Türk töresinde ölülere ne kadar kıymet verildiğini çok iyi biliyoruz. İslâm öncesi inançlarımızı tetkik edenler özellikle “Şamanizm” üzerine son yıllarda araştırmalarını derinleştiren İrene Melikofi, Micea Eliade gibi oryantalistler Türkler’de “Ölü” mefhumu üzerinde önemli tesbitlere ulaşmışlar ve bu kıymetlerin sosyal hayatı ziyadesiyle etkilediği sonucuna varmışlardır. Aynı gerçeği son yıllarda ükemiz ilim adamları da hamasetten kurtularak vurgulu sosyolojik tesbitlere ulaşmışlardır. Herşey bir yana sosyal tarihimizin en önemli kıymetleri olan Orhun Abideleri’nde “Oğuzlar”ın, Kaşgarlı’da da Müslüman Oğuz anlamına gelen “Türkmen”in deyiminin ne derece üzerinde durulduğunu açık görürüz. ”Oğuz“ veya “Türkmen” oluşumunun Türk Irkının direği olduğu ileriki altın yıllarda yaşanarak görülmüştür.
Bahis konusu belli bir medeniyet coşkusu yaratmış olan Irak Türkmenleri olunca ölülerine Türklüğün zuhurundan beri değişmeyen, olağanüstü kıymet verdiklerini söylemeliyiz. Her ne şekilde olursa olsun ölümlerdeki kalabalık ve tören adabı dolayısıyla düğünlerden daha izdihamlıdır. Bir evde ölüm olduğu zaman hemen kadınlar bağrışmaya başlar; bu iş tamamen ağlamalardan ibarettir ve kafiyeli yakarışlar dizelenir. Bu Türklerde çok eski bir gelenektir. Buna Türkmenli’nde “Fizzah” derler ve dolayısıyla ölü evini hiç yalnız bırakmazlar. Dini vecibeler yakınları ve komşuları tarafından yerine getirilir ve ölü evine hiçbir külfet yüklenmez. Sabun, kefen, koku, lif, ısıtma kabı ile oduna kadar bunlar sağlar, mezarı bile onlar kazdırtırlar. Yıkanıp kefen giydirildikten sonra artık iş bitmiş sayılır. Yıkama işlemi genellikle evlerin avlularında ağaç, sofa, çardak gibi etrafı tamamen kapatılmış yerlerde yapılır. Başı bağlanmadan evvel yakınları son defa cenazeyi görür. Daha sonra genellikle mezarlık kapısında bulunan musalla taşına konan cenazenin namazı eda edilir ve cemaatle yüksek sesle helalleşme yapılır. Sıra defin işine geldiği vakit cemaat halinde selâvatı şerif ve tekbir sesleri arasında her adımda tabut taşıyıcısı değişen bir yardımlaşma ve saygı ortamında mezarlığa götürülür. Cenaze toprağa Kur’an edası ile indirilir ve hemen hemen gücü yeten herkes toprak atar. Defin bittikten sonra mezar üstüne başta murt olmak üzere güzel kokulu bitkiler konur ve çiçekler dikilir. Ağaç dikim zamanı da mezar başına bir selvi ekmek adettendir. Mezarlık çıkışında taziye meclisi durur ve önlerinde uzun taziye kuyrukları oluşur. Taziyeye evde de devam edilir ve her akşam Kur’an okunur. Bu iş yedi gün devam eder; bu zaman içinde cenaze evi yemek pişirmez, yemekler komşulardan sinilerle getirilir. Taziyeye gidilmemesine çok gücenilir. Ölümün kırkıncı günü mevlid okutulur ve dualar edilerek cenaze evi tarafından yemek ikram edilir. Bayramlardan bir gün önce mezar ziyareti şarttır. Bu günde mezarlık adeta maşer gününe dönüşür ve Kur’an edası gökleri inletir.
Ölen evlenmemiş genç erkek ise “Ergen öldü”, genç kız ise “Namrat öldü” yani “namurat”, muradına eremedi derler. Genç ölenler için bir de “Şıvan” denilen tören yapılır. Bu törenler çok dramatiktir. Kadınlar bir halka teşkil ederler ve yönetici olan kadın yerden yüksek bir oturak üzerine çıkarak ölünün meziyetlerini anlatır. Bu esnada halkada bulunan kadınlardan iki bir tarafa diğer ikisi de öteki tarafa doğru saçlarını yolar ve göğüslerine vururlar. Bu esnada herkes ağlar. Döğünme işi epeyce sürer.
Başta Bayatlar olmak üzere hemen hemen bütün Türkmenler’de ölü gelenekleri üç aşağı beş yukarı aynıdır. Küçük farklılıklar olmasına rağmen aynı töreleri bütün Türk dünyasına teşmil edebiliriz. Adetleri sağlam bir gözle tetkik edersek bunların birçoğunun İslâmi dönemle ilgisinin bulunmadığı görürüz. Özellik ölüm olaylarında cemiyette görülen yardımlaşma hemen hemen hiçbir milletin kültüründe yoktur. Yakılan ağıtlar ”Şaman çığırışı” farklı olmadığı için insanlar bu işi adeta büyülenmiş bir şuurla yaparlar. Bu şuur hemen hemen cemiyetin bütün uzuvlarına intikal ederek sosyal hayatın hemen hemen kendisi olur. Bu sebeble bu gelenekleri hafife almamak lâzımdır. Komşu Araplar’da böyle geleneklere rastlanmaz. Batıda ise hemen hemen hiç yoktur. Dini olmayan bu gelenekler hâlen Müslüman olmayan Türkler’de de az farklarla sürmektedir. Yazılı kaynaklarımız ve destanlarımızda bu gelenekleri gayet canlı olarak görürüz.
Geleneklerin Türkmenler’in sosyal hayatında çok büyük önemi vardır. Çocuklar büyüklerine olduğu kadar arkadaşlarına da çok saygılı davranırlar. Töreler içinde toplumda öyle bir kaynaşmışlık sezilir ki çocuklara çocuk gözü ile bakmaya kıyamazsınız. Gençler de kendi aralarında ve büyüklerine karşı vafalıdırlar. Genç erkekler mahalle kızlarını kardeşleri gözü ile görürler. Kadınlar kendi aralarında ancak evlerde bir araya gelirken erkekler cami avluları ve kahvelerde görüşürler. Evlerdeki misafir odalarında bugün Özbekistan’da çok yaygın olduğu şekilde kuru yiyecekler daima ikrama hazır olarak bekler. Bunlar genellikle kuruyemiş türleri ve hamur işi pasta ile çöreklerden meydana gelir. Misafirliklerde daima Zaloğlu Rüstem, Battal Gazi, Yusuf ile Züleyha okunur.
Türkmeneli’nde bayramlar da çok önemlidir. Çocuklara mutlaka yeni elbiseler giydirilir. Evlerde ikram için tatlı ağırlıklı yiyecekler hazırlanır. Az-çok yetişmiş çocuklar bile, herkes Bayram Namazı’na gider. Bayramlaşma namazdan sonra cami avlusunda başlar ve evlerde devam eder. Ev ziyaretlerinde “Bayram Aşı” denilen etli bir yemek ile bir sulu yemek ikramı şarttır. Türkmeneli’nde başta hoyrat olmak üzere musikiyi her alanda görürsünüz, bayram alanlarında mutlaka davul-zurna vardır; Türkmen bunlarsız katiyyetle yaşayamaz. Bayramın diğer günlerinde kutsal mekanları ziyaret başlar ve bu iş de bayramın son gününe kadar ata ziyaretleri ile devam eder.
Irak Türkmenleri içerisinde yoksul kişiye ender rastlanır. Çok çalışkan insanlardır. Ziraat ve hayvancılık geleneksel geçim vasıtalarıdır. Hemen hemen bütün sebze ve meyveler ile hububatın tarımı yapılır, bir katır boş alan bırakılmaz. Herkes mal ve mülk sahibi oturmuş bir cemiyettir. Halkın bir bölümü dokumacılık, demircilik, küzecilik, çinicilik, marangozluk, dericilik gibi sanatlarla uğraşırlar.
Türkmeneli’nin her tarafından petrol fışkırır. Özellikle Kerkük, Hanakin, Telafer, Anzala’de petrol kuyuları çok verimlidir. İlk petrol Kerkük’de Osmanlı devrinde “Baba Gürgür” denilen yerde keşfedilmiştir. Bu isim çocukların verdiği bir addır. Hatta İngiliz askerleri bu civardaki bembeyaz bir yağ tabakası şeklinde bataklık olmuş yerlerde “vazelin”i keşfetmişlerdir. Yüz yıldan beri Türkmeneli’nin başına örülen çorap hep bu petrol yüzünden olmuştur; hâlâ da bütün baskıların sebebleri onunla ilgilidir.
(Yarın:Kültür)