Ali BADEMCİ
Elbette yabancılar tahrik ediyor, “Suriyeli” diye ve ufak tefek hataları çıkıyorsa belki nefret edenlerimiz de vardır. Hiç düşünmüyoruz ki yüz yıl önce bunlar bizimle aynı kaderi paylaşıyorlardı. Şu “Milliyetçilik” ortaya koyanlara da şaşmamak elde değildir, Saddam’dan kaçanlara, Kobani’den gelen örgüt artıklarına bile bu kadar karşı çıkılmıyordu. Evet, ülkenin ekonomik açıdan büyük kayıpları vardır, fakat hiç mi faydası yoktur; bunları enine boyuna düşünmek ve rakamlarla ile geçmiş müşterek kültür- tarih nazarı ile iyice incelemek şarttır. Maalesef bizde ve özellikle siyasi partilerde böyle çalışmaları yapacak, meseleyi derinliğine inceleyecek donanımlı insanlar yoktur. Beş yıldan beri Suriye’de devam eden iç savaşta sınırlarımıza yığılan sivil ve mağdur insanları kabul etmek gibi bir mecburiyetimizin dışında tarihi ve kültürel bağ ümitleriyle ülkemize koşan mağdur insanları geri göndermemiz mümkün mü? Bunu hangi devlet anlayışı, hangi insanlık kabul eder! O zaman şimdi isyan etmenin ve karşı duruş sergilemenin ne anlamı vardır?
Suriye’de yaşadığı toprakları terkeden insan sayısı yeni rakamlara göre 3,5 milyon civarındadır ve bu rakamın 2 milyona yakını Türkiye’nin Hatay ve Güney sınır illerine yerleşmiş veya yerleştirilmiştir. Bizden sonra en çok mülteci barındıran Lübnan-Ürdün ve Iraktır. Bu insanların bulundukları ülkenin siyasi olmasa da sosyal ve etnik yapısına etkileri kaçınılmazdır. Türkiye’nin Sünnî bir ülke olması dolayısıyla gelenlerin de bu mezhebin mağdurları olduğu düşünülürse toplumla kaynaşmaları kısa sürede olmasa da gittikçe artacaktır. Gelenlerin askerliğe elverişli olmayan erkekler ile çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluştuğu bir gerçektir. Türkiye’de Sünnîler arasında Hanefî-Şafiî ayrımı yoktur; Suriye’den gelenlerin Arap menşeyli olanları mutlaka Şafii’dir, bunların Şafiî Kürtler ile kaynaşmaları elbette çok kolay olur. Örgüt denen plânlı siyasî hareketin din konusunda düşünceleri bellidir; bu sebeble Güneydoğu’da âileler seviyesinde Arap-Kürt kardeşliğini önlemek mümkün değildir. Yani ekonomik kayıplara karşı bu durum devlet adına bir kazanım değil midir?
2014 Nisan ayı verilerine göre; Türkiye’de Adana – Kahramanmaraş – Adıyaman – Malatya – Mardin – Osmaniye 1, Gaziantep 4, Hatay 5, Şanlıurfa 4, Kilis’de 2 devlet barınma merkezi vardır; ayrıca bu illerin hepsinde ve Türkiye’nin her yerinde kendi imkânları ile dağınık yaşayan Suriyeliler bulunmaktadır. Geldikleri Suriye şehirlerine bakılırsa %35,7 Halep, %20,9 İdlip, %10,9 Rakka,%9,2 Lazkiye, %7,5 Hama, %5,4 Haseke, %3,9 Deyr e Zor, %3,8 Şam,%1,7 Hums gibi önemli merkezlerdir. Başta Halep ve İdlip’de tarih boyunca Türk menşeyli insanların %50 civarında olduğu düşünülürse Türkiye’de bulunan Suriye mültecilerinin yarısının Türkmen olduğunu kabul etmemek mümkün değildir. Arap Milliyetçisi Hüsnü Mahalli’nin tesbitine göre Haleb’ın yarısı Arapça konuşsalar dâhi Türkmen’dir ve bunlara “Türk Arapları” denmektedir. Lazkiye’den gelen %9,2’e tekabül eden 200 bin kişi Bayır Bucak Türkmeni’dir ve hepsi bizim gibi halis Türkçe konuşur. Lazkiye’nin içinde ve taşrasında Türkmenler’den başka Sünnî bulamazsınız. İdlip – Rakka – Hama – Haseke – Deyri e Zor – Şam da öyledir; zaten Suriye’de iktidar olan Esad Hanedanı tabanından dışarıya bir mülteci çıkmamıştır; sığınmacılar ya Türkmen yahud da Şafiî Araplar’dır. Hatay’da 5 sığınma bölgesinden Yayladağı tamamen Türkmen, Altınözü’nde ise İklib ve bizim de akrabalarımızın bulunduğu Deyr ez Zor ve Cisrişuğur – Terküş gibi Asi Deltası Türkmenleri’dir. Bu insanların Hatay’daki Türkmenler’den zerre kadar farkı yoktur. İşin ilginç yanı Hatay Alevîleri Arap mültecilere tepki gösterirken Türkmenler’le iyi anlaşıyor ve onları işyerlerinde istihdam ediyorlar; Hatay’a gidenler bu hususu yerinde görebilirler.
Suriye’den Türkiye’ye iltica eden ve artık geri dönüşleri de pek mümkün görülmeyen insanlar sadece coğrafî yakınlıktan değil, akrabalık ilişkileri ve müşterek kültür sebebiyle ülkemizi tercih etmişlerdir. Son yıllarda ülkemizdeki işsizliği artırdıkları gibi iddiaları gözden geçirmek lâzımdır. 1960’dan sonra Türkiye’deki iç göç ve varoşların teşekkülü ile karşılaştırmak da çok doğru değildir. Büyük şehirlerimizde ve özellikle sanayide iş bulanlar nitelikli insan gücüdür. Mültecilerin dışında Suriye’den Gazianteb’e bu sebeble günü birlik gelenlerin durumlarını da biliyoruz. Elbette mülteciler de kendilerine iyi gözle bakılmamasından rahatsızdır. Fakat çalışkan ve nitelikli iş gücünü temsil edenlerin özellikle Güneydoğu’da oluşturmaya başladıkları şehirlerde eski isimler bile halk dilinde Suriye’deki adlarla değişmiştir. Kızıltepe’ye bağlı Şenyurt’un Ras al Ayn diye anıldığına dair tesbitler vardır.
Türkiye’ye Suriyeli mülteci hareketi sosyal boyutları ile iyice incelemeli ve sonuçlarını ilân edilerek en azından halk önderlerini ve siyasi partileri aydınlatmalıyız. Suriyeli kadınlardan evliliklerden doğan çocukların yüzbinleri bulduğu ifâde ediliyor. Harhalde yakın gelecekte bu insanlar huzursuzluk yaratanlarla değil, huzurun yanında olacaklardır; bu hususta doğdukları toprakları kaybettikleri için engin tecrübe sâhibidirler. Meseleyi öyle yüzeyden görerek tahriklere kapılmak son derece yanlıştır. Suriyeli mültecilere kucak açmalıyız, doğrusu budur.
Hoşçakalın.