Değerli okuyucularım; bugünkü yazı pek mahalli olacak ama anladığım kadarı ile bütün teşkilâtlarda aynı oyun oynanıyor! Aranızda provokatörler var, Genel Başkan’ın da uyardığı gibi bunlara katiyen ehemmiyet vermeyiniz! Biz bunları 12 Eylül öncesinde iyi tanıyamadık ama ihtilalciler sonrası sopayı yiyince pek iyi öğrendik! Bunlar sürekli dedikodu icat ediyorlar ve camiayı bölmeye-parçalamaya çalışıyorlar! Biliyorsunuz, bunlar aramıza tarikat-menzil-mehdi gelecek-cemaat olun diye geldiler ve camiayı parçalara bölmeye çalıştılar. 1980’den beri içinde bulunduğumuz bunalımların sebeplerini daha iyi tahkik etmek zorundayız.
Elbette iyi giden işleri alkışlayacak, kötü giden işleri de olduğu gibi ifâde edip eleştireceğiz. Bu husus her kademe ülkücülük için geçerlidir. Fakat tenkitlerimizin mutlaka birleştirici ve bütünleştirici olmasına bilhassa dikkat edeceğiz. 12 Eylül seçimlere dönüşürken de bunları yaşadık ve gördük, çok iyi arkadaşlarımızı gözden düşürmek ve itibar kaybettirip öne çıkmalarını engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Turgut Sunalp listelerine veto edilmeyecek ülkücüler yazılmıştı; çünkü gerçek ülkücüler sakıncalıydı. Turgut Özal’da da bu tutum devam etti ve ülkücüleri mukallitler temsil etti. Anavatan Partisi’ne ülkücülerin yığınak yaparcasına kümelenmelerine rağmen Özal, tesadüfen Antalya’da kendisi ile aynı otelde bulunan Rahmetli Türkeş’in görüşme isteğini geri çevirdi. Yani Özal ülkücülere ihtilâlcilerden çok mu farklı bakıyordu!
Şahsen, 12 Eylül’den sonra bunlarla başa çıkamayarak mesleğimi bıraktım ve evime kapandım. 2000’lere kadar da çok ortaya çıkmadım ve çalıştım. Ürünlerim senede bir-iki arka arkaya geliyor. Kitaplarımızı provokasyon etkisinde kalanlar görmeyebilir; lâkin TRT-Habertürk-Milliyet-Zaman gurubu biliyor ve bizimle özel programlar yapmış ve yayınlamışlardır. Davet eden kurum ve kuruluşların kimliğine bakmadan da isteklere icabet ediyoruz. Şimdi bütün bunları neden anlatıyorum; kişilik yapmak için mi? Tanıyanlar bilir ne arkamda, ne de önümde bir siyasetçi-tarikatçı-cemaatçi desteğim veya desteklediğim de yoktur.
Geçtiğimiz hafta Mersin ve Adana’da Gaspralı konusunda iki etkinlik gerçekleştirildi. Bir provokatör artığı, adı ve kimliği yanımda saklı, koca kafa demiş ki ”Dört Prof.’un yanında Ali Bademci’nin ne işi var?” Özellikle Adana’ya beni, Belediye veya TÜDAV (Kamu çalışanları Vakfı) davet etmedi; o Prof.’lar davet etti. Sırf böyle olduğu için de şahsen Adana davetine icabet etmeyecektim; fakat işin altından çocukluğundan beri tanıdığımız Mehmet Külahlı çıkınca kabul ettim. Elbette Adana’ya 45 yıl emek vermiş birisi olarak, davetin Adana’dan gelmesini isterdim ve bu konuda da alınganlık göstermekte pek haklıyım. Biliyorum İl Teşkilatı boykot etti; elbette bu hareket bana karşı değildir onun da farkındayım; hatta hiçbir art düşünce olmamasına rağmen Ülkü Ocakları da iştirak etmedi. Fakat salon daha böyle kalabalık ve kalite görmemiştir; her zaman kendiniz çalıp kendiniz oynuyordunuz; âmâ bu Gaspralı etkinliğinde Alevi Dernekleri, Atatürkçü Düşünce Derneği, dağın başından kalkarak oraya kadar zahmet eden Karahasanlı Yörükleri, Ceyhan Tatarları ve Nogayları, Sosyal Bilimler Lisesi’nden öğrencilerim, Adana’da oturan Türkistan Özbek-Kırgız ve Kazakları hazırdılar. Belki bunların %90’ı ülkücü ve MHP’li değildir.
İbret olsun ki, konuşmanın sonunda da ifade ettiğim gibi her şey MHP içindi ve amaç bir rey daha fazla almalarıydı. İşte provokatörler bundan rahatsız oldu ve hemen kendi kendilerine laf icat etmeye başladılar. Geçen yıl İstanbul TRT’den aramışlardı, akşam programa gelir misiniz, diye. Belli ki Adana’da ikamet ettiğimi bilmiyorlardı. Adana Gaspralı etkinliğinde de, kimsenizin olmadığını ifade ettiğiniz Çukurova Üniversitesi’nden bir akademisyen ”Biz sizin Adana’da olduğunuzu bilmiyorduk” dedi ve dün de telefonla 22 Aralık’ta kampüse davet etti. Kışkırtıcıları da bekliyorum veya 25 Aralık’ta Akdeniz Üniversitesi Tarih Bölümüne gelsin bizi dinlesinler. Ve böyle ucuz işlerle uğraşmasınlar.
Bunlardan etkilenseydik 12 Eylül’den sonra etkilenirdik; o zaman da dediler ki Aytaç Durak’ı destekliyor. Ne var bunda, kötü bir şey mi? Ama Aytaç Durak mafyanın eline düşüp, ülkücülere sırt dönünce, son seçimlerde olduğu gibi çok sert yazılarla kendilerine bulunacakları yerin adresini verdik. Hüseyin Sözlü’ye sorun ve yalan olup olmadığını öğrenin. Sayın Durak’ın başkanlığı döneminde bizi ve taahhüt işi yapan çocuklarımı onun kapısında gören delikanlı arıyorum. Benim çocuklarım üç kardeş, hala bir lokma bir hırka, gizli mahfillerde değil açık ortamda rızklarını arıyorlar. Ne yazık ki en büyük oğlum Alparslan 3000 Lira gibi paraya çevrilmiş bir mahkûmiyeti ödeyemediği için şimdi içeridedir. Ne için ceza yediğini de herkes biliyor!
Akıllı olun arkadaşlar, akıllı; bilgili ve donanımlı olun, bunlardan kimseye zarar gelmez. Kendinizi ite köpeğe yem etmeyin. Gaspralı etkinliğinin sonunda affınıza sığınarak biraz da sinirli bir üslupla dedim ki, ”Benim kitaplarımda siyasi kimlik göremezsiniz. Dostlarım ve konuşmaya gittiğim yerlerdeki beyanlarımda da. Ama ben çocukluğumdan beri ülkücüyüm ve öyle kalmaya devam edeceğim.” Var mı ötesi! Herkesin yüzünün karası kendine kalsın. Hiçbir şekilde de “……….kervan yürüsün” de demem. Çünkü en çok birliğe ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu bir dönemde ayrım gözetmeden bütün milletperverleri seviyorum; hangi partili olursa olsun! İyi ki iktidara karşı muhalefet varmış! Derin saygı ile!
Gönlünüz hoş olsun.