12 Eylül öncesini yaşayanlar, bir takım mihrakların, sırf bir ihtilâle zemin oluşturmak için ülkeyi ne hâle getirdiklerini düşündünüz mü? Veya 19 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta yaşanan vahim olayları hiç irdelemeye zamanınız oldu mu? İnceleseniz bile doğru sonuçlara varabildiğinizi hiç sanmıyorum! Bu olaylar sol bir iktidar devrinde gerçekten bir katliamdı. Buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Ama ne yazık ki nankör sol gibi siz de bu olaylardan “Alevî Kırımı” sonucunu çıkarıyorsanız hâlâ yanılıyorsunuz demektir. Evet, bu olaylarda ülkedeki kardeş kavgasına tek yönlü olarak teşhis konup uygulama da yapılınca, mutlaka insanlarda iktidara karşı bir öfke oluşacaktır. Çünkü zamanın Ecevit Hükümeti iç ve dış mihrakların provokasyonu ile işte böyle tek taraflı bir yaklaşımla öfkeli kamplar oluşmasına hizmet etmiştir.
Demokrasilerde devlet her zaman hükümetlerin emrindedir. Yani tecrübeli siyasetçi olan Bülent Ecevit İrfan Özaydınlı gibi bir emekli paşayı İçişleri Bakanı yaparken ordunun bir hazırlık içinde bulunduğunu bilmiyor muydu? Olayların “Faşist” bir tertip olduğunu hükümet sözcüsü olarak açıklayan Hasan Fehmi Güneş’in çıkışlarını hatırlıyor musunuz? Bu Ecevit Bakanı, 12 Eylül’den sonra sonuna kadar ipe giden militanların avukatlığını yapmış ve nice ocağı sönen ailelerin bedduasını almıştır. Yani günün şartları içerisinde hangi “Alevi Katliamı”ndan bahsediyorsunuz? Tarihimizde hangi devirde halkımız Alevî-Sünnî diye kavgaya tutuşmuştur. Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde ancak güvenlik güçleri ile maksatlı kişilerin ayağa kaldırdığı kitlelerle zaman zaman kavga olmuştur? Anadolu’da neden böyle olaylar olmadı? Güney illerimizde yoğun bir Alevi nüfus var meselâ Hatay’da böyle hâdiselerin vukuu bulmamasını nasıl izah edersiniz? Şu anda bile Kahramanmaraş’ta insanlar kardeş kardeş yaşamıyor mu? Mahsunî ile Abdürrahim Karakoç’un aynı ve bitişik toprakların çocukları arasında en küçük bir kırgınlık vaki olmuş mudur? Biri Alevî diğeri Sünnî Ozan’ımız değil mi? Bugün Afşınlı Şerif Cırık ile ağabeyi Elbistanlı Abdürrahim Karakoç’un deyişlerini hem Alevîler hem de Sünnîler şevkle dinlemiyor mu? Hangi Alevî “Mihriban”ı elinin tersi ile itmiştir? Bütün Sünnîler Mahsunî’yi şevkle dinler. Bakın iyisi mi bu bahsi kapatın! Yok böyle bir ayrılık! Anadolu’nun her Türkü’nde bir miktar Alevilik ve çok miktarda da Sünnîlik vardır. Amerikalı gibi konuşup Rus gibi düşünmeyi bırakın! Sahi hayatında en küçük bir Alevî tezahürü bulunmayan Atatürk’ün babasının adı neden “Rıza’dır? Bu isim size 12.İmamı hatırlatmıyor mu?
Bu satırların yazarı şu anda hayatta olan iki meslektaşı ile beraber vahim olayların başından sonuna kadar şahididir. Gerçekten bu olayları “Katliam” dışında bir deyimle ifade edemeyiz. Hatta bu deyim bile zayıf kalır; “vahşet” demek gerekir. Morgda tenasül uzuvları bıçakla doğranmış kadın erkek cesetleri gördük. Yâni bunların hepsi Sünnîlik adına mı doğrandı? İslâm tarihinde ancak “Emevî” vahşetini andıran bu tablolar bizim tarihimizde belki ilk ve son olarak vukuu bulmuştur. Başta da zikrettiğimiz gibi “Pol-Der” adı altında hükümet eşkıyasının zulmüne karşı sadece Kahramanmaraş’ta değil ülkenin her yanında korkunç bir tepki oluştuğu bir gerçektir. Ama sırf bu sebeplerle 1978 Maraş katliamını izah edemeyiz. 12 Eylül’den sonra da devam eden duruşmalarda sanık sandalyesine oturtulan zoraki katillerin ifşaatları ve şahit beyanlarının hiç üzerinde durulmadığı olayların aydınlatılmak istenmediği şeklindeki haklı itirazlarla karşılaşılmıştır. Nitekim 23 yıl süren davaların sakatlığı yüzünden Yargıtay tarafından birçok bozulmalarla karşılaşılmıştır. Ve ne yazık ki 12 Eylül darbesinin en önemli sebebi olarak tarihe geçen bu olayların tarafsız bir tarihi de yazılmamıştır. Ülkemiz bu bakımdan her haliyle yaz-boz tahtasıdır. Şu anda Abdullah Öcalan’ın bile masum rolüne oturtulduğu ülkemizde ne yazık ki bu tip toplumsal tahribata göz yummak eğiliminde olduğumuzu unutmamalıyız.
Kahramanmaraş Olayları’nın elbette sağ görüşlü suçluları da vardır. Bizim gibi olayların ilk günü hâdise mahalline varanların ilk gözlemlediği şey halkın ”Acaba hükümet düşer mi” şeklindeki sorulara muhatap olması sanırım olaylara bakılacak gerçekçi penceredir. Ama hiç kimse ne böyle düşündü ne de halkın bir kesiminin feveranı da olsa anlamak istemedi. Düşünebiliyor musunuz ki, uzun süren yargılamalar sonucunda 68 en önemli sanığın bulunamadığı tespit edilmiştir. Hakikatten bu sanıklar nereye gider? Kimdir bunlar? Rastgele toplayıp yargıladığınız insanların huzuruna neden bu insanlar getirilememiş veya getirilmek istenmemiştir. İşte esas mesele budur. Bu kadar karışık ve şaibeli yargılamalarda işin iç yüzünü bilenler ise verilen idam kararlarının zayıflığından adları kadar emin oldukları için kararlar uygulanmamıştır?
Kahramanmaraş Olaylarının faturası 112 ölüydü. Gerçi 150 rakamları dahi yazılı ve sözlü olarak ifade edildi ise de, gösterilen ve resimlediğimiz gerçek maktul sayısı budur. Rakamların saklandığı, ölü sayısının 500 bile olacağını pompalayanlar da oldu. Ayrıca 200 civarında ağır ve hafif yaralı ile 200 de işyerinin tahrip edildiği resmi olarak yapılan açıklamalardandır. 29 idam 321 çeşitli hapis cezası hükümlülerinin sanırım tamamı sağ görüşlü idi. Anlaşılan yargılamalarda karşıt görüş penceresinden hiç bakılmamıştır.
Olaylardan sonra emekli paşa İrfan Özaydınlı, olayların sebebinin sol örgütler olduğunu söylemiş ve olayların içyüzü ile ilgili mütemmim bir raporu zamanın Başbakan’ı Ecevit’e sunmuştur. Ama ne yazık ki, bu rapor kamuoyuna açıklanmamış, üstelik bakana partisinden büyük tepki gösterilmiş, İçişleri Bakanlığı’na da yukarıda bahsini ettiğimiz Hasan Fehmi Güneş getirilerek olaylar tamamen çarpıtılmıştır. Siz bugün vatan kurtarıcılığına soyunduklarına bakmayın.. Zamanın Aydınlık Gazetesi, uzantıların bilgileri ile yok yere bir sürü insanın yeniden kanına girdiği gibi Adana’da görülen davalara müdahil olarak katılan yine Adana barosu avukatlarından Ceyhun Can (Ölm. Eylül 1979), Hail Sıtkı Güllüoğlu (Ölm. Şubat 1980) ve Ahmet Albay (Ölm.Mayıs 1980) cinayetlerini ülkücülere yüklemekte gecikmemiştir. Gerçekten bu cinayetleri hangi görüşte insanlar işlemiş olsa da olmasa da, hangi mihraklar tarafından yönlendirildikleri işi ifşaa edenlerin bugünkü konumundan bile bellidir.
Bütün bu yazılanlardan bir sonuç çıkarabildiniz mi? Ben vahşetin mağdurlarına da bu olayların vesilesiyle hayatını kaybeden insanlarımıza Tanrı’dan rahmet diliyorum. Olaylarda dahli bulunan bir yerlere hizmette kusur etmeyip de şimdilerde yaptıklarını çekenleri binlerce defa lânetliyorum. Ve size şunları da altını çizerek y ki, 35 sene önceki yazılarıma da lütfen bakın, bu işler öyle ülkücü filân işi değil gerçek anlamı ile bir provokasyondur. iki ihtiyar ihtilalciyi yargılayacağınıza neye bu işi doğru gözle görmemekte ısrar ediyorsunuz. Solun daha başından beri bu işe yanlış baktığını ve provokasyonlara âlet olduğunu yıllardır haykırıyorum. Ülkücüler üzerine özellikle yıkılan Adana avukat cinayetlerini de, ülkücü şahısların işlemediklerini iddia etmiyorum. Yapmışlarsa cezalarını fazlasıyla çekmişlerdir. Ama gerçek suçlular hâlâ aramızda, belki yanı başımızda duruyor. 12 Eylül ile ilgili küçük bir belgesel çalışmam inşallah yılbaşında yayınlanacaktır. Orada yazdım; benim 12 Eylül zindanlarında 105 gün mevkufiyetim sırasında arşivimde bulunan 670 kare orijinal arşivim ve çalışmalarım çalınmıştır. İçeriden çıktığımda harebeye çevrilen gazetede odamda bunları ne yazık ki bulamadım.
35.seneyi devriyesinde Kahramanmaraş olaylarının bir tertip, hem de hain bir tertip olduğu iddialarımı Tanrı huzurunda tekrarlıyorum. bizim Yaşar Okuyan’ın Aydınlıkçılarla dostluklarına da aldanmayın. O hâlâ ailenin küçük oğlu olmaktan kendini kurtaramamış, kart bir yavrusu ve büyük bir hata olarak “Milliyetçiliği” “Ulusçuluk” olarak kötü tercüme de eden bir yabancı gibidir..
Sağlıcakla kalın..