Türk Irkı açısından doğru olanı şudur ki, Türk vatanları içerisinde cidden en dayanaklı vatan toprağı mutlaka “Anadolu” dediğimiz “Türkiye”dir. Türkistan’dan gelen Türk aşiret yapısının, İran’da “feodalizme”, Anadolu’da ise “monarşiye” dönüşüp, kendinden önceki inanç ve halklara da hayat hakkı tanıyan 600 yıllık bir içtimai tekamülün, önce “meşrutiyet”, sonra da “cumhuriyet” gibi bir meyve vermesi dünyaya da uyum sağlamanın en güzel neticesidir. Siz en eski tanımlanmış idare şekli olan “demokrasi”ye bakmayın, onun elle tutulur bir müşterek tarifi henüz yapılmamıştır. Bugün küresel güçlerin dizayn ettiği demokrasi, hiç de faziletli bir rejim olmayıp, bizim “Selçuk” ve ”Osmanlı” monarşisinden iyi değildir. ”Meşrutiyet”in ise tadını bile alamadık ve devletimizin topraklarının elden alınması gibi belki kendinde olmayan bir kusurdan ötürü şahsen adını bile sevmiyorum.
Bugün Osmanlı’dan ayrılan ve birer milli devlet olan Türkiye ile beraber, 36 devletin o günden beri sancılarına bakılacak ve sohbetlerde ortaya atılan şayialara inanılacak olursa eski “monarşi”nin daha adaletli olduğu ifade edilerek adeta özlem duyulmaktadır. Bugün milliyet maratonuna çıkan unsurlar için de aynı şey söylenebilir. Fakat böyle şeyler sizi aldatabilir; çünkü kimliksizler de ne idüğü belirsiz bir “Neo-Osmanlıcılık” ile hala bulamadıkları kendilerini “Anasır” içerisinde arıyor böylece aslında geçmiş ile hesaplaşıyorlar. Böyle bir garabet sizleri fevkalade yanıltır.
Bugün okudukça bunaldığımız geçmişimizle yüzleşmede en büyük eksimiz, etkili ve yetkili ilim adamlarımızın “Türkiye’nin Sosyal Tarihi” yazmamalarıdır. Selçuklu ile başlayan ve Osmanlı ile davam edip “Cumhuriyet”le derinlik kazanan “Türkiye Tarihi”, sosyal yorumuna bugün daha çok ihtiyaç vardır. Fakat maalesef pek değerli olan tarihçilerimiz sadece “olay” anlatıyorlar, yorum ve sosyal bakış da bizim gibi “alaylılar”a kalınca işte ancak bu kadar olabiliyor. Bir örnek vereyim:
Sadece Türkiye sosyal tarihi değil, aynı zamanda Türk tarihi için de bir dönüm noktası olan Anadolu’yu “Şaman” Türk Moğolların istilâsı hakkında çok az şey biliyoruz. Hâlbuki o kadar çok meskûkât ve malzeme var ki, neden akademiler tarafından adam akıllı incelenmediği hayreti muciptir. Sultan Sencer’in “Oğuzlar” tarafından esir edilmesi ve üç yıl tutsak tutulmasından sonra Anadolu’da “Babailik” çok önemli bir sosyal kargaşalıktır. Ne yazık ki, bu ihtilâlin lideri Horasanlı bir Türk olan “Baba İlyas” mı yoksa aslen Arap olduğu dahi ispat edilememiş Suriye’nin eski “Hirstiyan-Bedrusi” ahalilerinden birine mensup olan Kefersud’lu “Baba İshak” mıdır, bilinemiyor! Hatta çok ciddi kaynaklarda bu iki insanı tek adam sanan tarihçilerimiz de mevcuttur.
Hâlbuki bizim malzemelerimiz üzerinde çalışan “Batılılar”, bu işi çok güzel bilmektedirler. ”Baba İshak Kefersudi”nin “Vefai” olması dolayısıyla “İslâmi” yüzü vardır; lâkin “Baba İlyas” için bunu söylemek asla mümkün değildir! Kendinizi ne kadar zorlasanız da “Şaman”dır. Çünkü ihtilâlde hiçbir şekilde “Şii” motifi ve “Ali” söylemi yoktur. Kesinlikle İslâmiyet olmasa da, “Babailer” aynı ihtilali yapacaklardı; çünkü sosyal öfke böyle bir işareti hakkı ile veriyor. İhtilal aslında “Fars”laşmaya Türk feodalizmin başkaldırısıdır. İlyas gününün “Kam”ıdır ve “İlâhlık” iddiası da buradan gelmektedir.
Köprülüzade Fuat, Cumhuriyet devrinde tarih metodunu değiştirerek “Sosyal Tarihimize” ışık tutacak çalışmalar ortaya koymuştur. Keşke siyaset yapmasaydı da, bu çalışmaların derli-toplu sonuçları alınabilseydi. Rahmetli Mustafa Akdağ, Osmanlı yükselme devrinin sosyal tarihini yazmıştır. Lâkin “Birlik-Dirlik” kitabında aynı tat ve heyecan yoktur ki, her şeyden evvel dili sun’i ve bozuktur. Fakat bir başlangıç olarak ilk eseri fevkalade önemli bir sosyal tarih çalışmasıdır. Gölpınarlı, İslâm’ın inanç tarihi ile birlikte Türklüğün içtimai ve dini meylini, uydurmaları, sahte dervişleri çok güzel ortaya koymuş ve zamanımızın şarlatanı, “Bediüzzaman”ı adeta deşifre etmiştir.
Maalesef Ziya Gökalp – Sadri Maksudi – Hilmi Ziya – Mümtaz Turhan – Erol Güngör gibi sosyologlarımızda, tarihi derinlik eksikliği vardır; tabii olarak esas ihtisasları ağır basmaktadır. Fakat yaşayan sosyal tarihçimiz Prof. Ahmet Yaşar Ocak, yeni yeni tahlilleri ile sadece Türkiye sosyal tarihini değil, Türk sosyal tarihini aydınlatacak çalışmalara imza atmaktadır. Bu konuda meskûkâtımız yanında yeteri kadar da Avrupalıdır. Sanıyorum hem ilâhiyat, hem tarih hem de sosyoloji eğitimi almış olması, onun için çok büyük avantajdır. Onun Köprülü ile Gölpınarlı gibi öğrencilerinin arasını bulması, fevkalade önemli bir açılımdır. Ortaya koyduğu eserlerin çoğu müstakil çalışmalardan ziyade makalelerden meydana gelmesi sebebiyle boşluklar görülmekle berabere özlediğimiz odur ki, şöyle hacimli bir “Sosyal Tarih” vücuda getirmesidir. Düşünce hayatımızın buna ne kadar ihtiyacı olduğunu tahmin edebiliyor musunuz?
Sağlıcakla kalın.