Ali BADEMCİ
Ne olduysa AKP’nin yeni döneminde, Güneydoğu’da bir yandan örgütün genişlemesi, hâlâ görmemezlikten gelinirken bir yandan da sanki siyasileşen örgüt temsilcilerine yönelik tedbirler ortaya konmuştur. Başbakan ve “Süreç”le ilgili Başbakan Yardımcısı ile“Gölge Başbakan”ın beyanlarına bakılırsa durum tamamen örgütle bir savaş hâli manzarası arz etmektedir. Gerçekten bunların hangisine inanmak lâzım geldiği kamuoyunca malum değildir. Daha baştan gerilla bozuntularının ülkeyi terk etmeleri şart koşulmuşken, uzun zaman unutulduktan sonra yeniden ve ısrarlı beyanlarla gündeme taşınması insana cidden uyandıkları ve meseleyi anlamaya başladıkları intibaını vermektedir. Fakat bölgedeki durumun bunu doğrulamaması sanki 2015 seçimlerine yönelik bir popüler söylem olduğunu düşündürmektedir.
Elbette başta Güneydoğu’nun çilekeş insanları olmak üzere Türk Milleti bu işin son açıklamalar gibi olmasını candan arzu etmektedir. Bu açıdan bakılınca elbette Hükümet’in Kobani politikası da doğrudur. Bölücü siyasi Kürt hareketi Kobani’yi Türk Ordusu’nun ele geçirip örgüte hediye etmesini beklerken çok akıllı bir hareketle Hükümet’in geri durması elbette takdir edilecek bir durumdur. Fakat Kobani’ye yardıma gelen“Peşmerge”nin sâhibi Barzaniler ile siyasi münasebetleri anlamak mümkün değildir. Irak ile ilişkileri bozsa da ekonomik münasebetleri elbette anlayabiliyoruz. Lâkin bölgesel siyasi Kürt hareketini küresel desteklerle sahiplenmeye çalışan Barzaniler ile münasebetlerin açıklık kazanması şarttır. Bu bir devlet sırrı değildir, Çünkü Kobani politikasının milletten gizlenmemesinin hiçbir zararı olmamıştır. Görüntü esrarengiz bir tablo arz edince yorumlar da çoğu zaman isabetli olmamaktadır.
Karşılıklı birer avuç militanın savaş durumuna düşen Kobani elbette gündemden düşmeğe ve yeniden IŞID hareketi gündeme gelmektedir. Bu örgütün içinde epeyce Türk vatandaşı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Hareketleri Türk kamu tarafından tasvip edilmese de, bölgedeki siyasi Kürt hareketi ile ısrarlı mücadelelerinin insanımız tarafından takdirle ve sükûnetle izlendiği açıkça görülmektedir. Bunlarla ilişkiler de tam olarak anlaşılamamıştır. Gazetelerde Türkiye’den yardım gördüğü, hatta istihbaratın bunlara Konya’dan 5000 taraftar ihraç ettiği yazılıp çizildiği halde hiçbir yalanlama olmamıştır. Elbette Hükümetin tıpkı millet gibi IŞİD’in çağdışı görüşlerini ve uygulamalarını tasvip etmesi mümkün değildir.
ABD’nin yıllardan beri IŞİD ile oynadığı herkes tarafından bilinmektedir; hatta bu örgütü El-Kaide prensipleri üzerine oturtanlar da mutlaka onlardır. Buna karşılık Irak Hükümeti’ni elinde bulunduran ve Suriye’de Esad’ın kalması için ısrar eden ABD’nin emelleri inşallah iyi okunabilmiştir. Rusya karşısında yenilerek siyaset değiştiren ABD’nin hiçbir surette Esad’ın gitmesine yanaşmayan politikasına karşılık Türkiye’nin bu konuda yalnızlığı da gün gibi aşikârdır. Şimdi Türkiye’ye ses çıkarmayan Hükümetimizin Arap dostları herhangi bir sıcak teşebbüste mutlaka bizim değil ABD’nin yanında olacaklardır. Tıpkı Filistin ve Kudüs’te meydana gelen son hadiselerde olduğu gibi. ABD’den izin alarak şu sıralarda Halep’e yüklenen Esad’ın tutumu da bu görüşleri desteklemektedir. Halep’te elbette, ısrarla ülkelerini terk etmeyen ve Hüsnü Mahalli’nin “Türk Arapları” dediği Arapça konuşan Türkmenler en fazla zararı görmüş olacaktır. Halep Suriye’nin ikinci büyük kentidir ve sadece içinde 4 milyon insan yaşamaktadır; taşrası ile birlikte hemen hemen ülke nüfusunun %40’ı buradadır. Üstelik Sünni Arap ve Türkmen’dir. Şehre ekmek için gelmiş Kürtlerin sesi fazla çıksa da, ekonomide ve bürokraside hiçbir şey ifade etmezler.
Elbette herkesin elinde olan bu bilgilerin, daha doğruları devlet adamlarımız tarafından bilinmektedir. Suriye’ye karşı politikamız Halep üzerinde yoğunlaşırken, tarihi ve kültürel materyallere çok dikkat etmek şarttır. Bugüne kadar gerek kendi aralarında ve gerekse dışarıdan gelecek Halep’i ele geçirme teşebbüsünde başarılı olan Emir Timur, Karakoyunlu Yusuf ve Uzun Hasan gibi devlet adamlarımızın ilk hareketleri Hama ve Humus üzerinde yoğunlaşmıştır. Elbette İklip, Halep Ovası’na giriş bölgesidir. Zaten bugüne kadar ve geçmiş hadiselerde de baba Esad dahi Hama ve Humus’a çok ağır yüklenmiştir. Kutalmışoğlu’nda olduğu elini kolunu sallayarak Halep’e girenler daima kaybetmişlerdir.
Suriye’de, muhayyel Kürt senaryolarının kısa zamanda gerçekleşmesi, mümkün değildir. Bunların savaşmak için her şeyden evvel bölgede nüfusları yoktur. Ancak “Kantonculuk” oynayarak siyaset ortaya koyabilirler. Bu siyaset belki Türkiye gibi demokratik ülkelerde tedirginlik yaratabilir, fakat Suriye gibi diktatörlüklerde hiçbir kıymeti yoktur. Dünyada iki kesimden savaşçı çıkmaz birisi halkın sırtından geçinen feodal ağalar, birisi de gün bulup gün yiyen amelelerden. Kürtlerin güneydoğudaki durumu birinci, Halep’te ise ikinci kategoriye girer. Kürtlerin en yoğun olduğu Kuzey Irak’ta yüz yıldan beri küresel güçler desteğindeki durumu ortada iken böyle bir tahayyülü Suriye’ye teşmil etmek beş yüz yıl sürer. Bu sebeple devlet siyasetini oluşturanların Kürt kartını büyütmemesi ve küresel oyunlara gelmemesi şarttır.