Arap olmayan Türkiye-İran-Asya-Avrupa Müslümanları, istediği kadar destek versin; Suudi-Katar-Emirliklerin milyarca dolarları havaya savrulsun, Türkçe “kafatasçılık” anlamına, Araplarda bu “kabilecilik”i devam ettiği müddetçe Arap Müslümanlığı artık bir mevtadan ibarettir. Siyasî tavır ve hareket olarak bu gerçek, on sekizinci yüzyılda Maliki Sünnilikten kaynaklanan Vehhabî – Selefî sürülerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kutsal Mekânları istilâ ve işgalleri taşları yerine oturtmuştur. Tam bu sırada petrolün ortaya çıkışı ve âdeta Arapları bir daha test etmek için ihsan edilen asrın nimeti, onları daha da kudurtmuş ve böylece ahlâktan yoksun bedevinin hâkimiyeti ile Arap Müslümanlığı bitmiştir.
Aslında Arap Müslümanlığının bu tükenişi, daha 1258’de Abbasî Arap Hilâfetinin, Türk Moğolları tarafından ilgası ile ortadan kalkmıştı. Fakat çok geçmeden Mısır’a taşınan ve burada yeni Müslüman olmuş, Çerkezlere kadar düşen Hilâfet, Yavuz Selim tarafından tarihi nostalji olarak İstanbul’a taşınmıştır. Gerçi Hz. Muhammed’in kutsal emanetlerini paketleyip Türk İmparatorluk merkezine getirmesi bile bir Mısır istilasını değmiş, hiç olmasa Müslümanların ortak malı ve Tanrı emanetleri kırılmaktan, heba edilmekten kurtarılmıştır.
Osmanlı’nın Selçukilerden itibaren gövdesini Arap ülkelerine koyması, yüzünün bir tarafını şarka bir tarafını garba dönmesinin yarattığı bunalım belki Arap Müslümanlığının ömrünü uzatmış, fakat Osmanlı siyasetinin, batıda “Rönesans” ve “Reform” hadiseleri gibi insanlık tarihinin en önemli sosyal ve iktisadi gelişmelerine yeterince ehemmiyet vermemesi ile sonuçlanmıştır. Öyle ki, yüz yılı yiyen Tanzimat bile Osmanlı’yı batının ulaştığı yere kavuşturmaya yetmemiştir. Bu sebeple bunalım gittikçe ağırlaşmış, ne sahip olabildiğimiz ne de kurtarabildiğimiz Arap Müslümanlığı, devlette önce Müslim unsurlardan ağır yaralar alarak 93.Harbi’nde, devletimiz Avrupa topraklarımız ile birlikte nüfusumuzun da yarısını kaybetmiştir. Ne yazık ki tamamıyla bizden olan ve bize karşı şımarmayan Slav unsurlardan olan “Boşnaklar”ı dâhi koruyamamışızdır! Ölesiye kültürümüze kaynayan Arnavutlar bile Arap Müslümanlığından cesaret alarak devlete karşı başkaldırmış ve netice de almışlardır. Şimdilerde Avrupa Müslümanlığı geçmişini çok arıyor, ama Arap Müslümanlığına feda ettiğimiz ve “Evladı Fatihan” dediğimiz Müslümanlar, Bektaşi Balkanları da bitmek üzeredir.
İslam içerisinde Türk enerjisinin tamamını ne yazık ki ilk Dünya Savaşı’nda harcadık. Mısır-Suriye-Irak-Hicaz cepheleri! Bu kadar insan ve kahraman potansiyelini yaratıp ortaya koymak herhalde Allah’ın kimseye lütfetmediği bir fırsattır. Türkülerimiz “Mehmed”le başlar “Yemen” ile biter! Aydınlarımızın zindanı bile “Fizan”dadır. Dört cephede de “kavmi necib” tarafından arkadan hançerlenmemiz kimin umurundadır? Bütün bu sebeplerle zavallı ana kucağı Anadolu’da, aradan bir asır geçtikten sonra hiç büyük dedesinin adını bilen var mı? Araplar Siirt’te şecere tanzim edip asaletlerini ortaya koymaya çalışırken, ”Türk” adını bile ağzınıza aldığınız zaman dışlanıyorsanız, bu kafadaki insanlarla aynı Tanrı’nın kulu olmaktan utanmıyor musunuz?
Başta Ankara ve İstanbul’da “Gazze” protestoları var; neden Suriye-Mısır-Irak-Suudi Arabistan-Katar-Ürdün-BAE’nde böyle bir şey yok! Kırıldılar mı? Şu anda çağrılsa 80 milyon Türk insanı Gazze’ye akmaz mı? Şahsen içimiz yanıyor, ama bir Türk olarak adımızla çağrılmamayı bile içimize sindiremiyoruz! Şahsen ümmetçi bir göz ve direktifle ben Gazze’ye gitmem; çünkü “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü” meselini hatırlıyor, bu topraklara yeteri kadar Türk kanı döküldüğüne inanıyorum.
Hoşça kalın.