Ali Bademci
Bizler Tanrı tarafından Türkiye denen ülkede yaratılmış Türk insanlarındanız. Şahsen tam kırk sekiz yıldan beri, ellerim kalem tutar-tutmaz hep bu dâvâ üzerinde çalıştım. Öğrenciliğimin beraber geçtiği pek değerli arkadaşlarım o yıllardan beri her ortamda koltuğumun altında kitaplarla dolaştığımı pekiyi bilirler. Bu uğraştan hiç usanmadım; çeşitli sebeplerle bunaldığım zamanlar oldu; sıkıntılara girdim, yargılanma günlerinde âilem pek mağdur oldu, çocuklarıma en az kendim kadar bir eğitim yaptıramadım. Şöyle geriye dönüp baktığım zaman, bu husustan başka beni üzen bir şey olmamıştır. Ne yapalım orası da Allah’ın takdir-i ilâhisi imiş; inşallah torunlarım güzel bir eğitim alır da şu dünyadan gözlerim açık gitmem.
Kısaca “Türklük Davası”nın bugün içte ve dışarıda geldiği nokta çok kötü değildir. Elbette hâlâ ırkımızın bir kısmı doğduğu topraklarda var olma ve yok olma mücadelesi vermektedir. Elbette bugün Doğu Türkistan’daki Uygurlar’a uygulanan jenosidden etkilenmemek, üzülmemek mümkün değildir; aynı zamanda Rabia Kadir önderliğinde bunların dik duruşu ve fazilet mücadelelerine hayran olmamak imkânı yoktur. Şimdilik tünelin ucu görülmese de bu ırkın insanlarının bir “Ergenekon Destanı” hâfızası ümitsiz olmamak için en büyük ışıktır.
Eskiden beri Türklük davasını Türkistan ve diğer Türk coğrafyası diye ikiye ayırırız. 1992’de Sovyetler’in dağılması ile sonuçlanan Gorbaçov devri ekonomik meselelere son verme (Glasnost) ve ekonominin yenilenmesi (Perestroyka) çalışmaları bir anda siyasi haritayı parçalara ayırmaya yetmişti.Elbette bu hareket mucizeden başka bir şey değildi. Fakat önümüze altı cumhuriyet ve birkaç tane da özerk idare çıkardı. Aradan yirmi üç yıl geçti elbette bu cumhuriyetlerin sıkıntıları ve hâlâ devam eden korkuları bulunmaktadır. Özerk idarelerde son zamanlarda yapılan operasyonların ayarı oldukça kaçmış ve özerklik geri alınarak adeta başa dönülmüştür. Tatar ve Başkurt idarelerinde Türkçe eğitimin yasaklanması, Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin fiili işgal ile ortadan kaldırılması mutlaka eskiyi hatırlatmaktadır. Esasında 1992’de yapılan şey daha 1917 Ekim İhtilali’nde yapılması gerekendi; fakat hangi rejimle idare edilirse edilsin Rus karakterinden bir türlü silinemeyen şovenizmin inadı ana unsuru da canından bezdirmiştir. 1992’de rejimin sosyal ve ekonomik bunalımlarla çökmesi Rus ırkının kadınlarını satacak duruma düşmesi dahi şovenizmin gözlerini açmaya yetmemiştir. Şimdi bir dereceye kadar toparlanmış Rusya yeniden eskiye dönüş sinyalleri vermekle kesinlikle yeni bir “Glasnost-Perestroyka” yaşaması mukadder görülmektedir.
Hepsinden önemlisi Sovyetlerden kurtulan ve özerk kalan soydaşlarımız ile dışarıda bulunan diyaspora ne gibi çalışmalar yapmaktadır? Bunların yeterli çalışmalar yaptıklarını söylemek maalesef mümkün değildir? Özellikle Türkiye’de bulunan ve sayısı bir hayli fazla olan Özbekler bu ülkeye kolay gidip-gelmek için bugünkü yönetimle tam bir işbirliği içinde yine aramızda bulunan rejim karşıtlarını horlamak ve Özbek istihbaratına ihbar ile meşguldürler. Hiç merak etmeyin Avrupa ve ABD’de de böyledir; meselâ Türkiye’de bulunan Muhammed Salih gibi siyaset adamı olmanın ötesinde iyi bir şair olan insanlara bile sanki cüzzamlı muamelesi yapılmaktadır. Tatarlar arasında bir Kırım-Kazan rekabeti ve aşılmaz biçimde Zeki Velidi – Sadri Maksudi’den beri gelen Başkurt düşmanlığı vardır. Azerbaycanlılar tam bir Fars oyununa gelerek kendimize “Azeri mi” diyelim “Azerbaycan Türkü mü” gibi kısır döngü içinde! Aramızda yaşayan ve pek kıymetli olan soydaş dostlarımızın aydınları yüzyıl önceki bunalım devrinin vatansever-hain münakaşasının yapıyor? Üstelik gayet ciddi ölçülerde bu işlere bizleri de âlet etmek istiyorlar; şahsen TV ekranlarından kendilerinin 100 yıldan beri söyleyemedikleri ve yazmadıkları hususları dile getirdiğimizde “hainleri neden saymıyorsunuz” diye mesajlar alıyoruz! Kimine göre Kerimov’a karşı çıkmak ihanet, kimine göre Hıyve ve Buhara’yı Kızılordu’ya peşkeş çeken “cedidiler”, kimine göre eski Han ve Emirler! Buhârâ Emiri Âlim Han’ın hazineleri kaçırdığı iddia ediliyorsa da bunun çocukları 50 yıldan beri Afganistan-Türkiye ve Suudi’de dilencilik yapıyor! Bize gelince bereket “Size ne bu işlerden” demiyorlar!
Şahsen bu son hususlardan pek rahatsız olduğumu söylemeliyim. Türk Devletleri’nin iç meseleleri beni zerre kadar alâkadar etmez; biz hainleri değil vatanseverleri tanıyoruz. Bize göre Tatar iki değil tektir; Kazan’ı, Kırım’ı, Tuna’sı ile Türk Tatarlar’dır; Türkistan ve Türkistan davasında ihanet edenler tanımıyoruz, onların hepsi de tereddütsüz vatanseverlerdir. Türkistan Doğu ve Batı olarak iki dâvâ değil, tek vatan gibi tek dâvâdır. Soy ve boy ayırımları ile bunlar üzerine kurulu millet ve milliyet anlayışlarını da reddediyoruz; bunlar Rus emperyalizminin icadıdır. Soy ve boy esası Türk coğrafyasının her yanında hâlâ vardır; bunlar birer kültürel zenginliktir; dolup dolup taşan engin Türk kültürü ve düşüncesinin kabına sığmadığı için ayrı kaplarda muhafaza edilen tezahürleridir. XX. yüzyıl Türkistan’nın yetiştirdiği en büyük ve çaplı devlet adamı olan Mustafa Çokay’ın “Ne Kazağız, ne Özbeğiz, ne de Kırgız, Türk’üz Türkçüyüz” sözleri ile ifade ettiği mütekâmil dâvânın takipçileriyiz.
Muhabbetle.