Ali Bademci
İnanır mısınız şu yazı yazmak işinde ben kendimi hiç beğenmem! Ama bir emek mahsulü olduğu için nedense yazdığımı da bozmak ve o öyle büyük tadilâta yeltenmem veya çöpe de atmam. Kitaplarımda da böyleyim. Elbette 40 yıl evvel yazdığımız şartlarla bugünkü şartlar değişiktir. Biz de değişmekte ve olgunlaşmakta, daha yeni ve güzel bilgilerle teçhiz olmaktayız. Bu hususlar sadece birikimlerimiz değil, sosyal ve siyasi hayatımız ile de ilgilidir. Zaman zaman fikirlerimiz değişmese de kanaatlerimiz değişebilmektedir. Ülkenin düşünenleri olarak kendi kendimizi idare edemediğimiz için bizi bir takım organize merkezler bal gibi bizleri yönlendiriyor, hatta geçmişte olduğu gibi kullanabiliyorlar da. Belki yaşlandığı için Marksizm ve eylemcilikten “Dedeliğe” terfii eden Rıza Aydın kızıp ta, ”Ülkücüler kullanıldı biz ayaktayız” diye itiraz etse de bu o mana da değildir. Osmanlı aydını Mehmed Arif Bey’in 93 harbi için yazdığı “Başımıza Gelenler” kitabının sadece adı bu meseleye ne güzel başlık olur değil mi? Benim ifadem bu yöndedir. Tabii ki her zaman ”Erenler”in başı diktir.
İtiraf edelim ki 1980’den sonra ideolojik guruplar dediğimiz ülkücüler ve solcular cezaevleri veya gözaltılarda birbirlerini daha yakından tanıma imkânını buldular. Bize ait olmayan bu teşhis gerek sağ ve gerekse sol, yazı ve eserlerde gözümüze batacak kadar ifâde edilmiştir. Gerçekten ilk karşılaşmalarında belki ufak terek nahoş hâdiseler olmuştur ama ama ilerleyen zamanlar “provokatör” yahud da “bir yerlerin adamı olmayan” gençler evvela “vatan” sonra da “Türklük” meselelerinde gayet net olarak anlaşmışlardır. Özellikle öteden beri sol guruplar içinde yer alan “Aleviler” için bu tesbit yüzde yüz doğrudur.
Hakikaten meselenin bu yönü özellikle içinde bulunduğumuz zaman için ziyâdesiyle önemlidir. Çünkü milletimizi ayrıştırmağa çalışan gizli veya açık bir gücün varlığından bahsediyorsak milletimizi iyi tanımak ve birtakım ilmi analizleri sağlam yapmak durumundayız. İslâm sünniliği gibi yine eni ve boyu ile islâmi bir mezhep veya yorum şekli olan “Türk alevi tefekkürü”nü zamanının veya zamanımız siyasi hadiselerinden soyutlamak mümkün değildir. Yani herşeyden evvel bizim Alevilik Araplarınki gibi bir ihtiyaçtan değil tamamen siyasi sebeplerden doğmuştur. Horasan ve Türkistan’dan sırf siyasi sebeblerle Türk Moğollarının önüne kattığı Türkmen kitlelerinin Anadolu yarımadasına sıkıştırılması sonu bir sünnî öğreti olan Mevlevilik su yüzüne çıkarken onunla üç aşağı beş yukarı çağdaş olan Hacı Bektaş Veli Selçuklu-Türk Moğolu çarpışmasının ürünü olan Baba İshak hareketi yani “Babailik” üzerine oturmuştur. Belki Mevlâna olmayaydı “Bektaşlik”i sünnî bir karekter olarak görecektik. Çünkü Türkmenler yarım adaya tepki ve siyaset yüklü olarak gelmişlerdir. Anadolu’ya gelenlerin tamamı sünni, hattâ Celâleddin Mengüberdi gibi halifeliği Harezm’e taşıyacak kadar bilenmiş Kangılı-sünnisi olmasına rağmen duygu-düşünce-inanç ve siyasetin tersine dönerek “Babailiğ”e dönüşmesi ve netice olarak “Bektaşilik”de demirlemesi oldukça enteresandır.
Şah İsmail Şiiliği için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. 14.yüzyılın başında İsmail’in büyük dedesi Safiyüddin sünnÎ bir tarikat şeyhidir. Emir Timur’un çok itibar ettiği ve devlet himayesine aldığı Şeyh Ali de Safiyüddin’in torunudur. Sanıyorum Timur’un sünniliğini söylemeye gerek yoktur. Şam’da “Biz Ehli sünnet vel-cemaatız” sözleri ile, bugün devletinin bakıyesi olarak devam eden Özbekler’in ve hatta Tacikler’in silme sünni oluşunu hatırlamak yeterlidir. Şeyh Cüneyd ise Şeyh Ali’nin kızından torundur ve Alevilik âilede onunla başlamıştır. Gerçi İstanbul’a gidip zamanın Osmanlı padişahı tarafından kendine tımar verilen Cüneyd’in kısa zamanda sünnilik dışı bir takım siyasi yönlere meyli görülünce Osmanlı mülkü terkettirilmiş, o da bir müddet Suriye’de dolaşarak burada da barınamamış ve canını Diyarbakır’a atmıştır.
Diyarbakır o zaman Karakoyunlular’ı yenerek muazzam bir devlet kuran Akkoyunlu Uzun Hasan’ın başkentidir ve devlet iyi sünnî bir devlettir. Uzun Hasan’ın dedesi Karayülük Osman Timur-Bayezid meselesinde Timur’un himayesindedir. Yendiği Karakoyunlular’dan Kara Yuysuf ise Bayezid saflarındadır. Bazı kaynaklar Karayusuf’un müfritşii olduğunu yazarlarsa da pek doğrulanmış olmayıp sonraki tarih de bunu teyidetmiyor. Dolayısiyle şunu söylemek isteriz ki Şeyh Cüneyd’in yeni devleti ve üzerine oturduğu geçmiş, ağırlıklı olarak sünnidir. İşte böyle bir ortamda Uzun Hasan’ın gözüne giren Cüneyd onun bacısı Hatice Sultan ile evlenmeyi başarır. Olacak ya, oğlu ve Şah İsmail’in babası olan Haydar’a da Hasan’ın Trabzon Rum İmpartatoru’nun kızı Maria’dan olma Marthaile evlendirmeyi başarır. İşte İsmail’in soyu budur.
Şeyh Cüneyd ile başlayıp Haydar’la devam eden Şah İsmail Şiası’nin oluşumu böyledir. Cüneyd Sünni islâmın parsellendiğini ve hatta Anadolu’nun da Bektaşiler marifetiyle o çembere alındığını görünce İran’a yönelmiştir. Anlıyacağınız bu konuda daha gevşek olan Suriye’de bile kapacak parsa bulamamıştır. Yalnız Anadolu ve Suriye’de kendine taraftar bulmayı başarmıştır. Osmanlı’dan çeşitli sebeplerle memnun olmayan Türkmen kitlelerinin celbedilmesini kolaylıkla sağlamıştır. Çünkü Haydar zamanında eline bohçasını alan Antalya’dan Teke, Toroslar ve Çukurova’dan Çepni, Suriye’den Şamlu vs. büyük Türkmen oymakları çoktan Erdebil yolunu tutmuşlar, hatta meşhurdur ki kendilerine ”Hicaza mı gidiyorsunuz” diyenler “Biz ölüye değil diriye gidiyoruz” gibi sözler söylemişlerdir. Bunun için bir oryantalist, ”Türkemani (Türkmen) zayiftir imani” gibi bir ifâde ile tamamen o zamanın psikolojisini aksettirmiştir.
Görüyoruz ki hem Anadolu Aleviliği, hem de İran Şiası’nda hakim vurgu Türklüktür. Sırf bu sebeplerle devletin kendilerine ait olduğunun idrakinde bulunan Anadolu Alevileri, tekkeleri kapatılmış olmasına ve zaman zaman topraklarında tenkil hareketleri yaşanmış olmasına rağmen Milli Mücâdele’nin ve Cumhuriyet’in göbeğinde yer almışlardır. Çünkü onlara baba ve dedelerinden vasiyet odur ki “Türkçeden başka dil kullanmayasınız. Aman Türkçe ille de Türkçe”.. Bunun için genellikle temiz Türkçe ozanları Alevidir, çünkü “çağırtılar”ı Türkçedir.. İnanın ki güzel şiir yazanlar ve en güzel kusursuz Türkçe’yi konuşanlarda onlardandır.
Şu günde artık klâsik sağ ve sol iflâs etmiştir.. Bu ülkenin yetim ve sahipsiz çocukları olan ülkücüler aleviliğin bilmedikleri taraflarını daha iyi öğrenmişlerdir. 1980 öncesi aralarında alevi nisbeti az iken şimdi çoktur. Aleviler de en azından “Türkçe ve Türklük” vurgusunda ülkücülerle beraberdir. Lütfen hatalarımızı görelim ve millet olarak el ele kol kola ite köpeğe kul olmadan en azından dilimizi hakim kılıp devletimizi bırakmayalım ve kaptırmayalım. İnşaallah ileride yine bu konuda konuşuruz.. Sağlıcakla kalın “ERLER VE ERENLER”…