Musa SERİN
Türk Milliyetçiliği dendiği zaman Erol GÜNGÖR, S.Ahmet ARVASİ ve Galip ERDEM ilk akla gelen güzel insanlardır. ‘’Türk-İslam Ülküsü’’ dendiği zaman S. Ahmet ARVASİ, ‘’ Türk Kültürü ve Milliyetçilik ‘’ dendiği zaman Erol GÜNGÖR ve Türk Milliyetçiğine yöneltilen ‘’Suçlamalar’’ ve onlara verilen cevaplar dendiği zaman da Galip ERDEM hemen akla geliveren isimlerin başında gelir. Türk Milliyetçiliğini elbette bunlarla sınırlandıramayız. Remzi Oğuz ARIK, Mümtaz TURHAN, Osman TURAN, Hüseyin Nihal ATSIZ, Nurettin TOPÇU vs. İsim listesini daha uzatabiliriz. Bizim kuşak bu güzel insanların eserlerini okuyarak Türk Milliyetçiliğini sevdi, Türk Milliyetçiliğine gönül verdi, bağlandı. Gün geldi Türk Milliyetçiliği uğruna canını feda etmekten çekinmedi.
Amacım Türk Milliyetçiliğine yön veren, sevdiren güzel insanları tanıtmak değil, Zaten her Türk Milliyetçisi onları tanıyor ve aşk derecesinde seviyor. Benim maksadım onlardan öğrendiğimiz güzelliklerin yaşayıp yaşamadığımızdır. Galip ERDEM ağabeyin eserlerini yeniden okuma ihtiyacını hissetim, hissettim diyorum çünkü zamanın şuursuzluğu içersinde şuursuzluğun biz Türk Milliyetçilerinin ne kadar etkilediğidir. Düğünümüzde, toylarımızda ve bayram kutlamalarımızda zaman zaman hayıflanıyoruz. ‘’Nerede o eski düğünler? Nerede o eski bayramlar? Diye söyleniyoruz. Asrımızın Dede KORKUT’u Ozan ARİF ‘’ Davul zurna ile kanım kaynardı’’ diyordu bir şiirinde. Ama şimdi davul- zurnayı da unuttuk. Dün düğünlerimizde, nişanlarımızda ve cümle eğlencelerimizde kadınlarla erkekler arasında en az beş yüz metrelik bir mesafe olur, erkekler kadınların oyunlarına bakamazdı. Hatta bazı yerlerde bekçiler olur yeni yetme gençler kadınlara karışacak veya gizli gizli seyredecek olsa hemen yakalar oradan uzaklaştırırdı. Ya şimdi… Bunlar nereden mi aklıma geldi? Tabii ki Galip ERDEM ağabeyin ‘’ Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar ‘’ eserini okurken bir makalede anlatılanlar bana bazı şeylerin üzerinde düşünmeye sevk etti. Makalemi, ‘’YENİLMİŞLĞİN ACISI ‘’ nı anlatıyor:
’’ Uyanış çağının Alman Milliyetçileri, soydaşlarının çoğundaki aşağılık duygusunu yenmek için mücadeleye girdiler. Tarih, dil ve sanat araştırmalarını hızlandırdılar. Geçmişin, her Almanın iftiharla seyredeceği muhteşem bir tablosu hazırlandı. Diğer yandan, Fransız kültürünün tesirlerini önlemek için de münasip çareler arandı, bulundu. Uyanış çağının Alman Milliyetçileri, tarihin kaydettiği en müthiş iki savaştan da mağlup ayrılmasına rağmen, büyüklüğünden hiç bir şey kaybetmeyen bugünkü Almanya’nın asıl kurucularıdır. Almanlar hesabına asla unutulamayacak o milliyetçilerin en büyüklerinden birisi de, ünlü filozof Fichte’dir. Dostlarının dikkatini çekmiş; Fichte’nin ağzından, gayet iyi bildiği halde, Fransızca bir tek kelime çıkmıyor. Bir gün, merak etmiş, sebebini sormuşlar. Fichte ‘’ Milletler arasında iki türlü savaş vardır. Birisi cephedeki savaş, diğeri ve daha önemlisi de cephe gerisindeki savaştır. Cephe gerisindeki savaş milletlerin kültürleri arasında cereyan eder. Cephedeki savaşı kaybeden bir milletin kurtuluş ümidi daima vardır. Ama, kültür savaşını kaybeden bir milletin sonu da gelmiş demektir. Bugün, milletimin kültürü ile Fransız kültürü savaş halindedir. Böyle bir durumda, ne bekliyorsunuz yani, düşman saflarında döğüşen bir asker mi olayım?’’ dediğini belirtiyor ve konuyu Türk Milliyetçilerinin yaptığı fiillere getiriyor:
‘’ Birkaç gün, önce milliyetçi bir derneğin düzenlediği bir eğlence gecesine gitmiştim. Yetkililer, öyle uydurma cinsinden değil, gerçekten milliyetçidirler. Dernek, kısa sayılacak bir süre önce kurulmasına rağmen, çok hizmet etmiştir ve o gece Türk Milliyetçileri bir Türk gibi değil, daha çok Avrupalı gibi eğlendiler. Arif hoca ile Ayhan İnal’ın şiirleri olmasa, ‘’Antepli Şahin’’le ‘’ Ağıt’’ okunmasa, Süreyya Koç nefis bir zeybekle gözlerimize ziyafet çekmese ve gençler, millî şarkı ve türküler söylemeseydi, kendimi yabancı yabancı bir yerde sanacaktım. İngilizce şarkılar ve dans, dans, dans yine dans. .. Önümdeki manzaraya baktıkça içim burkuldu. Pistte olan milliyetçileri, her birini sevip saydığım, benden daha değerli ve daha çok hizmet etmiş olan milliyetçileri seyrettikçe, anlatılmaz bir hüzün çöktü yüreğime.
‘’ Bu ne yobazlık’’ diye öfkelenmekte, ‘’ Dans etmekle milliyetçiliğin ne ilgisi var ?’’ diye sormakta acele etmeyiniz. Ben, gördüklerimin manasını düşündüm. Taassup ne kelime! Semtine bile uğrayamaz. Milliyetçilerin düzenlediği bir gecede eğlencenin ağırlık merkezi dans olursa, bunun bir tek manası vardır. İşte onu düşündüm: Türk kültürü ile Batı kültürü arasındaki savaş bitmek üzere idi ve galiba, yenilmiştik. Yenilmişliğimizin acısını duydum. İsterdim ki, milliyetçiler sonuna kadar direnebilsin. Umutları tükense bile, teslim bayrağını çekmesinler. Yüzyılların emaneti uğrunda, şehitliği de göze alabilsinler… ‘’ Dans etmek bir ilim midir, yoksa fen midir? Acı ve tuhaf: O gece ve başka geceler tam bir Batılıya benzeyen değerli milliyetçilerimizin çeşitli emperyalizmler, hele kültür emperyalizmi üstüne ne kadar doğru fikirleri, nasıl esaslı bilgileri vardır. Bilmem ki, kültür emperyalizminin doymayan midesine yem olduklarını acaba hiç düşündüler mi? İtirazınızı biliyorum: Kültür alış verişlerinin kaçınılmazlığından bahsedeceksiniz. Nerede? Bizimki sadece alıştır, verişi yoktur. Böylesine de, olsa olsa, çok affedersiniz, kültür kazıklanması derler. Sahi, hele son yıllarda, Bilge Kağan’ın buyruğu da, dilimizden hiç düşmüyor. Aklımıza geldikçe: ‘’ Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön,’’ diyoruz. Korkarım ki, kendimize dönüş ne ise ama titremeyi yanlış anladık.’’ ( * )
Galip ERDEM ağabeyin ne demek istediği apaçık ortada. Sokaklarda ve caddelerde yürürken lütfen tabelaların adlarını okuyunuz, acaba kaç tanesi Türkçe. Bir yerden ayrılırken ‘’ babay’’ diyenler, düğün ve her türlü eğlencelerde, eğlenceyi Avrupai bir şekilde balolarda kutlayanlar, Türk Kültüründen ne kadar uzaklaştığınızın farkında mısınız? Kültür emperyalizminin kuşatması altında olduğumuzun farkında mıyız? ‘’ Verişe’’ geçemediğimiz kesin de, inşallah ‘’ alışın ‘’ son safhasına gelmemişizdir. Kafamızı iki elimizin arasına alıp düşünmenin zamanı değil mi? Yoksa kafamızı duvarlara vurmanın zamanı yakın mı, dersiniz? 07.11.2012
( * ) Galip ERDEM
Sosyalizm Ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar, sf.165-166-167
Ötüken Yayınevi – 1975