölge merkezinde bile “Üniversite” yoktu!
İşte bu yeni mekânlarda partileştik, düşman cepheler oluşturduk: “Sağcı” veya “Solcu” diye cepheler kuduk! İki taraf da vatan diyordu ama sokaklara bakılırsa aralarında sanki kan dâvâsı vardı! Yıllar böyle geçti ve pusuda bekleyen “komitacılar” biraz daha kan akarak “olgunlaşma”yı beklemişler: Hey gidi günler! Olmayası cenaze merasimleri uzun kortejler oluştururdu, sloganlar savaş çığlıklarından beterdi! Sür’atle mahalleler ayrlıyordu ve semtten semte göç başlamıştı: “Kurtarılmış Bölgeler”! Öyle ya neyi kimden kurtarıyordun!
Herhalde solda da öyleydi, onların da kahramanları vardı! Bizler bu oyunun “Sağcı” yani ülkücü kanadında idik! Esasında sağda onlardan başka mücadele eden kalmamıştı ve bugünün kahramanları o zaman “Daha cihad zamanı gelmedi” diyorlardı. İşte o çılgın ortamda bir “Ülkücü Ruh”teşekkül etti, ilginçtir ki bugün bile ayakta duruyor! Onlar para, pul, menfaat bilmeyen evliyâdan insanlardı! Hunharca katledilen birçok ülkücünün cebinden beş kuruş çıkmamış, işin daha ötesi 12 Eylül günü hangarlara doldurulduğumuzda karınlarımız açtı! İçeride o günün kavgalarının yegâne sebebi bir sigara izmariti idi! O namussuz da en çok hapishanede aranıyordu vesselam! Dışarıda-içeride o yılların ülkücülüğü kardeşlikten çok daha ötede idi, bir ülkücü belki babası için vermeye tereddüd edeceği canını arkadaşı için seve seve verirdi! O günlere özlenir mi, aranır mı bilmiyoruz ama herhalde derin dersler alınması ve dâima hatırlanması gerekiyor!
Ve aradan yıllar geçti, “komiteciler”in kandırdığı, yargılamalarda “itirafçı” yaptığı güya ülkücüler çıktı! Bunların bir kısmı zamanın dış operasyonlarında kullanılırken az-çok sâkin olanlara da siyasette yol verildi! Dolayisyla ilk paralı ülkücüler ortaya çıktı! Sen misin paraya bulan diye düşünen bir kısım uzantılı gençler de “çek-senet” işine düştüler! İlginçtir ki bu rahatsızlığın da ilk mağduru ülkücü âilelerdir; yani dün onları himaye edenler! Ülkücü adlı şereften yoksun insanların soyduğu ve olayın mahkemelere kadar düştüğünü pek iyi biliyoruz! Yine ilginçtir ki hasbelkader içeriden çıkan birçok ülkücü şahısın yine kendine ülkücü diyenler tarafından taciz ve tehdid edildiğine şahid olmuşuzdur. Yazıktır ki bunların hiç peşine düşülmedi ve yaptıkları pislikler yanlarına kâr kaldı!
Köprünün altından çok sular aktı, meşrû veya gayrî meşrû yollardan birçok ülkücü düzen kurdu ve zengin oldu. Yine çok ilginçtir ki gayrî meşrûyu bir yana bırakın da meşru (en azından yasal olarak) yoldan zengin olanlar bile “Ülkücülük” ve “Ülkücüler”i basamak yaptılar! Şimdi ister siyaset içinde isterse siyaset dışında çok büyük imkânlara sahip ve hâlâ kendilerine ülkücü diyenler var! Oturdukları zaman bir dönümden fazla yer kirletiyorlar! Bakalım bir yemeğe kaç lira veriyorlar, arabalarında yaktıkları akaryakıt ile neler alınmaz ki! Peki o ülkücü ruh ne oldu diyecekseniz, açlığa ve yokluğa devam ediyor! “Çile” bir günlük iş değildir ancak ömür boyu olana öyle denir! Allah onlara vicdan ve merhamet versin!
Allaha Emanet Olun.