DOLAR32,2035% -0.01
EURO35,0076% -0.03
STERLIN40,9257% 0.03
FRANG35,4034% -0.01
ALTIN2.505,92% 0,21
BITCOIN67.050,000.033

BİR ÜLKÜCÜNÜN HAPİSHANE GÜNLÜKLERİ

Yayınlanma Tarihi :
BİR ÜLKÜCÜNÜN HAPİSHANE GÜNLÜKLERİ

BİR ÜLKÜCÜNÜN HAPİSHANE GÜNLÜKLERİ

Halim KAYA 

Hüseyin Koloğlu’nun “Bir Ülkücünün Hapishane Günlükleri” adlı kitabını daha önce aldım. Sağolsun, Ülkücü Hareketin gazilerinden, okumayı seven, gençlerin okumasını teşvik eden vasfıyla tebarüz etmiş olan Bayram Candan, Hüseyin Koloğlu’nun Samsun’da düzenlemiş olduğu imza gününden beni telefonla aradı. “Neredesin imza gününe gelmedin mi?” diye sorunca Adana’dayım diyerek cevap verdim. O kibarlık edip “Hüseyin Koloğlu’nunBir Ülkücünün Hapishane Günlükleriadlı kitabından sana da alayım mı?” diyerek sordu. Ben de adıma imzalı bir tane al dedim. Ve böylelikle Hüseyin Koloğlu ile karşılaşmak nasip olmadı ama adıma imzalı bir kitabını almış oldum.

Hüseyin Koloğlu’nun “Bir Ülkücünün Hapishane Günlükleri” adlı kitabı Gufo yayınları tarafından Ekim 2023 tarihinde Ankara’da yayınlanmış. Kitabın adı Hapishane Günlükleri olunca Hüseyin Koloğlu’da kitabı “Takdim” ve “Ön Söz” yazılarından sonra “Birinci Ajanda-1988-1989-1990”, “İkinci Ajanda -1990-1991”, “Son Söz” olarak günlük yapısına uygun tanzim etmiş. Kitap bu aba bölümlemenin altında çok sayıda tali başlıktan oluşmakta olup, 544 sayfa ile bayağı hacimli bir kitap olarak Ülkücü Hatıratlar arasındaki yerini almıştır. Eğer kitabın yazılışının temelini oluşturan günlük notlarının geç tutulmaya başlamasının sebebi geç tutuklanış gibi- tabi bizim istediğimiz hiç tutuklanması yönünde- bir sebebe bağlı değilse “keşke 1988’den değil de 12 Eylül 1980’den yazmaya başlasaydı” da yazılmamış o günler hakkında da elimizde o günleri bizzat yaşamış canlı şahitlerinden birinin bakış açısıyla yazılı bir kaynak daha olsaydı diye düşündürüyorum. Hüseyin Koloğlu’nun “1980 yılının Nisan ayında yakalandım ve Samsun’da hapishaneye girdim. Üç ay sonra, diğer yedi arkadaşımla beraber Samsun cezaevinden firar ettik. (…) Firardan yaklaşık iki ay sonra 12 Eylül ihtilali oldu. Darbeden bir ay sonra, 16 Ekim 1980 tarihinde Bursa’da bir ihbar sonucu yine yakalandım” (S:16) ifadelerinde görüldüğü gibi 1980 tarihinde tutuklanmış ancak günlük tutmaya 1988 yılında başlamıştır. Bu konuyu kitabın ilerleyen sayfalarından “Aslında günlük tutmak için epey geç kaldım. Duygusallığımın yoğun olduğu ve yaşadığım çelişkili yıllarda başlamış olsaydım ilginç ve orijinal şeyler ortaya çıkacaktı. Hapishanede yattığım sekizinci yılda başladım günlük tutmaya.” (S:124) diyerek anlatmaktadır.

Hüseyin Koloğlu’da diğer ülküdaşları gibi mağdur oldum 11 yıl hapis yattım dememiş çıkınca Ülkücü harekete hizmet etmeye devam etmiştir. Bu hizmetini 1995-2002 yılları arasında Ülkü Ocakları Karadeniz Bölge başkanlığı olarak yapmıştır. 

Hüseyin Koloğlu daha on yedi yaşında ülkücüler, MHP ve Ülkü Ocaklarıyla tanıştığını ancak “Bilinçli bir tanışma olmadı” (S:15) diyerek daha ön sözde kendisine haksızlık etmiştir. Çünkü eğer bir şuuraltı Türklük, Ülkücülük bilinci olmasaydı Ülkücü olmazdı. Planlanmış Organize bir eğitim ve yönlendirme ile ülkücü olmamış olsa da aileden gelen İslam-Türk anane ve göreneklerinin yönlendirmesiyle bu yolu tercih etmiş ve dolayısıyla adı konulmamış şuuraltı denilebilecek bir bilinçle ya da Türk kültürüne dayalı kültürel şuur sayesinde ülkücü olmuştur. Osmanlı uzun yıllar savaşmak zorunda kaldığında eğitimli askeri tükenmiş 15 yaşındaki çocukları askere alarak hiç eğitmeden silah tutmayı bile bilmeden öğrenmeden cepheler göndermek zorunda kalmıştı. Savaş zamanında eğitim vermenin güçlüğü ve savaşın şiddetli olması ve uzun sürmesi de eğitimi etkilediği için olsa gerek Hüseyin Koloğlu da “daha sonra öğrendiklerimiz ve yaşantımızla birlikte ülkücü olma bilincine erişmiş bulundum.” (S:15) ifadesindeki gibi ülkücülüğü yaşarken öğrenmek mecburiyetinde kalmıştır. Çünkü düşman ve zaman geniş bir eğitim almasına müsaade etmez. Fuzuli’nin tabiriyle “Dost bi-vefa, felek bi-rahm, devran bi-sükûn. Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali’ zebûn! Dost vefasız, dünya acımasız, dert çok, dert paylaşan yok, düşman güçlü, talih esir güçsüz.” dür. Daha lise öğrenciliği sırasında Samsun ile tanışmıştır ki Samsun’da kitap imza gününe gösterilen ilgi alaka dolayısıyla anlamak mümkündür. 

Hüseyin Koloğlu bizim keşke daha önceden hatıralarını yazmaya başlasaydı dediğimiz gecikmenin sebebini günlüğüyle konuşurcasına ifade etmiştir. Yazamayışını “Sevgili Günlük; Sana daha önce yazmayı istiyordum fakat bir türlü mümkün olmadı. Mümkün olmadı değil, zaten yazmazdım, yazmış olsaydım bile seni büyük bir itinayla köşe bucak saklayıp korumam lazımdı. O günkü şartlarda bu hiç de kolay değildi, daha doğrusu büyük bir mucize olurdu. İnsanların eşyalarının kırılıp, dökülüp, saçıldığı; üzerlerinin en ince noktasında kadar arandığı günlerdi o günler.” (S:23) diyerek açıklamış, günlük tutmanın cezaevi şartlarının ağır olması, işkencenin yoğunluğu sebebiyle gerçekleşmediğini ifadeye çalışmıştır.

Hüseyin Koloğlu 07.01.1988 günü saat 17.50 de “Sevgili Günlük” (S:23) diyerek konuşurcasına başladığı günlük tutmaya yine onunla “Daha önce san söz vermiş olduğum halde, ilk yazdığımdan ancak on gün sonra yazabiliyorum. Ama inan, her akşam aklıma geldin.” şeklinde özür beyan eder mahiyetteki konuşmasına devam ederken “Hem ben biraz üşengeç insanım, belli oluyor zaten.” Şeklinde bir yakınmayla günlüğüyle dertleşircesine ikinci yazısını 17.01.1988 (S:25) tarihinde yazmaktadır. İnsan cezaevinde sohbet arkadaşı arar ancak koğuştaki arkadaşlarla nereye kadar sohbet edebilirsiniz. Onların da derdi vardır, onlarda içine kapanmak ve yalnız kalmak isteyebilirler. İşte günlük bu dertleri olmayan tamamen yazanına sadık kalarak hiç şikâyet etmeden bazen kimseye açıp anlatamadığını da yazarak kendisiyle iç hesaplaşmasını yapabildiği kendi kontrolünde bir arkadaş. Günlükler yalnızlığa mahkûm insanların yalnızlığını paylaşarak onların psikolojik olarak bir buhrana düşmelerinin önünü alan vazife ifa eder. 

Cezaevine girenlerin geçmişlerine dair muhasebe yaptıklarını, çoğunun iç veya dış denge tesirleriyle bu muhasebede geçmişte yanlış yaptıkları inancında olduklarını ancak kendisinin durumunu “Ama ben kendi hesabıma, gençliğimi ve her şeyimi uğrunda yoluna koyduğum davama Türk milliyetçiliği ülküsüne hala sadakatle bağlıyım.” (S:28-29) diyerek ortaya koymuştur. Samsunlu Selahattin Tekizoğlu (S.27) gibi cezaevlerinde yatan ülkücüleri açık görüşlerde, özel izin alınabilirse özel izinle 1987-1988 yıllarında Bursa cezaevinde ziyaret eden bir ülkücü olarak biliyoruz ki o gün de ülkücüler üzerinde nasıl ayrıştırırız, nasıl vazgeçiririz çalışmaları yapılıyor, bu çalışmaların etkisinde kalanlar oluyordu.

Hüseyin Koloğlu düşündüğünü söyleyen söylediğine de inan ya da inandıklarını çekinmeden söyleyen birsi olduğunu gösteriyor. 1988 yılı Ocak ayı içinde darbeci Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olarak vermiş olduğu resepsiyona papyon takarak gitti diye eleştirenlere eleştirilerinin doğru ancak “bu yaklaşımda olanların amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Zaten bunlar; davadan Türk Milliyetçiliği düşüncesinden büyük ölçüde uzaklaşmış insanlar. Artık, düşünceyi ters yüz edip, eski ilkelerin hemen hiçbirine bağlılık duymuyorlar.” (S:31) diyerek çile çekenlerin içinden biri olarak acı gerçeği dile getirmiş o günlerde davadan dönme bahaneleri ve yolları arandığının teşhisini koymuştur. Biz daha ötesini daha acısını söyleyelim bu davadan dönenler içinde Namık Kemal Zeybek, Agah Oktay Güner ve Taha Akyol’dan daha dürüst kimse yokmuş. Bunların dışındakilerden bazı vazgeçmiş milliyetçi(!) şahıslar normal zamanlarda ya yine Alparslan Türkeş ile siyaset yapmış ya da yine Ülkücülükten milliyetçilikten dem vuran bir sosyal hayatın menfaatlerinden yararlanmışlarıdır. Aslında Hüseyin Koloğlu kişi olarak Alparslan Türkeş’in eleştirilmez olmadığını ancak onu bu eleştirilere kızmasındaki sebebin “Ama ne yapacaksın ki o bizim inandığımız ve uğruna canımız vermekten çekinmediğimiz davamızın görünürdeki lideri. Bu meselenin çok detaya ihtiyacı var. En azından geçmişi reddedip, kötüleyen kişilere duyduğumuz tepki, bizi biraz daha hoşgörülü davranmaya itiyor.” (S:31) diyerek bazı eleştiri yapanların aslında milliyetçiliği reddettiğini ancak buna rağmen Türkeş’i eleştirerek kendilerine haklı çıkarmaya çalıştıklarını ifade etmeye çalışmaktadır.

Hüseyin Koloğlu’nun “eski ilkelerin hemen hiç birisine bağlılık duymuyorlar” serzenişindeki geçmişi sorgulama gibi görünen bu davranışlar aslında 12 Eylül ihtilalinden önce başlamıştı. Bugünden geriye doğru o günlere dair yaptığımız okumalarımızdan, cezaevinde yatmış okuyup yazan, düşünen ülkücülerin daha sonraki yıllarda dost meclislerinde yaptığı konuşma ve değerlendirmelerden ve Hüseyin Koloğlu gibi daha sonra hatırat yazan ülkücülerin hatıratlarından gördüğümüz kadarıyla ülkücü harekette başbuğ Türkeş’i görmezden gelem 12 Eylül ihtilalinden önce başlamıştı. Bir takım okur yazar Ülkücü Türk milliyetçisi davayı öne çıkararak yaptıkları analizlerle davayı tek bir lidere bağlı kalmaktan kurtarmaya çalışmışlardı. Bu bazı okur, düşünür, yazar tayfasında Dündar Taşer’deki “Alparslan Türkeş’in yanlışı benim doğrumdan daha yeğdir.”, ya da “Alparslan Türkeş bir zorluk gördüğü zaman onu kafasını vura vura yıkar, o engeli aşar, ama ben bir zorluk gördüm mü o engeli bir kere zorlarım aşamazsam vazgeçerim” tarzındaki lidere bağlılık ifadeleri görülmez. Daha sonra cezaevine giren ülkücülerde üç açıdan bu sorgulamalar devam etti. Birincisi Hüseyin Koloğlu’nun ifade ettiği gibi davaya ve ilkelerine kendi düşüncesiyle biraz da vicdan yaptığını düşünerek günah çıkardığını zannederek eleştiri getirenler, ikincisi cezaevlerindekiler sistemin dayatmış olduğu Mevdudi, İbni Teymiye, Cemalettin Afgani vs. gibi dış kaynaklı tercümelere dayanan okumaları yapanlarda görülen sorgulamalar, ikincisi de cezaevine yapılan yardımların dağıtımında ekipleşme gözetilmesi, cezaevine hakim olmak ve dışarıyı dizayn etmek isteyen bu grupların birincisi iyi ya da kötü hala teşkilat tarafından yapılan ve içeride de gözetilen teşkilata bağlılık taraftarlığı ikincisi de yıllar önce dışarıda Alparslan Türkeş’i etkisiz sembolik bir lider  kılma veya başaramazlarsa Alparslan Türkeş’e karşı  ilgisiz davranma, yok sayma yolunu tercih edenlerin organize ettiği dayanışma ve yardımlar. Belki çok etkin olmayan bir teşkilat ve lider bağların zayıflamasına, sorgulanmalarına sebep olan yol “her ülkücünün teşkilat olduğu” söyleminin etkisinde kalanların tek başına hareket etme, geçmişe eleştiri yapma tutumlarıdır diyebiliriz. 

Bu yukarıda sıraladığımız ayrışmalardan farklı bir ayrışmayı da Ahmet Şahin’in hazırlamış olduğu “Galip Erdem: Adanmış Bir Ruh” adlı kitapta galip Erdem’in Turancılık yönüyle ilgili yazılmış yazıda bahsedilen Galip Erdem’in Turancılık Anlayışını İslam’a İnanan Türkler arsındaki birleşmeyi ifade eden Pantürkizm olduğu, siyasal bir birleşme içermediği, dil ve kültür birliğini ifade ettiği, Hüseyin Nihal Atsız’ın Turancılık Anlayışının ise daha geniş Turan coğrafyasını ve kavimlerini kapsadığını ve dini ne olursa olsun Türk soylu kavimlerin siyasi bir birlik-Turan çerçevesinde tek devlet olması gerektiği, hatta bağımsızlığını kaybetmiş Türkler için savaşmamız gerektiğini savuna anlayışların ayrıştığı ifade edilmektedir. Bu ayrışma sadece iki fikir adamının ayrışması değil, Hüseyin Nihal Atsız’ı takip eden Türkçüler ile Galip Erden’i takip eden Türk İslam Sentezcileri diyebileceğimiz gruplarında ayrışmasıdır. Daha sonraları bu ayrışan gruplara Seyit Ahmet Arvasi’nin savunduğu fikirler çevresinde toplanan Türk İslam Ülkücüleri de eklenmiştir. Hüseyin Koloğlu’nun işaret ettiği “İçimizde var olan düşünce farklılıklarından iki kutbu keskin tavırlarıyla temsil edenler ürkütücü geliyorlar. (…) hemen herkes kampını seçmiş gibi. Aynı zamanda sempati ve antipatileriyle taraf olanlar da söz konusu… bizdeki örgütlenme şeklinde, teşkilat gücünü ele geçirenler aynı zamanda bütün etkinliği de ele geçirmiş oluyorlar.” (S:56) gruplanmalar ve cezaevindeki teşkilatı ele geçirmeler yukarıdan beri savuna geldiğimiz ayrışmalara örnek olabilir. Biz cezaevine yardım götürdüğümüzde teşkilattan şuna verin diye tembihlenirdik. Bu bile içerideki güç dengelerini koruma ya da destekleme anlamına gelmekteydi.               

Günlüklerden öğrendiğimiz çok şey var. Mesela bugünün ihtişamlı gördüğümüzü insanların dün ne kadar mütevazı, bugün çok muktedir gördüklerimizin dün ne kadar güçsüz, bugün zengin bildiklerimizin ne kadar fakir ve gariban olduklarını öğreniyoruz. Zaman, makam ve paranın insanları nasıl değiştirdiğine şahitlik ediyoruz. Çünkü günlükler yaşanılan durumu fotoğraflayan, günümüze de değiştirmeden aktaran edebiyat ürünüdür. Değişimi dünü ve bugünü kıyaslayarak yapma fırsatı sunarlar.

Hüseyin Koloğlu cezaevindeki ideolojik tartışmalar hususunda aslında önemli bir noktaya parmak basmış. “Asıl beni yıkan Ülkücü hareket içinde başlayan bitmeyen ideolojik tartışmalar oldu.” (S:58) Görüldüğü gibi bu tartışmalar tartışma dışında kalmak isteyen insanları etkilemekte zaman zaman da davadan kopuşlara sebep olmaktadır. Çünkü tartışmalar ideolojiyi daha iyi bir yere taşımaktan ziyade tarafgirlikleri körüklenmektedir. “Zaten burada yattığımız insanlardan önemli bir kısmı bilinen Ülkücülükten çok farklı şeyler düşünüyorlar.” (S:91) aslında onlar dışarıdayken düşünmüyorlardı. Sadece gençlik heyecanıyla Ülkücü Hareketin içinde yer almışlardı. Cezaevinde de diş mihrakların yönlendirmesiyle gayrı milli düşünmeye başlamışlardı.

Başkan İhsan’la [Barutçu] ilişkilerimiz gittikçe sertleşiyor.” (S:76) diyerek İhsan Barutçu’daki Cezaevi başkanı olduktan sonra meydana gelen değişmeleri anlatan Hüseyin Koloğlu bu eleştiri ile yetinmeyip bizim günlükler hakkındaki kanaatimizi doğrularcasına farklılıkları, farklılaşmaları görüyoruz. İhsan Barutçu uzun zaman eleştirdiği hareket tamamen özgür bir ortamda il başkanlığı yapmış, tam millet vekili olma arifesinde yaşanılan kaset olayları ile savunmuş olduğu İslamcı anlayışa aykırı yaşadığı ortaya çıkmıştır. Hem bir ülkücü(!) olarak hem de İslamcılığı savunması bakımında savunduklarına aykırı yaşayışı ülkücü hareketin fikri bir kusur ve problemi midir? Yoksa İslam’ın eksikliği midir? “Yanılmıyorsam İhsan, Türk Milliyetçiliği düşüncesine pek sempati ile bakmıyor. En azından pratiğine ilgi göstermiyor. Konuşmalarımızdan edindiğim intibada; hele ki toplumumuzda iyice kendini hissettiren İslamcılık yönündeki değişim İhsan’ı sarmalına almış. Buradaki arkadaşların çoğu da bu etkilenmenin altında… Bu gidiş hareket için kaçınılmaz son gibi bir şey. Teori ve pratikteki çifte standartlık ve tutarsızlık, üstelik lider seviyesindeki tavizkar tutum bu sonucu kendiliğinden getirmiş. Bugün birtakım insanlar düşünceye ve harekete büyük ölçüde eleştiri getirip, reddediyorlarsa, bunu oturup sağlıklı bir şekilde yorumlama lazım. Ve bu insanların hepsi geçmişte harekete yürekten inanan insanlardı. Bugün neden böyle oldu? Dışımızdaki düşünce gruplarının etkili propagandaları mı? Yoksa bizim düşüncemizdeki eksiklikler mi?” (S:76-77) Şu yapmış olduğu eleştiri de bile üzerinde düşünülmesi gereken ne kadar husus var. Düşünülmesi gereken huşuların birincisi liderin tavizkar tutumu ki buna evlilik meselesini parti meclisine getirip oylatacak kadar demokrat bir lider varken, ben bu davdan dönersem beni vurun diyen otoriter bir lider de var ama insan oğlu teşkilat ve lidere itaat etmeyip zaman ve mekâna göre kendi bakış açısına göre bir davranış geliştirebiliyor. Sonra da bulunduğu zaviyeden eleştirerek kendisinin haklılığını ortaya koymaya çalışıyor. Bu lidere yapılan eleştirileri Hüseyin Koloğlu’da engelleyemez. Tamamen bir iç itaat ve tabi olma güdüsü ile ilgili bir durumdur. Dündar Taşer’i Alparslan Türkeş’ten daha yetkin olarak görenlerin neden genel başkan sen olmuyorsun? Sorusuna verdiği cevap bunu ispatlar.  İkincisi de teori ve pratikteki farklılıklar aslında İlmi ve İslam’ı kendine merkez kabul etmiş ve milletin menfaatini kişisel menfaatlerin önüne almış bir hareketin teorisinde eksiklik olmaz. Ancak insanların pratikteki amel ve bilgi eksiklikleri otomatikman harekete mal edilmektedir. Halbuki İslam ve ilmi kendine mehaz kabul etmiş hareket beyaz bir örtü gibidir insanların eksiklileri örtüyü lekelemekte belki zamanla karartmaktadır. 

Benim gibi öğrenci olarak cezaevlerindeki Ülkücüleri ziyarete giden ve bugün sosyal medyadan bazılarıyla arkadaş olduğumuz İlker Karagöz (S:80) ve İbrahim Çavuş, Adil Aşkaroğlu (S:83) gibi nice gönül dostu ülkücünün kendilerine vazife edindikleri ülküdaşlarını ziyaret gibi vefakarlıklarını okuyoruz. Aslında bu isimlerin de unutulmaması gerekir. Bu isimler Ülkücü hareketi ihtilalden sonra derleyip toplayan ve her türlü riski göze alan insanlardır. Bursa’da Yurtoğlu Apartmanında kalan Fatih Mehmet Şahin, Gündoğar Manga, Rüstem Boztunç, Yusuf Yılmaz Araç, Mustafa Demir Nuri Hodoğlugil, İsmail Emanet, Fahrettin Taşkın, Ahmet Vakıf Şahin, İbrahim Balaban ve acizane bendeniz hem içeriyle hem de dışarıyla ilgilenmiş inancımız ayakta tutmaya çalışmıştık.

Hep merak ediyordum acaba ismi mahkeme listelerinde olup da cezaevinden çıktıktan sonra ismi hiç duyulmayan insanlara ne oldu diye. Hüseyin Koloğlu’nun günlüklerini okuduktan sonra onların cezaevinden çıktıktan sonra tamamen ülkücü hareketten koptuğu kanaati oluştu. Demek ki cezaevinde başlayan sorgulama ve eleştiriler serbest ortam bulunca bir daha hiçbir irtibat sağlamayacak şekilde onlarım Ülkücü Hareketten ayrışmalarına sebep oldu. Hatırladığım kadar Mısır’a el-Ezher Üniversitesine e kadar gidip Türk anlayışına muhalif bir İslami eğitim alanlar bile oldu. 

Hüseyin Koloğlu cezaevinden İslamcı siyasi akımın yükselişini görerek “Şurası bir gerçek ki Türkiye genelinde olduğu gibi, burada da gün geçtikçe güç kazanıyorlar. Evet, bu onların önlemez yükselişi… Çünkü Türkiye ve Dünya’daki gelişmeler lehlerine. Geçmişte komünistlerin olduğu onlar için de bir uluslararası tecrübe [ve destek] söz konusu” (S:96) diyerek Siyasal İslam’ın yükselişini sadece uluslararası tecrübeye ve bu tecrübeyi Siyasal İslamcıların koyuşuna bağlasa da bizim kanaatimiz bununla yetinmenin eksik kalacağını dış desteğin de söz konusu olduğu yönündedir. Çünkü 12 Eylül ihtilalinden sonra Ilımlı İslamcılık önündeki engeller Darbeci Kenan Evren tarafından ortadan kaldırılmıştır. Kenan Evren’de “Bizim Çocuklar”ın başıdır. 

Hüseyin Koloğlu tam bir teşkilatçı olarak dışarıdan bastırılmış olarak cezaevine gelen kartların üzerinde yazan mesajları okuyunca vermiş olduğu tepkiye cezaevi başkanın içerdeki teşkilat kastederek teşkilatın isteğiyle olmadığını belirten beyanında teşkilatçılık adına yanlış olduğu u ortaya koyarken bu tepkisinin sebebini de teşkilatçılık yanında daha farklı bir gerekçiye dayandırmaktadır. Hüseyin Koloğlu’nun endişeleri “Buradaki insanların her biri elliye yakın kart atıyor. Atılan kartları alan kişiler cezaevindeki Ülkücülerin hangi yönde bir değişim geçirmiş olduklarını anlamış olacaklar. Dolayısıyla politikaların belirlenmesinde bu tür bir anlayış baskı unsuru işlevi görecektir. Hepsinden de öte bir çeşit mesaj niteliği taşımış olacaklar.” (S:103) şeklinde olup Ülkücü Hareketin dışarıdaki takip edeceği politikaların yönlendirilmeye çalışılması ve gerekli yerlere Ülkücüler üzerinden mesaj verilmesidir.

İsmet Altun denen bir hain Derviş Kıncal’ı göğsünden falçatayla yaralayınca daha önceden plan yaptıkları anlaşılan Adil Atsız isimli adi bir suçlu, ülkücülere sığını arkadaş olduğu ve olaydan habersiz Veli Can Oduncu’nun üzerine koşarak elindeki falçatayla yaralamış, daha sonra İsmet Altun ve Adil Atsız ağır yaralı yere düşen Veli Can Oduncu’yu defalarca falçatayla bıçaklayarak ölümüne sebep olmuşlardır. Ne acıdır ki bükemediği bileği öpmesi gerekler kahpelik yaparak onu öldürmüşlerdir (S:109). Bilmiyorum inşallah bu yaptıkları yanlarına kar kalmamıştır. 

Bülbülü altın kafes koymuşlar ille de vatanım demiş, derler ya hapishane altın kafes olamaz ancak Hüseyin Koloğlu’nun anlattığı rahatlığına rağmen bu rahatlığı anlatışından dolayı cezaevinde kalmak istiyor diye anlaşılmaktan korkarak kalma konusuna hemen bir açıklık getiriyor. “Alıştım deyince çıkmak istemiyorum diye bir şey akla gelmesin. Buradan hür bir şekilde çıkmayı o kadar çok istiyorum ki. Neredeyse gençliğim arkada kalacak. Yarım bırakıp (bıraktığım), tatmak istediğim o kadar çok zevk var ki! Vakit çok geçmeden, duygularım değişmeden, bıraktığım yerden yeniden başlamak istiyorum.” (S:127) Aslında insan hürriyeti istiyor. Zaman, mekân ve tercih konusunda sınırlanmak istemiyor ya da istediği zaman istediği yerde istediğini yapmak istiyor.  Başkasının istediği zamanda istediği kadar ancak en rahat bir şekilde yapılmasını istenilen şeyler onu sınırladığı ve tercih hakkını elinden aldığı için rahatsız eder.

Hüseyin Koloğlu aslında herkesin bildiği ancak Ülkücü Hareketin bölünmesine sebep olur, ya da geçmişle hesaplaşıp yanlışları ortaya konuldu derler korkusuyla dillendirilip isimlendirilmeyen daha çok İslami hayat önem veriri hale geldiği söylenen kişileri cesurca “İslamcı” olarak isimlendiriyor. Gerçi isimlendirmekten kaçışın cezaevinden çıkan ülkücülerin çoğunda meydana gelen normale dönüş ve Ülkücü hareket içinde kalmaya devam etmeleri dolayısıyla haklılık payları olsa da gelemeyenlerin adı resmen “İslamcı”dır. Gerçi İslamcı anlayışın hür dünyada da sekürleşerek maddiyyunculuğa -mücahitler müteahhit oldu gibi- doğru evrim geçirdiği günümüzde görülmektedir. “İlan edilmemiş bir savaşta savaşmak zorunda kalmak hiç de iyi bir şey değil. Çünkü mücadele eder durumda gördüğümüz insanlar, zamanında birbirimiz için kurşunlara göğsümüzü siper ettiğimiz Ülküdaşlarımız idi…” (S:131

Hüseyin Koloğlu daha cezaevinde yatığı o günlerde Ülkü Harekete yapılan saldırılar ve iç çekişmeler üzerine yerinde tespitler yapmış ilk ülkücüdür denilebilir. “Bu kadar yoğun iç eleştiriye uğrayan, üzerinde bu kadar oyunlar oynanan, bir sürü imkânsızlık ve talihsizlik yaşayan Ülkücü hareket gibi bir siyasi hareket görülmemiştir. (…) Bizi yıpratan kabul ve reddettiğimiz kavramları yerli yerine oturtamayışımız oldu.  Başka bir deyişle hareketin yaşadığı ikilemleri çözemeyip, netleştiremememiz bizi böyle bir sonuçça sürükledi. Öyle ki, çoğunlukla düşmanları bir yana bırakıp, ideolojik gücü ele geçirme mücadelesini kendi içimizde yapar olduk.” (S:151) Hüseyin Koloğlu burada üç eleştiri yapmaktadır. Bunlardan birincisi dışarıdan üzerimize oynan oyunlar, ikincisi kavram kargaşası veya herkesin kavramlara aynı manayı vererek düşünmemesi, üçüncüsü de ideolojik güç dediği Ülkücü hareketin yönetimini ele geçirme ya da yer alma mücadelesinin açtığı yaralar. 

Günlüğüne yazdığı ancak sonradan günlüğünü okuyacak birilerinin öğrenmesini istemediği dört sayfalık iki yaprağı yırtmış ve bu hususta “ne olursa olsun, ne kadar içten davranmak isterse istesin, herhalde kolay kolay kimse bütün sırlarını açıklayamayız, tüm çıplaklığıyla kendini günlüğüne yansıtamaz.” (S:199) diyerek insanın yaratılıştan gelen bir hay ve utanma duygusunun, bir günah algısının olduğunu bazı durumlarda bu hayanın aleniyete engel olarak kendine bile sınır koyduğunu çok güzel açıklamıştır. 

Aslında Hüseyin Koloğlu’nun kedi beslemesi hata kedileri çeşitli sebeplerle elinden çıktıktan sonra yeni kediler edinmesi hatta ayran bardağının kenarına konmuş sineğin ayranın içine düşmesine üzülüp onu kurtarması ve saatlerce uçması için takip edip yardımcı olmaya çalışması onun merhametli biri olduğunun bir işaretidir. Normalde insan bir yiyeceğin içeceğin içine düşen sineği kurtarmaz, tiksinir ve o yiyecekle birlikte çöpe atar. Ama Hüseyin Koloğlu aksini yaparak sineği kurtarmayı terci etmektedir. 

Hüseyin Koloğlu geleceği daha ilk evresinde 1989’dan 2002-20224 kısmen doğru okuyup doğru görüyor. “Siyasi ayrılıklara düştüğüm eski dava arkadaşlarım ban güvenmiyorlar. Ben de onlara güvenmiyorum. Evet, yıllardan ilan edilmemiş bir gizli ve soğuk savaşın taraflarıyız. Bunun adı güç ve hakimiyeti ele geçirme savaşı. Ben ve benim gibi düşünen birkaç kişi bu savaşı kaybetmek üzereyiz. Onlar hep avantajlı. Kim mi bunlar? Eski Ülkücü, yeni İslamcılar. Aslında bu mücadeleyi kaybetme nedenimiz, bizim mücadele etmeyi bilmiyor olmamızdan kaynaklanmıyor. Bu mücadeleyi 12 Eylül’den sonraki gelişlerle birlikte kaybeden Alparslan Türkeş oldu. Onun kaybediyor olması, bizim de kaybetmemizi beraberinde getirdi.” (S:215) Milliyetçiler kaybediyor, İslamcılar kazanıyorlar. Ancak milli duygulara sahip yeni İslamcılar da kaybetti. Çünkü bir tabir vardır Vahşi Kurt ne kadar evcilleştirilirse evcilleştirilsin eğer bir gün dişine çiğ et, taze kan değerse o eski vahşiliğine geri döner derler. Ülkücülerden devşirilen yeni İslamcılar zannettiler ki biz kulvar değiştirerek İslamcılık akımının merkezine yerleşeceğiz. Öyle olmadı dışarıdan gelenler olarak odanın kapısının ağzında ancak yer bulabildiler. Zaman geldi Türkeş’in ölümündeki sır gibi-çünkü on beş gün önce Almanya’da çekap yaptırmış ve turp gibi olduğu söylenmişti, ancak kalp krizi ile vefat etti- daha sonra İslamcılara yakın ancak söylemlerinde milliyetçilik olan eski ülkücü lider bir suikasta kurban gitti. 12 Eylül ve sonrasında yeni global dünyayı dizayn edenler İslamcılara yaşama hakkı verirken Dünyayı özellikle de İslam coğrafyasını Ümmetçi ve Milliyetsiz bir İslamcılık akımına göre dizayn ettiler. Halkaları Kardeşliğini ve Ümmetçiliği savunalar liberallerle iş birliği yaparak Refahyol ve AKP hükümetleriyle ülkenin yaklaşık son 30 yılını kontrol altına aldılar. Açılım ve Büyük Ortadoğu projelerini savunan bir hükümetle emellerine ulaşmak istediler. 

Montaigne’inin “Denmeler” kitabından “Vermede nasıl bir üstün olma niteliği varsa, almada da bir boyun eğme niteliği vardır.” (S:233) cümlesini aktarmış olan Hüseyin Koloğlu Peygamber Efendimizin “Veren el alan elden üstündür.” Hadisi şerifini hatırlattı bana. Her ne kadar Peygamber Efendimiz bir üstünlükten bahsetse de buradaki üstünlük ahirete yönelik bir üstünlüktür ve sadece kişi infak etmeye teşvik etmek istemektedir. Montaigne’inin söz konusu cümlesindeki üstünlük şişe tamamen dünyalık ve statü ile ilgili bir üstünlüktür. Alan insanı tahakküm altına almaktan bahsetmektedir. 

Hüseyin Koloğlu insani zaaflarını ihtiyaçlarını samimiyetle itiraf ederek, aşklarını duygularını özlem ve hasretle anlatarak bir nebze olsun psikolojik bir ferahlığı yakalamaya çalışmaktadır. Kendisinin de ifade ettiği gibi insanın düşüncelerini yalnızlık etkilemektedir. İnsan meşgul olduğunca ve hayatı başkalarıyla paylaştıkça ortak gündeme yönelir, çabaları o yönde oluşur ancak Hüseyin Koloğlu gibi ayrı bir koğuşta tek başına yaşamak durumunda olanlarda zaman zaman iç muhasebe yapmayı ve şuur altı ile mücadele etmesini gerektirir. Hüseyin Koloğlu “Bu Boşluktan Çıkış Ölüm” (S:241) başlıklı günlük sayfasına 15.05.1989 tarihinde yazdıklarında gelgitlerini kaleme alıyor, kendisiyle bir hesaplaşma yaşıyor.   

Hüseyin Koloğlu’nun tutmuş olduğu “Hapishane Günlüğü”nde iki insan görüyoruz. Yiyen içen, zaafları olan karşı cinse ilgi duyan her insanın yapıp ettiklerini yapan ancak fırtınalı bir hayat süren uçlarda yaşamayı ve düşünmeyi kendine yol edinmiş bir Hüseyin Koloğlu, diğer tarafta ise düşünen, yazan, yazmaya çalışan, okuyan ve siyasi olaylara doğru teşhisler koyan zeki birisi olan Hüseyin Koloğlu. Hüseyin Koloğlu’nun buhranları için teşhis “Yani, Mesele şu; son yıllarda ruhen bir çıkmazın, bataklığın içine sürüklenmişim. İnançlarımı kaybediyorum, kaybetmişim. Bulma, yönünde doğru dürüst bir çabalamam yok.” (S:282) Aslında İslamcı denenlere karşı tek başına savunduğu geçmiş ile hayata tutunması için güçlü bir gerekçe var ancak fikirler cemiyet içinde yaşandığında anlam kazandığı için yalnız kalması bu gerekçenin kendisini hayata bağlamasına yetmiyor, onu karamsarlığa itiyor. Kendisine en az beş on kişilik bir kendisi gibi inananlar grubu oluşturabilseydi, belki de daha farklı psikolojik yapıda bir Hüseyin Koloğlu görecektik. Çözümünü de “Uzun süre boşlukta kalınmıyor. Muhakkak, insan bir şeylere yürekten inanmak ve iman etmek zorunda” (S:285) şeklinde kendi sunuyor. Hüseyin Koloğlu günlüğünde kendi hayatı olan tek bir örnekten yola çıkarak bir psikolog gibi tahliller yaparak analiz yeteneğini de ortaya koyuyor. 

Günümüzde insanlığın hegemonlar tarafından kandırıldığı çok önemli bir konuya Medeniyete, insanlığa ya da hümanizme değiniyor Hüseyin Koloğlu, zaman geçtikçe iyileşeceğine insanlığın yok olduğunu söylüyor. “Kim demiş insanlık sürekli gelişiyor? Gelişen sadece teknoloji… Merhamete, sevgiye, hoşgörüye kim ne kadar ne ekledi? İstenirse bir anda milyonlarca insanı yok edebileceği silahlar yapıldı. Öldürme amaç ve araçları biraz daha modernleşti! Bunların yanında, erdem denilen özellikler, giderek çıkar karşılığında geri adım atmak zorunda kalıyor.” (S:322) Hüseyin Koloğlu sorduğu sorularda haklı. Çünkü insanoğlu için ilkel dendiği zamanlarda ancak bir kişi öldürebilecek savunma silahları varken ilerlediği çağdaşlaştı zamanlarda icat edip geliştirdiği nükleer kitle imha silahları milyonlarca insanı bir anda öldürebiliyor. 

Hüseyin Koloğlu “Özyıl” adlı kızla yaptığı mektuplaşmada zaman zaman insanın kendisine bile itiraf edemeyeceği durumu, “terkedilmeyi” ya da “başkasını kendisi aleyhine tercih etmesini” cesurca itiraf ediyor. Önce günlüğüne yazıyor sonra kitap halinde basılarak binlerce arkadaş veya dostuna ulaşmasına ses çıkarmıyor. Belki ben böyle bir hal yaşasaydım kendime bile itiraf edemez, onun ben tarafından terk edildiğini söyler, insanları onu kendimin terk ettiğine inandıracak bahaneler, gerekçeler uydururdum. Hüseyin Koloğlu’nun cezaevinde yatan ve o an için sosyalitesi kısıtlı bir insana göre medeni cesareti, kendisine olan öz güveni demek ki fazlaymış.

Hüseyin Koloğlu “siyasi düşüncelerim değişmeye” başladı diye adlandırsa da bu kişiliğinde meydana gelen müspet bir değişim olsa gerek. Çünkü hayatı boyunca siyasetin “S” ile ilgilenmeyen nice insan hele bugün 2024 yılında şiddete başvuruyor. Bu tamamen o kişinin psikolojik durumuyla alakalı. “Şiddete karşı pek ilgi duymuyorum. Hatta şiddetin bütünüyle yeryüzünden kalkması gerektiği veyahut insan ilişkilerinde kavgaya, gürültüye varmadan uzlaşma zeminlerinin bulunabilmesini yürekten istiyorum” (S:333) Farkında olmadan da adaletin sağlamayacağından korktuğunu dile getirirken şiddetin sebebini yeryüzünde adaletin sağlanamayışına bağlamaktadır. 

Yukarıda cesur dediğim, benim kendime bile itiraf edemeyeceğim şeyleri yazmış dediğim Hüseyin Koloğlu bunun böyle olmadığını kendisinin de günlüğü yazarken bir sansür uyguladığını söylüyor. “Bir gerçek var ki, o da günlüğümde başkalarının okumasıyla sıkıntı duyabileceğim şeyler yazılı. Ama pek korkmuyorum, bir gün başkalarının eline geçeceği endişesiyle! Yine de onu başkalarından saklayacağım. Çünkü benimkisi “Özel Günlük” tabii ki kendime karşı bütünüyle dürüst olabildiğimi söyleyemeyeceğim. Kendimi hiçbir şeyi gizli tutmadan, tamamıyla günlüğüme yansıttığımı söylemem doğru olmaz. Bazı duygu ve düşüncelerimi yazmaktan çekindim. O duygu ve düşünceler, kendime bile söylemekten çekindiğim şeylerdi.” (S:337) Demek ki biz onun sansür uygulayarak yazdıklarını bile kendimize itiraf etmekten çekiniyormuşuz.

Hüseyin Koloğlu, Cemal Granda’nın yazmış olduğu “Atatürk’ün Uşağı İdim” adlı hatıratını okuyunca “Kimilerince, Kurtuluş Savaşı’nın lideri, bir ‘Türk Milliyetçisi’ olarak propaganda edilen insan bu mu dememek elde değil. Gerçek şu ki; Anadolu insanının emperyalizme karşı verdiği bağımsızlıkçı mücadeleyi, Atatürk ve etrafındakilere sahiplenmişler.”  (S:488) kanaatine kapıldığını bunun sebebi de kitaptaki hayret edilecek, tasvip edilmeyecek şeylerin yazılmasına rağmen bir dahi olduğu ve olağanüstü nitelikleri olduğu şeklinde anlatılması ve bu hayret edilecek, tasvip edilmeyecek şeyleri yazan kişinin de Atatürk’ün sevdiği (S:489) bir kişinin olmasıdır. Ayrıca sol reformistlerin onu devrimci, sağ liberallerin muhafazakâr yanı olmayan bir milliyetçi olarak tarif ettiklerini, Atatürk’ün doğu kökenli Türk kültürünü Batı’nın kültür emperyalizmine açık hale getirdiğini dolayısıyla ne idüğü belirsiz yozlaşmış bir kültürün yaratıcısı olarak algılamaktadır. (S:489)

Hüseyin Koloğlu “Bütün yaptıklarımı inanarak yaptığım için de hiç pişman değil”im (S:491) derken gösterdiği kararlılığı onu hayat hikayesinde cezaevinden sonraki hayatında okuduğumuz Ülkü Ocaklarında ve MHP içinde aldığı görevlerle gösterdiğini görüyoruz. Hüseyin Koloğlu’nu bu MHP ve Ülkü Ocaklarında görev alışı, bazılarının geçmişiyle hesaplaşıp çeşitli yorumlar yaptıktan sonra dönüp gidecek bir yer de yok babından bir yer alış olmadığı göstermektedir. 

Benim deforme (!) olan siyasal görüşlerim” (S:511) diyerek fikirlerinde değişme olduğunu söyleyen Hüseyin Koloğlu aslında düşünüldüğünde cezaevindeki arkadaşlarının fikirleriyle hesaplaştığını ve ülkücü fikirden inhiraf ettikleri eleştirilerini yaparken kendisi için böyle bir cümle kurması insanın cemiyet içinde yaşayan bir canlı olarak ondan etkilendiğini ve onun kadar olmasa da paralel değişimler yaşadığını göstermektedir. Hüseyin Koloğlu aslında yukarıdaki sözüyle ne demek istediğini daha sonraki sayfalarda “döneklik seviyesine inmeyecek bu değişim” (S:520) diyerek, gelişerek değişmeyi kastettiğini yine “Zira zaman ve şartlar, çoğu zaman insanın duygu ve düşünce yapısını şu veya bu biçimde etkileyebiliyor.” (S:519-20) diyerek ortaya koyuyor.   

Günlükte Hüseyin Koloğlu’nda ortaya çıkan değişimi de gözlemleyebiliyorsunuz. Yazarken daha çok içe dönük yamaya başlamıştı ancak sonlara doğru toplumsala ve genele yönelmeye başladı. Hüseyin Koloğlu günlük vasıtasıyla okuyucuyu da bir iç yolculuğa çıkarıyor. Zaman zaman bir psikolog oluyor davranış ve olaylar hakkında hüküm veriyorsunuz. Kendinizin ve yazarın yaşadıklarını soyut kavramlarla iyi-kötü olarak kategorize etmeye başlıyorsunuz. İyi-kötü hükmünü verebilmek için hüküm konusu olan şeyin bireysel ve toplumsal faydasını göz önüne almak gerekir.

Hüseyin Koloğlu şartlı salıvermeden yararlanarak cezaevinden çıkıyor. Evelenip iki çocuklu bir aile de kuruyor. Ama kitap biterken koyduğu ilkokul resmi gösteriyor ki Hüseyin Koloğlu yeniden başlarız biz bu hayata deyip sıkı sıkıya sarılıyor yaşama.

Hüseyin Koloğlu’nun “Bir Ülkücünün Hapishane Günlükleri”ni okudum. Bu benim ilk günlük okuyuşum. Günlükte yazılan toplumsal olan anlatımlara yukarıda mümkün olduğunca temas ettim, ancak özel olabileceğini düşündüğüm ve kitabın çoğunluğunu oluşturan anlatımlardan başka okuyucular veya ilgilenenler ya da ilgisini çekenler ders alabileceği farklı konular da bulabilecektir.  

Hüseyin Koloğlu cezaevinde yattığı yıllara göre yaklaşık dörtte birine denk gelecek 3 yıl gibi çok dar bir zaman aralığı denilebilecek zaman için tuttuğu Cezaevi Günlükleri ve yerinde doğru teşhisleriyle Ülkücü Hareketin üzerine yapılacak sosyolojik incelemelerin daha sağlıklı yapılmasına hizmet etmiş olacaktır.

Biz okuduk ve okurken de haz aldık. Günlükleri yayınlanırken hiç değişiklik yapmadığını “Son Söz” (S:543) ancak Hüseyin Koloğlu’nun cezaevi hayatının bu günlükten ibaret olmadığını okuduk. Ona düşen bu günlükten önce ki yaşadıklarını da günlükte takip ettiği açık yüreklilikle ama bugünde geriye sağlıklı çıkarımlar ve yorumlar yaparak yazmasıdır.

YORUM YAP

escort Bağcılar escort Bahçelievler escort Bakırköy escort Bayrampaşa escort Beylikdüzü escort Güngören escort İstiklal escort Kadıköy escort Sultanbeyli escort Üsküdar escort Avsallar escort Mahmutlar escort Oba escort Mecidiyeköy escort Ölüdeniz escort Güllük escort Kültür escort Ataşehir escort Avcılar escort Başakşehir escort Esenler escort Esenyurt escort Fatih escort Gaziosmanpaşa escort Kartal escort Küçükçekmece escort Maltepe escort Pendik escort Sultangazi escort Ümraniye escort Adapazarı escort Yalıkavak escort güvenilir casino siteleri Yalova escort Muğla escort Aydın escort Çanakkale escort Balıkesir escort Tekirdağ escort Manisa escort Trabzon escort Kahramanmaraşescort Kütahya escort Osmaniye escort Sivas escort Tokat escort Çorum escort Yozgat escort Isparta escort Elazığ escort Ordu escort Edirne escort Erzincan escort Zonguldak escort Rize escort Uşak escort Kırşehir escort Erzurum escort Giresun escort Amasya escort Sinop escort Niğde escort Bolu escort Karaman escort Kırıkkale escort Bayburt escort Ardahan escort Gümüşhane escort Artvin escort Çankırı escort Bartın escort Sinop escort Bilecik escort Karabük escort Burdur escort Nevşehir escort Kıbrıs escort Kırklareli escort Kastamonu escort Düzce escort Aksaray escort Adıyaman escort Afyon escort Arnavutköy escort Bebek escort Beşiktaş escort Beykoz escort Beyoğlu escort Büyükçekmece escort Çatalca escort Çekmeköy escort Eyüpsultan escort Kağıthane escort Sancaktepe escort Sarıyer escort Şile escort Silivri escort Şişli escort Taksim escort Zeytinburnu escort Aliağa escort Balçova escort Bayındır escort Bayraklı escort Bergama escort Beydağ escort Bornova escort Buca escort Çeşme escort Çiğli escort Karşıyaka escort Fehiye escort Marmaris escort Gaziemir escort Dikili escort Menderes escort Menemen escort Torbalı escort Atakum escort Çerkezköy escort Yenişehir escort Bodrum escort Toroslar escort Tarsus escort Silifke escort Mezitli escort Erdemli escort Anamur escort Akdeniz escort Melikgazi escort Elbistan escort Lüleburgaz escort İzmit escort İlkadım escort Çorlu escort Battalgazi escort Yeşilyurt escort Milas escort Ceyhan escort Çukurova escort Kozan escort Sarıçam escort Seyhan escort Emirdağ escort Sandıklı escort Merzifon escort Suluova escort Taşova escort Altındağ escort Batıkent escort Çankaya escort Çubuk escort Etimesgut escort Haymana escort Kahramankazan escort Keçiören escort Kızılcahamam escort Mamak escort Polatlı escort Pursaklar escort Sincan escort Ulus escort Yenimahalle escort Aksu escort Alanya escort Belek escort Demre escort Döşemealtı escort Elmalı escort Finike escort Gazipaşa escort Kaş escort Kemer escort Kepez escort Konyaaltı escort Korkuteli escort Kumluca escort Lara escort Manavgat escort Muratpaşa escort Serik escort Side escort Didim escort Efeler escort Nazilli escort Söke escort Altıeylül escort Ayvalık escort Bandırma escort Bigadiç escort Burhaniye escort Dursunbey escort Edremit escort Erdek escort Gömeç escort Gönen escort Havran escort İvrindi escort Karesi escort Kepsut escort Susurluk escort Büyükorhan escort Gemlik escort Görükle escort Gürsu escort Harmancık escort İnegöl escort İznik escort Karacabeyescort Kestel escort Mudanya escort Mustafakemalpaşa escort Nilüfer escort Orhangazi escort Osmangazi escort Yıldırım escort Biga escort Çan escort Gelibolu escort Karahayıt escort Merkezefendi escort Pamukkale escort Keşan escort Aziziye escort Palandöken escort Yakutiye escort Odunpazarı escort Tepebaşı escort Araban escort İslahiye escort Karkamış escort Nizip escort Nurdağı escort Oğuzeli escort Şahinbeyescort Şehitkamil escort Yavuzeli escort Bulancak escort Espiye escort Görele escort Altınözü escort Arsuz escort Antakya escort Defne escort Dörtyol escort Erzin escort Hassa escort İskenderun escort Kırıkhan escort Kumlu escort Payas escort Reyhanlı escort Samandağ escort Eğirdir escort Yalvaç escort Foça escort Karabağlar escort Kemalpaşa escort Kiraz escort Kınık escort Konak escort Narlıdere escort Ödemiş escort Tire escort Urla escort Safranbolu escort Akhisar escort Alaşehir escort Kırkağaç escort Salihli escort Sarıgöl escort Şehzadeler escort Soma escort Turgutlu escort Yunusemre escort Akkışla escort Bünyan escort Develi escort Kocasinan escort Talas escort Yahyalı escort Gazimusağa escort Girne escort İskele escort Lefke escort Lefkoşa escort Başiskele escort Çayırova escort Darıca escort Afşin escort Dulkadiroğlu escort Göksun escort Onikişubat escort Türkoğlu escort Kızıltepe escort Mut escort Dalaman escort Gümbet escort Datça escort Kavaklıdere escort Köyceğiz escort Menteşe escort Turgutreis escort Ula escort Yatağan escort Fatsa escort Altınordu escort Ünye escort Düziçi escort Kadirli escort Ardeşen escort Akyazı escort Arifiye escort Erenler escort Geyve escort Hendek escort Karasu escort Kaynarca escort Sapanca escort Derince escort Dilovası escort Gebze escort Gölcük escort Kandıra escort Karamürsel escort Kartepe escort Körfez escort Akşehir escort Beyşehir escort Bosna escort Ereğli escort Karapınar escort Meram escort Selçuklu escort Gediz escort Simav escort Tavşanlı escort Doğanşehir escort Bafra escort Çarşamba escort Boyabat escort Kapaklı escort Süleymanpaşa escort Erbaa escort Niksar escort Turhal escort Akçaabat escort Of escort Ortahisar escort Yomra escort Armutlu escort Çiftlikköy escort Çınarcık escort Akdağmadeni escort Boğazlıyan escort Sarıyaka escort Sorgun escort Alaplı escort Çaycuma escort Devrek escort Ereğli escort Kilimli escort Kozlu escort