50 yıldır Allah’a hamd ve Gök Tanrı’ya yalvarırım ki ırkımızın bir günlük mutluluğunu görüp ondan sonra ölelim diye. Şahsen bu benim yaşama felsefemdir. Ne anlama gelir, ne ifade eder iyice biliyorum. İfade şeklimdeki şu “Gök Tanrı” deyimini de sakın İslam’a aykırılık diye tefsir edip beni yargılamayın. İnanın ben de sizdenim ve tabii olarak sizin gibi düşünüyorum. Yanlış bir anlama şekli çağrıştırıyorsa “Fantezi”ye hamledin.. Millet ve milliyet aşkını “ayakları altına alan” bir zihniyete karşı isyan olarak da düşünebilirsiniz. Sanki tapusunu almış gibi “Allah” inancını siyasi bir slogan yapanları işte bunun için hoşlarına gitmeyen benim “Gök Tanrı”ya şikâyet ediyorum. Gök Tanrı’nın “Göktaşı” ile başınıza yağmur değil taş yağdırıp size helak ettireceğim. Herkes sevdiği ırkın şefaatine sığınsın olamaz mı? Buna da bir şey diyebilir misiniz? Sahi, gerçekte bunlar arasındaki fark nedir? Netice itibariyle biri siyasallaşarak âdeta “Allah”a sebdeden, diğeri ise kalu-belâdan beri masumiyetini, duruluğunu bütün şecaati ile muhafaza eden kültürel bir deyim. Bütün kâinatın sâhibi olarak, benim “Ulu Tanrı”nın varlığını ifade şeklimden kime ne? Siz her gün bir pislik çıkarıyorsunuz da hep Allah’a havale edip kollarımız bağlı duruyoruz?
Bir cuma günü herkes camiden çıkarken bir delinin içeriye girmeye çalıştığını görenlerin, ”Nereye” sorusuna karşılık, “Size ne Allah’ın evine girmeme de mi karışacaksınız” diyen, belki ben de deliyim! Ama şunu iyi bilin ki, hiçbir deli ne için deli olduğunu bilmezken, ben ırkımın ve milletinin sevgisi ile şuurlanan akıllı bir deliyim! Beni mahkûm edip Hallac-ı Mansur gibi derimi mi yüzeceksiniz? Öyle yağma yok; çünkü benden daha deli ölçülerde “Delikurt” vardır. Siz bakmayın kitlelerin sustuğuna, milletin inanır göründüğüne! Hiç inanç ve iman susar mı? Kafalı Hoca, bir konferansında mealen,“Oğuzlar’ın Türk kavimleri içinde çoğunluk asırları, Türklerin en mes’ud yıllarıdır,” demişti. İşte Anadolu o “Oğuzlar”ın öz yurdudur. Bu topraklar da Hz. Peygamber’in ilk Türklerinden; Hoca Ahmed Yesevi’nin Alperenleri’ne, oradan Türk Moğollarının sürüklediği Harezm Kangılıları’na kadar, nesebi Tanrıdağ’ın “Diklitaşları”ndaki “Oğuzlar”a kadar çıkan mübarek insanlar yatar. Mutlak, Bilge Kağan ile Külteğin ve akıllı Vezir Tonyukuk’un kemikleri de buralara kadar ,”Türk ve Oğuz Beğleri” olarak taşınmıştır.
Esasında bu yazının başlığı neydi biliyor musunuz? ”Ne zaman Ölmeliyim”.. Biraz şahsiyet yapmak şeklinde anlaşılacağı için yukarıdaki hâle getirdim. Şimdi biraz daha ileri giderek “Sahi Ne Zaman Ölmeliyiz” dersek ne cevap vereceksiniz? Bunun cevabı kolay! Yatanlar kalktığı zaman.. İşte o zaman bugünkü münkirliğin hesabı verilecek “Mahkemeyi Kübra” kurulacak.. Kim olursa olsun işte o zaman hainler ceza yiyecek. Ama, o zaman şâhid sıfatıyla suçluları yine bizler teşhir edeceğiz. Türk Irkı yokmuş! Alparslan’ın ordularında bin bir millet varmış! Hadi oradan budalalar.. Peki olmaya oldu da Hz. Peygamber’in ordusunda da, bugün hayranlık gösterdikleri nankörler da var mıydı? Bu malum Ekrad’ın, en makbul tarihi etnolojik kaynağı olarak kabul edilen Şerefhan’ın Şerefname’sinin M. Emin Bozarslan tarafından tercüme edilip Yönem Yayınları arasında 1971’de çıkan eserin 27. sayfasında Buğduz Beğ adlı bir Kürd’ün şahsında bu yaratıkların Hz. Muhammed tarafından lanetlendiği hususu yeralmaktadır. Bundan haberdar mısınız? Yeri gelsin gelmesin Hz. Muhammed’in adını ağzından düşürmeyenler bunu görmediler mi? Ne benim yalanım, ne de başıma vurmuş şoven duygularım bunları söyletmiyor. Aslında şu satırları yazarken bin kere düşündüm; acaba masum kardeşlerimizden ayıp olur mu diye?.. Ama düşündüm ki bize karşı ayıp olmuyor mu da, neden bu rezaletlere Kürt kardeşlerimiz âlet edilirken içlerinden biri çıkıp da Türklerden ayıp değil mi diye sormuyor? Evet, o yatanların dirildiği gün biz ölmeliyiz, diyorum. Bu benim dileğim.. Bizim olmasına müsaade etmediğiniz, sizin camilerde de ellerimi açarak Huda’ya dua ettim. Böyle dua olur mu demeyin? Neden olmayacakmış? Ne at, ne avrat, ne de servet istemedim diye mi dua olmuyor? Bari ona da bir izah getirin de yanlış yapmayalım? Zaten camiler de, haftada bir gün bile siyasi hutbelerden ötürü çekilmiyor Beğler. Bu gidişle sırf inat olsun diye Aleviler gibi bizler de yeni camiler yapacağız.. Adlarına da başında “Türk” yazan isimler koyacağız..
İlahi mahkemeleri görmeliyiz ve göreceğiz. Yalan söyleyen ve Hz. Peygamber’in telaffuzu ile müjdeler verdiği ırkı inkar edenlerden davacı olup da, kara toprağı ondan sonra yutacağız.. Peki başka? Başkası da şu ki, biz hangi konumda olursak olalım ülkücüyüz. Öyle yetiştirildik ve böyle terbiye aldık. Ülkücü olmak gibi bir kazancımıza karşılık neler kaybetmedik ki? Bırakın istikbâlimizin yok olmasını da, zenginliği de, şöhreti de.. Ne de olsa bunlar Alperenliğin zehiridir. Biz bir dünya istemiştik ki Tanrı’dan çocuklarımız ölmesin, yuvalar yıkılmasın, geride yetimler kalmasın diye.. Nice şehidler vermedik mi? ”Şehid cenazesi gelmiyor” diye şimdilerde durumdan vazife çıkarıp hikmeti kendinden menkul şahısların propagandalarına bakmayın siz! Bunun bir aldatmaca olduğunu anlatın. Yıllardan beri Kıbrıs için yazılan “Ver Kurtul” reçetesinden farklı değildir bu tavsiyeler. Siz işin aslına bakın, önce farzı görün, ondan sonra sünneti düşünün!
Ülkücüler eteklerindeki taşları dökmelidir. Milliyetçiliğin artık bu ülkede kazanı taşırması gereklidir. Helâl reylerini harama çevirip güya “Milli Görüşü” iktidara taşıyanlar artık kendine gelmelidir. İşe yaramaz sandığınız, ona buna küserek heder ettiğiniz bir oyunuzla size nasıl her gün on beş vakit küfredildiğinin artık farkında değil misiniz? Al birini vur ötekine.. Bunların Özal’dan, hatta cuntacı paşalardan ne farkı var? Paşalar, 12 Eylül’de bize 5 vakit kötek attırdılar; bunlar günde yirmi dört saat milleti inletmiyorlar mı?
Ey Türk Oğuz Beğleri.. Milletim.. Aciz kulunuz şahsen bunlar gittikten, milliyetçilerin bir günlük iktidarlarını gördükten sonra ölmek istiyor. Gerçi ölümü görmek mümkün olan elimizdeki bir şey değil ama, seçimler sonunda eğer MHP kaybederse mutlaka bir daha öleceğiz.. Türkeş ne demişti:
”Yer Beni.. Yer Beni..
Ben Bu İşin Üstesinden Gelemezsem,
Kara toprak Sinesine Sığdırmaz,
Yer Beni”…
Yarınlarınız aydınlık olsun.