Ali Bademci
Gazeteci Fatih Ertürk CHP’den Hatay Milletvekili Aday Adayı olmuş; kendisi hem meslektaşım hem de halamın torunu olması dolayısıyla yakın akrabamdır. 1999’da rahmetli olmuş Babam Hamza Bademci’ye de dayı derler. Annesinin dayısı; gerçekten okunmuş bir zat olan dedem Recep 1992 yılında, Antakya’da tek başına ikâmet ettiği bir viranhânede Hakk’ın rahmetine kavuştu. Çok çalışkan, vatansever, başı dik, cömert bir insan olarak tek evlâtları olan babama kahrederek ve bir ömür boyu çobanlık yaparak elde ettiği ve kayın babadan kalan malı-mülkü, on sekiz kişilik bir âile reisi olarak babama bırakarak, biraz da beni okutmak için 1965’de Antakya’ya göç etmişti. Kendisi dört tekerlekli bir el arabası ile hamallık ve odunculuk yapar, bir ağa kızı olan nenem de gündelik temizliğe giderek hiçbir iş tutmayan babamın büyük âilesine takviye sağlarlardı. Dedemin nâmı belki de bir soyad olarak “Çoban Recep” idi. Daha kendisi çocukken babası Halep Cezaevi’nde ölmüş üçü kız beş kardeş ortada kalmışlar ve muazzam servetleri de Osmanlı’nın dağılıp da derebeylerin elinde kaldığı zaman dayıları tarafından zapt edilmiştir. Amcamız M. Ali Samet Kuşçu ile birlikte Türkiye’ye kaçmış ve Harbiye Mektebi hesabına İstanbul Teknik Üniversitesini bitirerek Atatürk devrinde Elk. Mühendis-Teğmen olarak orduya katılmıştır. Dedem çoban olarak Şenköy’de kalmış, kendinden büyük ablasını köyden evlendirmiş, orta bacı Ege’ye gitmiş, küçük bacıları Meriç ise Antakya’da evvela birine evlâtlık gitmiş sonra da işte Fatih’în dedesi “Çorba Hasan” ile evlendirilmiş. Aydınlı ile evlenen haladan hiç haberimiz yok.
1952’de amcam Yüzbaşı Mehmet Ali, DP’nin kuvvetli bir adamı olarak köye gelmiş ve dedeme dayıların el koyduğu malları almayı teklif etmiş; fakat dedem bunun zamanının çok geçtiğini beyan ederek böyle bir işi zulüm addetmiş ve çobanlıktan elde ettiği mülkün büyük kısmını kendisine devretmiş ve bir daha da görüşmemiştir. Sanıyorum kız kardeşleri de böyle bir taksime meyyaldir ki onlarla da çok görüşmez, ancak bayramlarda el öptürürdü. Amcam M. Ali’den ara-sıra Ankara mesajları gelirdi; belde muhtarlığı da nenemin amcaoğlu, dedemin de teyze oğlu olan ve kendisi bir Hatay Gazisi Ethem Güven’di. Ethem kalabalık ailesi ile MHP’li oldu ve partinin kapısının bilinmediği zamanda Antakya İlçe başkanlığı yaptı. Sonradan aklımız erince eğer 27 Mayıs olmasaydı amcamız DP vekili olacaktı; fakat ihtilâl onu “Eminsu” yaparak ordudan tasfiye etmişti. Abdussamed Kuşçu’yu da öyle; fakat bu zat ileri yıllarda sanırım MİT’te çok değerli hizmetler yaptı ve bir Kolej açarak birçok aristokrat çocuğu milliyetçi öğrenci olarak yetiştirdi.
Meriç Hala, köyü hiç bilmezdi biz de yeni “çobanzadeler” onu hiç tanımazdık. 1964-68 arasını hamal dedem ve gündelikçi nenem ile elektrik olmayan evlerde geçirdik. Ben; dedem ve nenem Antakya’ya gelmeden evvel iki sene Şirince Mahallesinde ve Meriç Hala’nın evine bitişik bir odalı kargır bir yerde ortaokulun iki sınıfını okudum ve iftiharlık öğrenci idim. Sadece bir kere görüştük. Velim yoktu ve Ortaokulun Azeri-solcu müdürü yeni başlayan milliyetçilik tezahürlerinden ötürü beni çok döğerdi ama çalışkan olduğum için de bir şey yapamazdı. Üçüncü sınıfta Almanca öğretmenimiz beni sahiplenerek velim oldu ve artık bana kimse karışamıyordu. 1961 yılı olaylarında Düziçi İlköğretmen Okulu’ndan DP’li bir âilenin çocuğu olarak zaten işaretli gelmiştim.
Kayıtlarımda, gün olarak vardır; sanırım 1965’de Türkeş Bey’in ilk olarak Hatay’a gelişindebizler CKMP’li olmuştuk. Böyle bir tercihte Atsız ve Necdet Sancar’ın nereden bulduğumuzu şimdi hatırlamadığım yazıların çok rolü vardı ki “Afşın’a Mektuplar” o zaman çıkmış olmalıdır. Ben bunları Düziçi’nde İzzet Karakurum adlı Tarım Bilgisi öğretmeninden öğrenmiştim ki yıllar sonra Adana’da küçük kardeşi Müze Müdürü Nihat Karakurum bizim ilk ustalarımızdan olmuştu. Benim CKMP’liliğim Hatay’da Gençlik Kolları Başkanlığı ve İl Başkanımız Azmi Dönmez Öcal’ın çömezliği ile başladı ve lise bitirdiğimiz yıl Genç Ülkücüler Teşkilatı’nın ilk başkanı oldum. Gültekin Öztürk o yıllarda CHP’li bir âilenin çocuğu ve akrabam olarak ilk ülkücülerdendir.[1] Allah ikisine de rahmet etsin, Azmi Bey Türkeş Bey’in de, benim benzetmeme göre Gün Bey kadar sevdiği ve itimad ettiği bir insandı. Şimdi torun Azmi ile görüşürüz ve beni sık sık arar.1969-70’lerde ilk gazetecilik yıllarımın Ankara ziyaretlerinde Türkeş Bey’in çok yakınında bulundum ve ileri yıllarda zatı alillerinin sırf seçim bölgeleridir diye Adana’da ikametimi sürdürdüm ve gazeteciliğin yanında bilinen çalışmalarımı da yaptım; Rahmeti Rahman’a kavuşana kadar bu beraberlik devam ettiği gibi, hâlen onu arıyoruz, özlüyoruz ve izindeyiz!
Buralara kadar şunun için geldim ki, 1971 muhtırası sırasında Türkeş Bey çok özel bir mesele için Ankara’ya davet etmişlerdi; sohbet sırasında amcam M. Ali’yi sordu; sanıyorum kendileri Radyoevini teslim alırken bizimki buranın komutanı imiş; ”Çok düzgün, çok namuslu, kişiliği sağlam biriydi.” dedi ve ben de aile dramını arz ettiğim zaman, ”Hemen git elini öp” dedi. Amcam da yazılarımdaki imzaya bakarak beni sorar ve merak edermiş! Fakat ne görüşmek, ne tanışmak, ne de elini öpmek mümkün olmadı; çünkü çoban dedemin hiç rızası yoktu!
Şimdi pazar tez geliyor, ama biz de mezara yaklaştık; hep sorarlar “neden politikada yoksunuz!” diye. Benim üniversite yıllarım MHP parti binalarının sandalyeleri üzerinde geçti; kişiliğimi, âilemi, çevremi burada buldum; bu âilenin iyisi ve kötüsü ile hep neferi oldum; başka bir yere gidemem ki! Şu sıralar bizim parti çok sıkışık, daha lâyık ve önde olanlar var; sonra benim âlemin kaderine yokluk yazılmıştır; hiç param yok ki politika yapayım! Elbette CHP’nin görüşlerini savunabilirim; fakat devrimci-devşirici falan olamam; duyunca tüylerim kalkıyor. Fatih Ertürk adaylık açıklamasında “Ben inançlı bir insanım. İnancım bu ülkenin aydınlık, barıştan yana, çağdaş ve modern bir geleceğe sahip olmasına, tek devlet, tek millet, tek bayrak altında yaşamasına engel değildir. İnancım bana bir devrimci olmayı, zulme karşı direnmeyi, haksızlıklar karşısında susanın dilsiz şeytan olduğunu söylüyor. İnancım bana; ‘Zalimin önünde eğilme hakkınla birlikte şerefini de kaybedersin’ diye emrediyor. İnancım bana ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlık yolundan ayrılma’ diyor.” Sözlerine vurguluyor. Şu satırlarına da gözlerim doldu: ”Nenemin memleketi Yayladağı ve Şenköy’deki Bademciler olmak üzere tüm akrabalarıma teşekkür ediyorum.”. Ne yapalım vallahi şahsen devrimci olamam. Ülkücülere ve MHP’ye sırtımı dönemem; biz böyle gelmiş böyle de gideceğiz; esasen benim kafamdan bir şey olacağını da iddia edemem. CHP’li kardeşlerim Fatih Ertürk’ü mutlaka sahiplensinler, çünkü onun ecdadı Medine Müdafaasında Fahreddin Paşa’nın yanındaydı. Hatay’da benim kafası bozuk olan soyum da geçen seçimde olduğu gibi “Alidipo”ya rey vermeye devam etsin, beldede de onu kahramanlar gibi ağırlamayı sürdürsün ki, ecdadımızın zavallı soyumuzun kemikleri sızlamaya devam etsin. Türkmen rezilliği sever, çok akıllı da değildir. Geçen yıl Suriye’ye gittim ve gördüm, beldemizin on kilometre güneyi ve doğusunda, Cisrişuğur’da, Terküş’de hısımlarımız kan ve can veriyor, ”Bayırbucak” kitabımda bunları yazdım; ben onlarla beraberim; ölünceye kadar. Daha yapacağımız çok iş var; ne yapalım siyaseti de başkaları yapsın; nasıl olsa biz parti kapılarından girecek rüştde değiliz. Siyaset bambaşka bir şey; çok oynak; çok kalabalık ve çok karşık. Lehçe-i Türkmanî’de bizim “aşkımız”, lisanı Arabî’de “ışkımız”, Yunus Emre’de “ışığımız”, Türklüğe ve Türkçülüğe tek kişilik sevdadır. Varsın bu bahar da geçsin; nice baharlara kim öle kim kala! İşte yine o deyiş: ”Milletim Canım Benim!”.
Muhabbetle.
[1] A.Ü. DTCF mezunu olan Ülkücü Hareket’in gururu Gültekin Öztürk müzmin rahatsızlığından dolayı Kuşadası’na yerleşmiş, hayatını orada sürdürmektedir.