Son iki yazımıza camianın yoğun ilgisi, bize bir şeylerin yanlış olduğunu ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Mahalli seçimlerdeki bunca gayrete rağmen tatmin edici bir sonucun ortaya çıkmaması da aynı şeyi ifade etmektedir. Adana ve Mersin’deki patlamanın Türkiye tablosuna aksetmemesi, meselenin üzerinde bir hayli çalışılması gerektiğinin “Alarm”ını veriyor. Demek iyi gitmeyen bir şeyler var; bunları bulup çıkarmak ve ortaya koymak gerekiyor. Tabiî olarak böyle bir mesele görev addedilip masaya yatırılırken herkesin üzerine düşen görevi bulunduğu konumla orantılı bir zaviyeden sorgulaması gerekiyor. Yoksa itişip kakışmakla, kuru kuruya tenkit etmekle, ona buna çamur atmakla mesele çözülmez. Netice itibariyle insanların meydana getirdiği ve değişik kanaatlerden oluşan “siyasî oluşumlar”ı birer sosyal varlık olarak şarttır. Bu itibarla, varsa problemlerin çözümü ve başarıların değerlendirilmesi, ancak böyle sosyal incelemelerle ortaya konabilir.
Toplum hayatında “Fetret” geçici bir süredir. ”Bunalım” teşhisini fert seviyesine indirgersek, anlık bir zaman dilimi ve “Fetret”in en küçük aksülameli aklımıza gelir. Bu iş bir asır devam etmez. Ülkücülük üretken ve bulunduğu kap içerisinde sürekli genişleyen bir toplumsal harekettir ve bu genleşme hiç durmamalıdır. İşte “Büyüme” dediğimiz seyrüsefer de ancak böyle açıklanabilir. Bana göre “Ülkücü Camia”, daha 1980 bunalımını aşamamış ve hiçbir şekilde normal hayata dönülememiştir. Bu konuda ilk çalışmaları yapan rahmetli Galip Erdem, demek ne kadar haklıymış! Son günlerinde bile sürekli olarak siyaset kurumuna karşı camianın normal hayata dönmesini istemiş ve katiyetle cezaevi kapılarından ayrılmamıştır. Yıllar içinde normalleşmenin siyaset cephesi içinde gerçekleştirilmeye çalışılması, demek arzu edilen sonucu verememiştir. İşte asıl mesele budur. Şimdi bu boşlukların disiplin ve teşkilâtın gerçekten sevecen ve dürüst çalışması ile ancak kabil olacağına inanıyoruz. Türkiye’nin sosyal tarihi bu örneklerle doludur. Ülkücülüğün handikabının, büyük ölçeği şeklinde olan “Devlet”e karşı başkaldırılarda, adı ne olursa olsun, “Türk Devlet Şuuru” karşı olanlara bile şefkatle davranmış ve problem bu şekilde çözülmüştür.
Dünkü yazımıza MHP Genel Başkan Başdanışmanı Tarihçi ve Gazeteci kimliği ile tanınan Sayın Şükrü Alnıaçık müdahil olmuş. İkazlarında pek haklı; kendilerine teşekkür ederek yazı altında kısa açıklamada bulundum. Lâkin bu “Duhul” meselesi bizce çok önemlidir. En büyük eksikliğimiz birbirimizi dinlemememiz ve hep aykırı görüşler serdetmemizdir. Birbirimize katlanamıyoruz. Millet ve toplum olarak da böyleyiz. Bizim “Akademisyenler” bile birbirini okumadığı için “Akademi” dünyamızda birlik ve beraberlik sağlanmaz. Ne yazık ki birbirine sormak yerine bizim gibi ehliyetsiz amatör çalışanlarla görüşlerini paylaşırlar.
Ben Genel Başkan Başdanışmanı olsaydım, her şeyden evvel bulunduğum makam gereği, dün yazdığım “Üye Kaydının Silinmesi” meselesini sorgular, böyle içe dönük fesat üreten insanları buldurur, gerekli ihtarı yaptırırdım. Birkaç sefer böyle basit operasyon yapılsın, bir daha kimse bu tip işlere tevessül etmez. Âcizane bir pratisyen hekim olarak hastalığı keşfetmişiz de, şimdi hastalığın tedavisi devresinde mütehassısın acil müdahalesi gerekiyor.
“Aksakal”lara gelince, şüphesiz bunlar içinde de camiada olduğu gibi, hala bunalımdan kurtulamayanlar olabilir. Hepsi ülkücü ama çoğu hareketin katalizör unsuru olmaktan imtina ediyor! Neden? Yani bunlar çok mu hırslı insanlar? Böyle oldukları söylenemez; lâkin yetişmiş, kâmil insanlar oldukları ve belli tecrübelerden geçtikleri de bir gerçek. Bu insanlara şimdi ihtiyaç yok da ne zaman olacak? Ülkenin ve milletin durumu ortada: Millet yanıyor azizim, yanıyor; tarihi, kültürü, şuuru, dini ve misyonu ile mahvoluyor! Bu kadar ihaneti, sırtımızı sıvazlayanların nasihatleri ile örtmek ve hatta sabırla bekleyerek çözmek mümkün değildir. Yarınki nesillerin ülkücülüğü nasıl tarif edeceklerini, Türklüğün düştüğü durumu nasıl yazacaklarını şahsen merak ediyorum. Ülkücülük, fukara, çarıksız, bizim gibi 40 kuruşla cezaevine giren, darağacında “Son Arzunuz Nedir” diye sorulduğu zaman, ”Kimsem yok. Bir anam var, babamı öldürdüler. Söyleyin, anam sütlü ineğini satmasın. Bacılarım rezil olmasın. Artık harçlık istemiyorum,” diyenlerin dünyaya kafa tutuşu idi. Bu insanların gazilerine “Aksakal” diyoruz. Dostum bunları kurda çakala ezdirmeyin. Sizin de, ülkenin de daha onlara çok ihtiyacı olacak.
Şahsen, Tanrı’dan şu dileğimi tekrarlamak istiyorum: yarınki nesiller bizleri sıradan kabadayılar olarak tanımasın. Hele yumurta topuklu “Tahsilâtçılar” ile birlikte de anmasın. Bir kahpelik olan müfterilerden Allah esirgesin. ”Aksakal”lar, son devirde Türklüğün kaderini değiştirmiş ve Türkiye’nin Sovyet uydusu olmasını engellemiş, üstelik çökmesine sebep olmuştur. Misyon budur. Tıpkı İmparatorluğun son devir Türkçüleri gibi. ”Aksakal” gerçek anlamda bir “Derviş”tir. Yanlış yapan varsa bir an evvel dönmelidir. Tabii ki onların yeri ve tek “Ocağı” MHP’dir. İşte eksikliklerimiz varsa bunları görmeli, kötülüklerden arınmalı, “Dönüş” ve “Bululşma”yı bir an evvel başarmalıyız.
Hareketin emanet edildiği insanlar, “Kiracı” değil “Mülk“ sahipleridir. Seçilmişinden atanmışına kadar hepsi bu mülkün idaresinden sorumludurlar. Fikren veya zikren pislikler varsa temizlenmeli ve vakit geçirmeden eğitime yönelinmelidir. Bunalımın ilk zamanlarında, o eşsiz insanlar, bu işleri defaten yapmışlardır. Hiçbir şekilde kâmil olmayıp da gidenlerden ötürü nadim olmamış, lâkin kâmil insanların da peşini ve ensesini bırakmamıştır. Ne yazık ki, şu anda böyle bir şey yoktur. Hatta çoğu zaman başta hareketin lideri olmak üzere, birçok ilgiliye ulaşmak mümkün değildir. Dedikoducu türedilerin çoğalmasının sebeplerini burada aramak lâzımdır. Aradıkları kişilere ulaşamayanlar, hemen tenkide ve tevatüre başlıyorlar. Bunların bir şekilde dinlenmesi ve gönüllerinin okşanması şarttır. Hiçbir şey yapılamıyorsa telefon denen âlet insanları yakınlaştırmıştır. Bir hal hatır sormak bile çoğu zaman yeterlidir. Eskiden liderlikleri buna bağlarlardı. Demirel, belki bir Allah vergisi olarak, insanlara hep kendi adı ile hitap edermiş. Hiçbir şekilde ülkücü çizgiden ayılmayan insanlar, ülkücü olmayanlar tarafından aranıp sorulduğu zaman gönlü rahatlıyor ve belki de kişi başka tarafa kayıyor.
Çok telaffuz ettiğimiz “Alperenlik” müessesesinin mutlaka çalışması gereklidir. Ülkücüler arasındaki mesafe kalkmalıdır. Herkes birbirini adam gibi sevmeli ve birbirine katlanmalıdır. İşte ideolojize olmak budur. Bu duygularla “Allah’a Emanet Olun”; sakın birbirinizden ve Tanrı’dan uzak durmayın. Bu herkes için geçerli bir duadır.