Son zamanlarda gerek Türkiye’de, gerekse Türkistan medyasında “Cedidçilik”in anlam ve şümulü üzerine çok değişik ve değişik olduğu kadar da yanlış değerlendirmeler yapılmaktadır. 20. Yüzyıl başlarından itibaren mezkûr hareketin Türk Dünyası’nı kaplamasına sebep olan Kırım ve İdil Ural Türkleri, bugün medya imkânsızlıklarına rağmen doğruyu ifade etmektedirler. Dolayısıyla Türkistan’ın yeni aydınlarının bu yanlışlığa düşmesinin gerçek sebebi evvelâ Çar, sonra Bolşevik kültür emperyalizmi iken, ülkemizde ise bu konuda en azından müstakil yayınların bulunmaması, bizim gençlerimizi de yanıltmaktadır.
Bu konuda çalışması ve görüşlerine çok değer verilmesi gereken şahsiyet, Sabık Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hocaoğlu’nun oğlu Prof. Timur Kocaoğlu’dur. Hoca, kendisi dilci olması sıfatıyla “Ceditçilik”i daha çok ve haklı olarak edebî yönden inceleyip, buna göre değerlendirmektedir. Bu yönü ile “Ceditçlik”in edebî tezahürlerinde elbette “Milliyetçilik” de vardır. Lâkin bir anlama hatası olarak bu deyim, hiçbir şekilde “Milliyetçilik”in karşılığı olmadığı gibi bir ünitesi de değildir. Çünkü evvelemirde hareketin babası olan Gaspıralı İsmail Beğ, bu hareketi Türk Dünyası’nın bağımsızlığı değil “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” gibi, kültürel deyimlerle ifade etmiştir. Aksi takdirde Çarlığın esaretinde bulunan çoğunluk Türk insanlarının bunu benimsemesi kesinlikle Rus Milliyetçiliği tarafından engellenirdi.
İsmail Gaspıralı, hareketi Türkistan’ın özellikle “Muhtar” bölgeleri olan Hıyve ve Buhara’da çok yakından izleniyordu. Kırım, İdil-Ural gibi Rusların elinde bulunan ve Taşkent-Semerkant-Fergana ile, sonradan teşkil edilen Bozkır Genel Valiliği’nin Türkmen sahrası da “Ceditçilik”e karşı duyarsız değildi. Taşkent, biraz daha şâir ve edebiyatçının kümelendiği bir başkent konumunda olduğu için daha hareketli olduğunu söylemek mümkündür. Buhara’da tıpkı Taşkent ve Hıyve gibi birçok “Cedit Okulu” vardı. Eski bir kültür şehri olma özelliğinden dolayı belki okullaşmada en önemli merkez durumundaydı. Ayrıca biraz benzer olmakla beraber Hıyve’de de, tıpkı Buhara gibi “Ceditçilik”; “Emir ve Han karşıtlığı”, ”Edebi ve Kültürel Yenileşme” ve “Edebiyatta Milliyetçilik” gibi üç kaynaktan besleniyordu.
“Ceditçilik”in bir deyim olarak karşılığı “Yenileşme” demektir. Tabiî olarak böyle bir deyim edebiyattan kültüre, eğitimden yaşama tarzına kadar toplumun bütün sosyal meselelerini içine alır. Bu hareketin çıktığı Kırım ve erken geliştiği İdil-Ural Tatarları arasında deyimin karşıtlığını ifade eden, eski fikirleri muhafaza etmek anlamında “Kadimîlik” çok rağbet görmedi. Çünkü burada “İmamlar” bile Gaspıralı İsmail’in fikirlerine çok ilgi gösteriyordu. Hıyve’nin ceditçi münevverlerinin bir kısmı, iktidarı bir alıp bir bırakan Basmacı Cüneyd Han taraflısı iken bir kısmı ise doğrudan Rus Çarlığı’na karşı olan sosyalist Rus münevverlerin etkisi altında bulunuyordu. Burada Han, Pehlivân Niyaz Hacı çok güçsüz olduğundan aydınlardan hemen hemen taraftarı yoktu. Sırf bu yüzden götürüldüğü Moskova’da, sonradan tıpkı İran Şahı Türkmen Ahmed Şah Kaçar gibi acından ölmüştür. Fakat edebiyat sahasındaki “Ceditçiler” ve Rusya’nın savaştan çekilmesinden sonra en yakın yer olarak buraya canını atan “Türk Zabitleri”[1] arasında milliyetçilerin oranı çok yüksekti. Gerçi Taşkend’de komünist görevli olarak bulunan Mustafa Suphi’nin tesiri altında bu kabil subaylar da bulunuyordu lâkin etkinliklerinin fazla olduğunu söylemek mümkün değildir.
Buhârâ’ya gelince, Muhtar Emirliğin elinde bulunan topraklarda daha hakim durumdaydılar. Hatta Buhârâ İhtilali’nden evvel Emirlik Ordusu, birkaç defa Çar ve Bolşevik ordularını yenmişlerdi. Buhârâ’da Cedit Okulları ve buranın arka bahçesi konumunda olan Semerkant ve Fergana Vadisi’nde, “Milliyetçi” görüşe mensup “Türk Zabitleri” ve “Çeditçi Aydınlar” mutlak bir hâkimiyete sahiptiler. Buhârâ’da Çeditçi okulların başında İhtilalden sonra Maliye Bakanı sonra da Cumhurbaşkanı olan Osman Hocaoğlu’nun eğitim kurumlarını özellikle zikretmek lâzımdır. Çünkü okullar özellikle sahiplerinin paraları ile finanse edilmekte olup devlet katkısı bir yana Emirlik makamında oturan Âlim Han bu okullara şiddetle karşıydı. Mangıtlar’ın son Emiri Âlim Han’ın yanında bulundurduğu “Mansaptar” adı verilen devlet görevlilerin tamamı bu okullar ve “Ceditçilik”in şiddetle alayhindedirler.. Bu sebeple onlara da, “Kadimîler” adı verilmiş hareketlerine de “Ceditçilik” karşılığı anlaşılmak üzere “ Kadimîlik” denilmişidir. Bolşevikler, aydınlar, sosyalistler, milliyetçiler, şair ve edebiyatçılar ile bil-umum yenilik hareketlerini savunanlar da bunlara ve Emir Âlim’e şiddetle karşı oldukları gibi özellikle sosyalistler ve Emir’in mansaptarları Bolşeviklere yardım ve yalakalık yapıyorlardı. Emir, ailesi ve mansaptarların çoğunluğu Mangıt-Kangrat-Karluk-Türkmen, yani büyük oranda Türk Irkının en hâlis unsurlarından meydana geliyordu. Emir’in ordusu da böyle idi. Devlet görevlerinde ve memuriyet işlerinde çalışan Tacikler ise harp etmesini öteden beri sevmedikleri için bu yönleri ile Türklerden ayrılmaktadırlar. Fakat son zamanlardaki Bolşevik baskılarından ötürü Doğu Buhârâ’da Türk Korbaşılar arasında Devletmend Bek gibi çok kıymetli Tacik komutanlar ve ahâli de bulunmaktaydı. Şunu söyleyebiliriz ki, Kadimîlerin tamamı Emirci olmalarına karşılık büyük oranda devlet siyâseti olan “İstiklalci”ler arasında bulunuyorlardı. Fakat kendilerini yönlendirecek aydınları maalesef yoktu. Çünkü “Münevver” demek “Çeditçi” demekti. Çeditçiler’in hemen hemen tamamı “İstiklâlci” idi; lâkin çoğu Bolşeviklere yataklık etmekten de geri durmuyordu. Dolayısıyla Buhârâ münevverleri “Kızılordu”yu da yanlarına alarak Emirliği böyle devirerek “İhtilâl”i başardılar. Onun için hep Bolşeviklere borçlu kaldılar. Timur’dan beri gelen Buhârâ Altunları işte böyle yağmalandı. Peygamber’den beri gelen Buhârâ Türk kültür varlıkları bu ihtilâlden yararlanılarak yakıldı.. Yani kökünden Türklük yok edildi.. Şartlar ne olursa, devletin resmi dili Farsça da olsa Buhârâ Emirliği, Türkistan’ın son Türk Devleti idi. Emir 1920’de Afganistan’a kaçtı. Tabiî olarak oraya varana kadar da nifak tohumlarını saçmaktan geri kalmadı. Korkunç derecede bir “Ceditçi” düşmanlığı ülkeyi kapladı. Kısa aralıkla da olsa, Fergana Vadisi’ni kucaklayan ve başlangıcı tamamen bir Türkistan Aydınları hareketi olan Kokand Muhtariyeti, binlerce insanın ölümü ile ortadan kaldırıldıktan sonra “Türkistan Türkistanlılarındır” sloganı ile ortaya çıkan “Korbaşılar Hareketi” Rusların adlandırması ile “Basmacılar Hareketi“ adı ile 1920’lerde zirveye vurdu. Bu sebeple Buhârâ’da Emirliğin ordusunu da elinde bulunduran Kadimîler’e de, “Korbaşı” denmeye başlandı. Bunların en önemlisi Âlim Han’ın en yakın mansaptarı İbrahim Bek Lakay’dır. Olayların gelişimi en doğru ifadelerle böyle olmasına rağmen haksız yere İbrahim Bey de hırpalanmaktadır. Gerçi hırpalanmasına Enver Paşa’yı bir ay gibi tutuklayarak hareketin dışına atması önemli sebeptir; lâkin daha sonraki hizmetleri ve tıpkı Paşa gibi şehâdeti onu hâfızalardan silmeye engel teşkil etmektedir. Yanlış tarih yazacaksanız, devâm edebilirsiniz. Peki, kim bu Lakaylar ? Kısaca temas edelim:
“Lakaylar” Emir Timur sonrası Türkistan’ında oldukça etkili ve gerçekte Orta Asyalı olmayan batılı bir Kıpçak kabilesidir. Hatta bunlara kabileden öte bir Türk kavmi gözü ile de bakılabilir. Kendileri Cengiz Han’lı yıllarda Mangıtlar gibi çok asil addedilen bir Türk Moğolu hanedan âilesindendir. Tıpkı Hiyve dediğimiz Harezm’deki Kongratlar gibi… Biliyoruz ki, Cengiz’in çok güzel bir kadın olan eşi bu Kongratlar’a mensuptur. Altın Ordu Türk İmparatorluğu ve devamı olan Kırım ve Kazan Devletlerinde kurucu unsur, ya Kongrat yahut da Mangıttır. Altın Ordu batıdan asli mecraı olan Orta Asya’ya doğru çekilirken, Timur sonrası siyasi tabloda Buhârâ ve Taşkend çevresinde Özbek; bugünkü cüzlerde Kazak veya Özbek Kazağı; Fergana’da Karluk Özbeği adını almışlar, Bolşevikler devrinde ise ayrı birer millet gibi Özbek ve Kazak olarak siyasi amaçla bu isimlere bölünmüşlerdir.
Timuroğulları bu batılı fâtihleri kültür bakımından aşağı görürler. Çünkü Emir Timur’un üzerine oturduğu Horasan ve İran menşeli ve yüksek vasıflı Türk Fars kültürü, gerçekte Selçukî Türk Fars kültürünü biraz daha modernize etmiş ve medeniyete çevirmiştir. İşte Uluğ Beğ ve Hüseyin Baykara Türkçülüğü budur ve en güzel meyvesi de Ali Şir Nevâi ve Babur Şah’dır. Babur’un Sünniliği kadar, terennümüne müsaade ettiği Türk Şiası da, milletimizin kalbi duyguları ve en güzel medeniyet şuâlarıdır.
Bunlarla şunun için başınızı ağırtıyorum: Özbeklik daha başta “Bozkırlılık” ve kültürsüzlük demekdir. Onlar sırf tahribat yapmasınlar diye, elini kolunu sallıya sallıya Semerkand’a girmelerine Timuroğulları bilerek katlanmıştır. Dolayısıyla bir Özbek kabilesi olan “Lakaylar” da, işte bunlar veya buna benzeyenlardir. Ama nüfusları gayet kalabalıktır. Tarihini yazdığınız Enver Paşa komitacılığının coğrafyası olan Şarkî Buhârâ’da, o zaman 250 binin üzerinde Lakay yaşadığı ve bunların en az 75 bin müsellah, her türlü tabiat şartlarında savaşan komiteci çıkardıkları kaynaklarımızda vardır. Sırf Bolşeviklere karşı olan mücadelelerinden ötürü Amerikalılar bunlara “Özbek Amazonları” dediği gibi, bu insanları alt etmek için üzerlerinde çalışmanın şart olduğunu Kaufman-Frunze ve diğer Rus generaller Moskova’ya rapor etmişlerdir. Sanıyorum 40’lı yıllarda Sovyet üniversitelerinde bunlar üzerine çalışma yapılmıştır. İşte her fırsatta Enver Paşa merhumun Orta Asya’ya hazırlıksız geldiğini ileri sürenler, Paşa’nın Hz. Eyyüb sabrından da ötede, ona ne için katlandığı ileri görüşlülüğünün izahı böyledir.
İbrahim Lakay’a gelince bu kişi eylemlerini öyle Âlim Han’dan mansıp almak için yapmamıştır. Kendisi daha Hanlık devrilmeden önce yüksek bir mansıp olan Dadhah’dır. Özbek ve Mangıt olmaları dolayısıyla yine bir Mangıt olan Âlim Han için bütün Lakaylar, Emirci yâni Kadimî yâni “Cedid” düşmanı idi ve bu bir iktidar olma mecburiyetinden ileri geliyordu. Sonraki hayatını iyice irdeler ve Bolşevik mahkemelerinde yapılan sorgulamalarına bakarsak o, “Emir” olmak istiyordu. İşte işin aslı budur. Enver Paşa meselesinde ihanet etmemiş midir? Tabii ki etmiştir. Ama o, şartlar ne olursa olsun bir “Basmacı”dır ve” Basmacılık” da Ruslara karşı mücadele demektir. O’un Cedidçiler’e karşı mücadelesi bir var olma ve görev meselesidir. Nitekim “Ceditçilik”in sükûtundan sonra ömrü Ruslarla mücadele ile geçmiştir.
Bugünkü Türkistan’da, İbrahim Bey’e Enver Paşa ve Hacı Sami’den sonra “Başkumandan” gözü ile bakılmaktadır. Bu hiç de garipsenecek bir olay değildir. Çünkü Hacı Sami’den sonra o da Afganistan’a geçmiş, fakat bir süre sonra yeniden Şarkî Buhârâ’ya gelerek mücadele etmiş ve tekrar Afganistan’a geçişinde bu sefer hiç de Türk dostu olmayan Amanullah Han’ın devrilmesinde Habibullah Sakav’ın Başkomutanı olarak görev yapmış ve Afganistan “Saka” iktidarını âdeta o tesis etmiştir. “Sakalar” devrinde ise eski veli nimeti Âlim Han’ı bile dinlememiş ve kısa süren bu devirde onunla da arası açılmış ve Nadir Han devrinde yeniden hortlayan “Abdalilik”den ikrâh ederek tekrar Türkistan’a geçmiş, yeni mücadelede bu sefer yakalanmış ve ailesi ile birlikte 1930’larda kurşuna dizilmiştir. Elimizde bulunan sorgulamalarında hiçbir şekilde tavizkâr davranmamış, aksine tam bir Türk’e yakışır biçimde ölümle dalga geçmiştir. Bugün Tacikistan’da bulunan Özbeklerin %90’ı Lakay’dır. Afganistan’da böyle bir nisab bilmiyorum ama Rusların buradan kovulmasında lokomotif olanlar Özbekler’dir. Afganistan’da bugünkü haşinlik, gericilik gibi kavramları da Lakay olarak düşünmek ve konumuz olan “Mücâdeleyi”de böyle görmek lâzımdır kanaatindeyim.
Lakaylar bahsini yayınlanmamış bir çalışmamdan aktardığım için bazı kopukluklar olabilir. Ama her halükarda yeni bilgiler yüklüdür. Şunu vurgulamak istiyorum ki, 20.Yüzyıl Türkistan Milli Mücadelesi, tek başına bir münevverler yani “Ceditçiler” hareketi değildir. Cahiller ordusu olan Kadimîler kadar, belki de daha fazla “Ceditçiler”, yani aydınlar hata yapmışlardır. Özellikle yine bir “Ümmîler Hareketi” olan ve bütün asır boyunca, günümüzde dahi Türkistan İstiklâli’nin çekirdeği yahut örneği sayılan, Fergana vadisi Korbaşılar veya Basmacılar Hareketi’nin hiçbir kusuru yoktur. Kokand Muhtariyeti de bünyesinde Küçük ve Büyük Ergeş gibi yüzde yüz istiklâlci unsurlar taşımasına rağmen Özbek-Kazak-Kırgız-Yahudi-Rus gibi yerli unsurlar dolayısıyla tıpkı İdil-Ural hareketleri gibi adından da anlaşılacağı üzere bir istiklal hareketi değil “Muhtariyet” talebidir. Halbuki Türkiye’de Hakk’a kavuşan Şir Muhammed Bek liderliğindeki Fergana Basmacılığı ve önce Enver Paşa sonra da her şeye rağmen İbrahim Bey hareketi, yüzde yüz “İstiklâlci” ve “Milliyetçi” bir harekettir. Türkistan’da milliyetçiliğin de, milli mücadelenin de adı budur. Edebiyat, tarihin sadece bir şıkkıdır. Dolayısıyla Ceditçilik, Milliyetçilik değildir ve olması imkânı da yoktur. Milliyetçilik bir milletinin bütün hususlarında birleşilen yabancılarla ortaklığı bulunmayan ve onlardan yardım istemeyen bir harekettir.
Sağlıcakla kalın.
[1] 1.Cihan Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde Ruslar’a esir düşen Osmanlı subayları.