Birlikte yıllarımızı verdiğimiz her milliyetçinin mutlaka göbek bağı “Türkistan”dır. Oradan bir umut görsek de görmesek de, hatta şimdi Orhun Âbidelerinin civarında yoğunlukla Türk yaşamamasına rağmen bizim bu fikrimiz değişmemiştir. 70 yıllık Bolşevik devrinde durmadan Türkistan’da “Türk” kalmadığı propaganda edilmesi bile bizi sevdamızdan vazgeçirmemiştir. Bugün dâhi o mukaddes topraklarda soyumuzun ifadesini görmesek de, “Anayurt-Atayurdu” mevhumuna muhabbetimiz azalmayacaktır. Dâvâ arkadaşımız her fert için bu böyledir.
1 Ekim 2013 günü ebediyyen aramızdan ayrılıp kendinden önce göçenlere kavuşan, büyük fikir ve dâvâ adamı Ağabeyimiz Muhterem Nevzat Kösoğlu için de, durum tabiî olarak farklı değildir.
O insan, milliyetçiliğin “ülkücülük” olarak sistemleşmesinde ömrünü vermiş ve kitaplarında ölümsüzleştirdiği Ziya Gökalp-Peyami Safa-Galip Erdem-Erol Güngör ekolünün mamur şahsiyeti olma özelliğini fazlasıyla hak etmiştir. Kösoğlu’nun bütün kitaplarında satır aralarında mutlaka bu eğilimleri görürsünüz.
Rahmetli Kösoğlu’nun “Şehid Enver Paşa” adlı hacimli kitabına başlarken “Türkistan” adının gönüllerimizdeki yerinden mi yoksa “Enver Paşa”nın tarihi kişiliğinden mi etkilendiğini çok iyi tahmin edemiyorum. Ama sanıyorum, Paşa’dan etkilenmiştir. En azından, 2007’lerde benden ve elimdeki belgelerden yararlanmak hususundaki isteklerini ve telefonda konuşmalarındaki heyecanı beni bu yönde düşünmeye sevk etmiştir. Kitabında bilhassa ülkücülüğün öne çıktığı durumlarda Şevket Süreyya Bey’i, ne kadar aştığını özellikle “Önsöz” ve “Türkistan’da Enver Paşa” bahislerinde açıkça görmekteyiz. Fakat aradan birkaç sene geçip de, yine bir telefon konuşmasında ağabeyimizin kafasında bu iki mefhumun ifade ettiği anlamın eşitlendiğini ve ikisini de dâvâlaştırdığını görmekteyiz. Bir televizyon programında konunun uzmanı Gazeteci Murat Bardakçı ile dişe diş göze göz verdiği mücadelede gerçekten kendini bu hususta dolmuş birisi olarak karşımızda bulunduğuna şahit olduk.
Sanıyorum 2011 yılları idi. Yine Ağabey bir gün aradı. Dedi ki, ”Ali, Türkistan’da Enver Paşa’nın şehid olduğu mekana en azından bir türbe yapılması için sayın Cumhurbaşkanımızdan uygun görüş aldık. Senden ricamız kitaplarınız dışında makama lojistik olabilecek varsa doküman göndermenizdir.“Nevzat Abi’nin ricası, tabiî ki bizim için emirdir ve hemen elimde bulunan bazı vesikalarla sayın Bardakçı’dan aşırdığım yayınlanmamış dokümanları sahiplerinden izin alarak kendilerine ulaştırdım. Çok geçmeden onaylandığına dair bana müjdeli haberi verdiler. Proje yapılması Prof. Suphi Saatçi Hoca’ya ihale edilmişti.
Sayın Saatçi, lütfederek bana bu projeleri gönderdiler. Ama ben altına Nevzat Abi’ye de iletilmesi kaydı ile bir not iliştirmiştim: ”Bu mekana küçük de olsa şöyle 50 kişinin ibadet edebileceği bir namazgâh koyamaz mısınız?”. Projenin yerinde ilk keşfi yapılmış ve bu son isteğimiz de ilâve edilmiş. İnşallah 2014 baharında inşaatı tamamlanacak olan “Şarki Buhara Çegan Tepesi Enver Paşa Türbesi”, Aziz Şehidin ebediyete intikalinin 92. sene-i devriyesinde açılmış olacaktır.
Nevzat Abi, ölümünden bir ay evvel Türk Ocağı Şubesi’nin davetlisi olarak Adana’ya gelmişlerdi. Burada da uzun uzadıya Enver Paşa konuştuk. Kendilerine malum türbeye bir kitâbe konması gerektiğini, bunun için mezarı başında ve gıyabında yapılan önemli konuşmalar ve o zamanki Buhara Reisicumhuru Osman Hocaoğlu’nun yazdığı muhteşem bir şiirin olduğunu; hatta başka şairlerin ağıtları da bulunduğunu ifade ederek bir dikilitaşa Göktürk-Arap-Latin-Kiril harfleri ve Özbekçenin dışında “Basmacılar” cephesinde mücadele eden diğer boy lehçeleri ile de, ortaya konması gerektiğini ifade ettim. Gerisini bilmiyorum…
İşte ebediyete intikalinden çok kısa bir süre evvel Nevzat Ağabey’in ifa ettiği önemli bir görev. Tarihe geçsin istedim.
Nur içinde yatsın.