Elbette Akademiler, bir milletin bel kemiğidir; onlar olmadan millete ait bir devlet hayatının devam ettirilmesi mümkün değildir. Bu sebeple bütün dünyada Akademiler devletle beraber, onunla iç- içe çalışırlar ve devlet siyaseti ile devamlılığı onlar sağlarlar. Bir devlette akademik hayat ne kadar güçlü ve etkin ise o devletin işleri o kadar yolunda gidiyor demektir. Aksine, devlet ile akademik hayat birbirinden habersiz ve hatta karşı kutuplarda yer alıyorlarsa iş bozulmuş ve ülke cahil-cühela, hatta yabancıların güdümüne geçmiş demektir. Milli politikaüretemeyen İslâm ülkelerine bakınız; akademik bir düzenleri olmadığını göreceksiniz. Türkiye-Mısır-İran-Türkistan gibi geçmişte akademik hayata önem veren ve bilgin yetiştiren Türk coğrafyasının geçmişine bakarsanız, hala o mirası kullandığımızı ve maalesef üzerine çok şey ilâve etmediğimizi göreceksiniz. İşte Türklüğün ve özellikle İslâm’ın en önemli problemi budur; çarpık siyaset, tefekkürün önüne geçmiş, bu konuda çalışan yabancıların güdümüne girmiştir.
Türk-İslam Medeniyet literatüründe orta ve yüksek öğrenimi Medreseler sağlıyordu; ilk öğrenim ise Osmanlı’nın mahalle mekteplerine benzer bir statüdeydi ve dini eğitimle birlikte Türki Elifbeöğretiliyordu ki, aslı Arap olan Türk harfleri ile bütün geçmiş medeniyet unsurlarımızın tetkiki mümkündü. Medrese eğitimi ise daha perçinleşmiş profesyonel bir kurumdu. Bizde Medreseler, 1924’de kapatıldı; lâkin eğitimdeki yenileşme hareketleri Tanzimat ile birlikte doruk noktalara taşınırken, evvelce de birçok ıslahat yapılmış ve Selçuklu Medreseleri Osmanlı’ya uyarlanmıştır. Esasında Tevhid-i Tedrisat, yani eğitim kurumlarının birleştirilmesi Cumhuriyetten evvel 1914 yılında, Darü-l Hilafetü’-l Aliyye adı ile gerçekleştirilmiş, bir ölçüde Medreseler Osmanlı devrinde kaldırılmıştı. Elbette yeni eğitim sistemi de, eskinin devamı ve modernleştirilmiş, asra uydurulmuş şeklidir. Eski Osmanlı coğrafyası ile diğer İslâm ülkeleri eski sistemi aynı şekilde yenileştirerek hâlâ kullanmaktadırlar. Fakat bizdeki ve diğer Türk Cumhuriyetlerindeki akademik hayat aynıdır ve batımodelidir.
Cumhuriyet döneminde, özellikle Fuat Köprülü çevresinde, ülke içinde ve dışında çok dönemli ilim adamları yetişmiştir. Fakat bilhassa bunlar arasında Abdülbaki Gölpınarlı çok dikkat çekicidir. Onun öğrencisi Halil İnalcık, bu sebeple yaşayan en önemli tarihçi ve ilim adamımızdır. Köprülü’ye öğrenci olmuş Osman Turan-Faruk Sümer-Hikmet Bayur-Şemseddin Günaltay ve Bahaettin Ögel gibi hocaların kitapları yegâne kaynaklardır.
1960’tan sonra eski kaynakları çok iyi bilen hocalar yavaş yavaş ebedi âleme göç ederken, maalesef akademik hayatımızda düşüş başlamış, hele son yıllarda yurdun her tarafına üniversite açılınca akademisyen olmak kolaylaştığı için dijital ortam doktora çöplüğüne dönmüştür. Bu çalışmaların çoğunun hemen hemen hiçbir kıymeti yoktur. Elbette içlerinde çok önemli çalışmalar vardır ve bunlar da, işe mutlaka ticari gözle bakmak mecburiyetinde olan yayınevleri tarafından neşredilmektedir. Neşredilen doktora ve akademik çalışma sayısı ne yazık ki, ancak %1 kadardır. Dolayısıyla üniversitelerdeki akademik çalışmalar mutlaka bir düzene konulmalıdır. Bu verim düşüklüğünün sebebini mutlaka kurumlara bağlayamayız. Çünkü mesele bir devlet işidir ve devletin acil müdahalesi ile ancak ıslahat ve gerçek zemin yakalanabilir.
Peki, akademik çalışmalarda en büyük eksiklik nedir? Bir kere tarih-Türkoloji-kültür tarihi-folklor gibi bilim dalı ve şubelerinde 1000 yıl kültürümüzün ifade edildiği Osmanlı harflerini doğru dürüst bilen yoktur. Arapça-Farsça-Rusça bilen ve bu dillerde araştırma yapacak akademisyen sağlamanın güçlüğünü siz düşünün; parmakla sayılacak kadar azdır ve gerisinin de gelip gelmediği maalesef bilinmemektedir. Elbette bilmeyenin bilgi üretmesi ve öğrenci yetiştirmesi mümkün değildir. Az-çok her akademisyen bir batı dilini biliyor; fakat yeterli olup olmadığı da belli değildir. Eski kuşaklarda genellikle batı dili Fransızca idi ve çok faydalı oluyorlardı. Fakat şimdi İngilizcedir ve tarih-Türkoloji araştırmaları için çok kıymeti yoktur.. Bu sebeple Amerika ve Avrupa metinleri temcit pilavı gibi yanlış bilgilerle önümüze getirilmektedir. Ne yazık ki eski coğrafyamıza ait kültürel ve sosyal bilgileri onlardan alıyoruz. Tabii ki onlar İran-Irak-Suriye-Mısır-Orta ve Doğu Asya Türk tarihi ve Türkoloji, demografi, iskân, sosyal siyaset bilgilerini kendi ülkelerinin siyasetlerine uygun olarak tanzim edeceklerdir. İşte dünkü yazımızda belirttiğimiz etnik haritalar da böyle ortaya çıkıyor.
Velhasıl akademilerimiz kendilerine çeki düzen vermeli ve daha ciddi ilim adamları yetiştirmelidirler. Buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır ve devlet hayatı akademik hayatla barışıp, bütünleşerek ancak netice alınabilir.
Sağlıcakla kalın.